Bundan birkaç yıl önceydi, insan anatomisi ve fizyolojisini incelerken bronşlarımız oldukça dikkatimi çekmişti. Bir ağaç gibi dallanıp budaklanan bu yapı, akciğerlerimizi saran bir orman gibiydi. O an insanın küçük bir dünya ve sigarının da ormanlarımızı yakan ve nefesimizi kesen bir katil olduğunu anlamıştım. Mikrodan makroya dönünce ormanlar daha da ilgimi çekmiş olmalı ki şehrin gürültüsünden ve keşmekeşliğinden sıyrılmak istediğim vakitlerde orman daima ilk tercihim olmuştur. Hem batıni anlamda hem de yoğun oksijeniyle nefes alışımı normale çevirmiştir. Sıra sıra ağaçlar, çeşit çeşit kuş sesleri, serinliği yüze vuran çağlayanlar ve sanırım en önemlisi toprağa yani özüme yani kendime yakın olmak bağladı beni ormanlara.
Doğanın içinde olmak, mevsim geçişlerini evde TV başında hava durumu izleyerek değil gözlerimle görmek bağladı beni ormanlara. Kışın toprağı bir gelin gibi süslenmesi, baharın küpe takıp yeşil fistan giymesi, sonbaharın sarı fistanıyla yatak yorgan sermesi bağladı beni ormanlara. Ağaçların toprağa olan bağlılığı bağladı beni ormanlara. Ağaçların birlikte yaşama olan saygısı bağladı beni ormanlara. Bütün bu güzellikler beni ormanlara bağlamışken, ormanda diğer gördüklerim beni yaşadığım topluma bağlayamıyordu bir türlü. Çöpler, şişeler ve yakılmaması gereken yerlere yakılmış ateşler… Bütün bunların doğurduğu sonuçlar beni bağlandığım ormanlardan da koparmak istiyor gibi.
Kendi elimizle bozduğumuz düzenin sonuçlarını bugün orman yangınları ve doğal felaketler ile yaşıyor ve görüyoruz. Üzülerek söylemek isterim ki hatalarımız bugün ciğerlerimizin yanmasına, nefesimizin kesilmesine sebep olmuştur. Koca bir insanın yetişmesi kolay olmadığı gibi ihmalimiz neticesinde cayır cayır yanan koca bir ormanın yerine ekilip dikilecek ağaçların da yetişmesi epey zaman alacaktır. Sanırım bu da ‘’İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rum-41) ayetinin mealinde geçen işlediklerimizin bize tattırılması. Peki, bu düzeni tekrar sağlam için bizler ne yapmalıyız? Düzeni bozanlardan mı yoksa düzenin devamı için uğraşanlardan mı olmalıyız? Bunu nasıl yapmalıyız?
Bir baba, uzun süredir üzerinde çalıştığı projesini hafta sonu bir kez daha gözden geçirerek tamamlamak niyetindeydi. Yedi sekiz yaşlarındaki oğlu ise, babasından kendisini dışarıya çıkarıp gezdirmesini istiyordu. Baba, yarım saatlik bir işinin olduğunu, işi bitirir bitirmez çıkacaklarını söylese de çocuk hemen çıkmak için ısrar ediyordu. Çocuğu bir süreliğine meşgul edecek bir şey arayan baba, eline geçirdiği dünya haritasını parçalayarak çocuğa verdi ve parçaları bir araya getirerek haritayı düzeltmesini istedi. Baba, çocuk haritayı düzeltmek için epeyce uğraşır, bu arada ben de işi tamamlarım diye düşünürken çocuk:
- Baba, düzelttim, diyerek geldi. Baba şaşırmıştı, bu kadar kısa sürede nasıl yaptığını sordu.
Çocuk: Haritanın arkasında bir insan resmi vardı, insanı düzeltince dünya da düzeldi, cevabını verdi. Çocuk, belki de farkında olmadan veciz bir söz söylemişti: “İnsan düzelince dünya da düzeldi.”
Dünyanın mikrosu olan insanın düzelmesi, düzenin tekrar eski haline gelmesi için epey bir yol aldıracaktır. Peki, ormanlar özelinde düzenin tekrar tesisi için bize düşen nedir? Aslına bakarsak insanlığın ortak evi olan dünyayı ve ciğerleri olan ormanları korumak hiç de zor değil. Buna gittiğimiz ormanlık arazilerde yaptığımız piknik, kamp vb aktivitelerde etrafı kirletmeden veya kirlenen yerleri gücümüz nispetinde temizleyerek başlamamız gerekiyor. Doğaya atılan çöp ve plastiklerin uzun yıllar çözünmeden kalarak toprağa zarar verdiğini bilmeyenimiz yoktur. Dahası çözünenleri bile yeraltı sularına karışacak bizlere ab-ı hayat olacakken zehire dönüşebiliyor. Peki ya katil cam şişelerini doğaya atanlar? Orman yangınına doğrudan sebep olan bu şişeler yansıttıkları güneş ışığıyla adeta bir mercek görevi görüyor. Yangınların büyük sebebi cam şişeler diyebiliriz. Tabi bu işin en başında eğitimin geldiğini kestirmek güç olmasa gerek. En küçüğünden başlamak suretiyle çevre bilinci özelinde orman sevgisi aşılanmalı, dağlarımıza ve ormanlarımıza yabancı olmayan, nasıl davranması gerektiğini bilen bireyler yetiştirmeli veya bu sürece destek olmalıyız.
Yaptığım kamplar veya günübirlik programlar neticesinde gözlendiğim en büyük hata ateş yakılacak yerlerin yanlış tercih edilmesi. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki yerde ateş yakmamak doğaya verebileceğiniz en güzel hediyelerden. Mümkünse kamplarda varillerde ateş yakmak bu mümkün değilse yere taş dizmek suretiyle yerden en az 20 cm yüksekte taştan oluşturduğunuz etrafı yine taşlarla örtülü kulede ateş yakmak gerekmektedir. Yerde yakılan ateş bitki örtüsüne ve toprağın yapısına verdiği zararla toprağın verimsizleşmesine, canlı türlerinin yanarak can vermesine sebep olmaktadır. Ayrıca gölge olduğundan ötürü ağaç diplerine yakılan ateşler ağacın gövdesinden veya dallarından tutuşup yanmasına sebep olabileceği gibi ağaç köküne verilen zarardan dolayı ağaçlar kurumaktadır. Piknik, kamp vb aktivitelerimiz sona erdikten sonra yakılan ateş muhakkak söndürülmeli ve söndürüldüğünden emin olunmalıdır. Dikkat edilecek bir diğer husus da sigara izmaritleri, dedik ya dünyanın mikrosu olan insanı yakan bu zehir ormanlık alanlarda da felakete dönüşebiliyor. Bütün bu hususlara düzenin tekrar tesisi için dikkat etmemiz gerekirken dikkat etmeyenleri, bu konuda duyarsız davrananları da uyarmayı ihmal etmememiz gerekmektedir. Aksi takdirde sebep olacaklarımız bizim için kıyamete dönüşebilir. Kıyamet demişken “Kıyâmet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fide bulunsa, kıyâmet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın!” diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu hatırlatmak isterim.
Doğadan çalmayı değil, doğaya katkımızın olduğu günleri görmek ümidiyle.
Söz&Kalem | Murat Çöklü