Sinema sektörü üstlendiği misyon ve üzerinde durduğu konular itibariyle, birey ve toplumu dizayn etmek isteyen birçok örgütlü organizasyonun dikkatini çekmiştir. Bu organizasyonların başında kuşkusuz ki devlet aygıtı gelmektedir. Son iki yüz yıla kadar dünyanın gidişatına yön verme adına uygulanan yegâne metot güçlü ordu sistemi ile toplumlara hâkim olma savaşı şeklinde olagelmiştir.
20. asrın başlangıcından itibaren teknolojik gelişmelerdeki artışla birlikte devletler fiili savaşların yerine teknolojik imkânların doğurduğu dijital yöntemlerle dünyada üstünlük kurma yarışına girmişlerdir. Bahse konu teknolojik imkânlardan birisi de sinemadır. Önceki yazılarımızda güç savaşı veren devletlerin sinema sektörünü siyasal manipülasyon ve yumuşak güç çerçevesinde kültürel propaganda aracı olarak kullandığını işlemiştik. Bu yazımızda ise sinemanın vahşi kapitalizm kıskacında zevk ve haz kültürünü nasıl şekillendirdiğinden bahsedeceğiz.
Sanayi Devrimi konusunda yapılan genel değerlendirmeler daha çok makineleşmenin ve üretim gücünün arttığı yönündedir. Makineleşme ve üretim gücünün artması yerinde bir tespit olmakla birlikte söz konusu gelişmenin bir de sermaye ayağının olduğu gerçeği inkâr edilemez boyuttadır. Nitekim sanayileşmeyi tekelinde tutan egemen azınlık meydana gelen her teknolojik icadı tüketim ve haz kültürünün yaygınlaşması yolunda seferber etmişlerdir. 1895 yılında ilk sinema türü yapımları dünyaya kazandıran Lumiere kardeşler sadece sanat icra etme amacı gütmüşlerse de filmlerin içeriği ilk günkü gibi masum kalmamıştır.
Sinema türü yapıtlar dünyaya yayıldıkça insanlığın dikkatini gitgide celp etmeye başlamış, bu durum tıpkı siyaset kurumu gibi kapital düzen sahiplerinin de gözünden kaçmamıştır. Batılı kan emici koalisyonun başını çekenlerin tüketim sistemini dünyaya ihraç etmenin en etkin yollarından birinin sinema yapımları olduğunu idrak etmeleri güç olmasa gerek. Kapital ahlakın iki temel saç ayağı hedonist ve zevkperist akıldır. Sermaye sahipleri hedonizmi reklam yoluyla, zevkperizmi ise film yoluyla insanlığa sunmaktadır. Bu minvalde özellikle soğuk savaş döneminin start almasıyla kapitalist bloğun başını çeken ABD, Hollywood sektörüyle zevkperizm seferberliğini başlatmıştır.
Belirli bir olay örgüsü etrafında gelişen bir hikâye ya da romanı okumanın insanda uyandırdığı haz herkesçe malumdur. Hal böyleyken olay örgüsünün filme uyarlanmış şekilde gösterime koyulması kuşkusuz ki kitlelerin ilgisini kat be kat artırmıştır. Bu tür yapıtlar filme uyarlanırken çoğu kez gözden kaçırılan husus ana hikâyeden sapmadan müstehcenliğin sahnelerin arasına serpiştirilmesidir.
Kapital şefler görselliğin bilinçaltını şekillendirebilme gücünün oldukça yüksek olduğunu çok iyi bilmektedirler. Dolayısıyla yazılan hikâyenin satır aralarına ve çekilen film sahnelerinin köşe başlarına müstehcenlik bir süs olarak yerleştirilmektedir. Böylelikle haz ve zevk adına okunan Batılı roman ve hikâyelerde, izlenen filmlerde müstehcenlik yeni nesillerin bilinçaltına ustaca işlenmiştir. Ne yazık ki müstehcenlik artık birçok sinemasever tarafından normal bir durum olarak algılanmaktadır.
Sinemayı kasıp kavuran zevkperizm rüzgârı ülkemizdeki film sektörünü de çepeçevre kuşatmıştır. Anadolu’nun saf hikâyelerini, tarihi kahramanlıkları konu edinen filmlerde dahi müstehcen sahneler genç zihinlere nakış nakış işlenmiştir. Zevkperizm’in gönüllü fedailik görevini yarım asır boyunca sırtlayan Yeşilçam, bu süre zarfında nice ahlak yoksunu şahsiyetleri topluma rol model olarak göstermiştir. Zevk ve hazzı doruklara çıkaran bazı filmlerde ise İslam dinini aşağılama hedefinden geri durulmamış, âlimleri ve hocaları temsil eden film karakterleri “zevklerine düşkün sapıklar” şeklinde nitelendirilmiştir.
Günümüzde TV dizilerindeki müstehcenlik ve yasak ilişkiler artık normal görülmekte, TV’de arz edilen ahlaksızlıkların daha da ötesi dijital platformlarda sergilenmektedir. Hiçbir sansür ve kısıtlamanın söz konusu olmadığı bu platformlar belirli bir ücret karşılığında gençliğe pazarlanmakta, bu yolla her tür sapkın içeriği yayınlayan dizi ve filmlere meşru kılıflar takılmaktadır.
Sinema ve dizi sektöründeki bu devasa örgütlü organizasyon karşısında İslami hayat tarzını işleyen, gerçek mutluluğun Batı özentiliğinde değil toplumun manevi köklerinde olduğunu haykıran film yapıtlarının sayısı maalesef ki bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bu hayâsızca akın karşısında İslami yapı ve platformların ciddi önlemler alması, sinema yapıtları ortaya koymaları elzemdir.
Allah’a emanet olun, selam ve dua ile.
Söz&Kalem | Yusuf Bingöl