Söz&Kalem Dergisi | Ahmet Karaduman
Ey insanlar! Öldükten sonra dirileceğinizden kuşku duyuyorsanız şunu unutmayın ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra belli belirsiz et parçasından yarattık ki size (kudretimizi) açıkça gösterelim ve biz dilediğimizin rahimlerde belirli bir vakte kadar kalmasını sağlarız, sonra sizi bebek olarak çıkarırız ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz. İçinizden kimi erken vefat ettirilirken kimi de önceden bildiklerini bilmez hale gelinceye kadar ömrün en düşkün çağına eriştirilir.[1]
Kur’an-ı Kerim’de ki ifadeye göre insanoğlunun bu hayatında üç temel evresi vardır: bebeklik, gençlik ve yaşlılık.
Ayeti kerime de gençlik ve yaşlılık için o evreyi tasvir eden çok anlamlı ifadeler kullanılıyor. Gençlik: “لتبلغوا أشدكم” zirveye ulaşasınız şeklinde tasvir edilirken ihtiyarlık ise: “أرزل العمر” yani yaşamın en rezil, kötü evresi olarak tasvir ediliyor.
Gençlik tam anlamıyla Kur’an’ın tasvir etmiş olduğu gibi her şeyin zirvesinin yaşandığı değerli bir evredir. Sağlığın, duyguların, dinamikliğin ve diğer birçok şeyin en yüksek ayarında olduğu bir süreçtir.
Bura da dikkat etmemiz gereken husus, tüm yönlerin zirvede olduğu bu süreçte kişinin kendini kontrol etmesi ve fani bir gençlik hevesiyle ömrünü heba etmemesidir. Çünkü gençliğini anlamsız şeyler uğruna harcayanlar, ömrünün diğer kısmında kaybettiği anlamı aramak veya daha da anlamsızlaştırarak geçiriyor.
Gençliğinde neyi ararsanız, yaşlandığınızda onu bulursunuz.
Bir insanı bu dünya hayatında kıymetli kılan, hayatı da bir insan için yaşanılabilir kılan onun inancı ve bu inanç doğrultusunda hedeflediklerine ulaşmada göstermiş olduğu çaba ve gayrettir. Onun için her insanın bu dünya hayatında tutunduğu, değerli ve kendisi için yaşanılmayı değer gördüğü bir ideali vardır/olmalıdır.
Gençlik dönemi; insanın duygu ve isteklerinin birçok zaman aklın önüne geçtiği bir dönemdir. Üstad Bediüzzaman gençliğin bu dönemini şu veciz sözlerle açıklar:
“Evet gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder. Bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker. Ve bir saat sefahet keyfiyle bir namus meselesinde, binler gün hem hapsin hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur. Bunlara kıyasen bîçare gençlerin çok vartaları var ki en tatlı hayatını, en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar.”
Bundan ötürü gençler, bu dönemi inancı doğrultusunda geçirmeli, aklın ve duyguların olgunluğuna o doğrultuda hareket ederek ulaşabileceğini bilmelidir. Gençlik döneminde aklını ve duygularını dizayn edebilmiş gençler, Allah’u Teâla’nın ayeti kerimede Ashabı Kehf için “Onlar rablerine iman etmiş gençler idi ve biz onların hidayetini artırdık”[2] mucizesine mazhar olurlar.
Kuran’ı Kerimde Hz. Musa’ya peygamberliğin verildiği süreyle ilgili şu ifade kullanılır: “وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَىٰ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا”, Mûsâ yetişip (gençleşip) olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik.[3]
Bu ayette dikkat çeken husus hikmet ve ilmin gençleşip olgunlaşınca verilmesidir. Evet Musa aleyhiselam gençtir fakat akli melekeleri ve duyguları olgunlaşmış bir gençtir. Eğer aklımızı ve duygularımızı dizginlememiş ve olgunlaştırmamışsak gençlik dönemi kendi başına bir şey ifade etmez,
İnsanın bu dünyadaki en güzel evresi olan gençlik, çocukluk evresi gibi geçici ve fanidir.
Üstad gençliğin sarhoşluğuna tutulmuş gençlere şöyle sesleniyor: “Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada hem kabirde hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.”
Ey İslam’ın Gençleri!
Sizler, Musa aleyhiselam gibi genç fakat aklı olgunlaşmış, sorumluluk alabilecek gençlersiniz. Sorumlu, sorunlu gençler değilsiniz.
Sizler, İslam için yaşayan, İslam için ölen bireylerseniz.
Sizler, diriliş işçisisiniz. Allah kentinin işçisi.
Sizler, inkârı tutsaklık, imanı gerçek özgürlük görenlersiniz.
Sizler, İslam davasının fertlerisiniz. Bu sebepler İbrahim aleyhiselam gibi gayrı İslami tüm nizamları baltalarınızla yıkacak, kavgaya, ebedi barış için katılan fertlersiniz.
Sizler, ilmi işin başı, ameli vesile, Allah’ı razı etmeyi temel amaç edinmiş bireylersiniz.
Sizler, davet alanında Musap, harp meydanında Halid, ilim halkalarında Ali’siniz.
Sizler, Allah’a iman etmiş, Allah’ında imanlarını artırdığı Ashabı Kehf ’in varislerisiniz…
Ey İslam’ın Gençleri!
Davalar ancak kendisine olan inancın kuvvetli olduğu, o yolda samimiyetin tam olduğu, o davaya olan gayretin sürekli arttığı, onu gerçekleştirmeye ve o yolda fedakârlık yapmaya sevk edecek şekilde hazırlıklı olunduğu zaman başarıya ulaşır.
İşte bu dört haslet; inanç, samimiyet, gayret ve amel, gençleri diğer insanlardan ayıran özelliklerdir. Çünkü inancın temeli “samimiyetle tutuşan bir kalp,” samimiyetin temeli “saf bir gönül”, gayretliliğin temeli “güçlü duygular”, amelin temeli ise “sağlam bir azimdir”. İşte bütün bunlar ancak gençlerin özellikleridir. Bundan dolayı gençler geçmişte ve günümüzde her toplumun uyanışının direği, her uyanış hareketinde o uyanışın gücünün sırrı, her davada o davanın sancağını taşıyanlar olmuştur.[4]
Bu sözlerin sahibi; ömür sermayesinin en bereketli evresi olan gençlik dönemini en verimli şekilde geçiren, kalbi ümmetin derdiyle yanıp tutuşan, geceleri Allah’tan yardım dileyip gündüzleri ise köy köy, mahalle mahalle, şehir şehir gezerek Allah’ın davasını anlatan ve yine genç denebilecek bir yaşta bu uğurda canını veren ama verdiği mücadele neticesinde davasının bugün dünyanın her kıtasında yankılanan İmam Hasan el-Benna’dır.
Gençler!
Bu gençlik evresinin hesabını vermeden, ahiret hayatında bir adım dahi ilerleyemeyeceğimizin şuurunda olup, öncelikli işlerimizi yapmalı ve Allah’a, şahsımıza ve toplumumuza karşı sorumluluklarımız yerine getirmeye gayret göstermeliyiz.
Allah’a karşı sorumluluğumuz: İşittik ve itaat ettik.
Şahsımıza karşı sorumluğumuz: İlim elde etmek için çaba göstermek ve bu ilimle amel etmektir. Zira ilimsiz amel olmaz. Amelsiz ilmin ise bereketi olmaz.
Toplumumuza karşı sorumluluğumuz ise bildiklerimizi aktarmak, içinde olduğumuz iman nimetini onlarla paylaşmaktır.
Tüm bunları yaparken, hiçbir sorun ve sıkıntıyı engel görmeyerek Hz. Yakup gibi: “Ben acımı ve kederimi ancak Allah’a arz ediyorum.”[5] diyerek şöyle dua edeceğiz:
Ey Allah’ım bizler zayıfız, sen bizlere güç ver…
[1] Hac,5
[2] Kehf,13
[3] Kassas, 14
[4] İmam Hasan el-Benna
[5] Yusuf, 86