Söz&Kalem Dergisi | Yusuf YETİŞ
Her türlü yoz ilişkinin, menfaatin, kula kulluğun, nefse köleliğin, eşref-i mahlûkattan sıyrılıp belhum adal (hayvandan esfel) olmayı tercih etmenin zirve yapmış olduğu bir devirde 14 asır evvel bir envar doğdu. O envar bir medeniyet kurdu. Yetim, öksüz ve bitap bir halde yalnızca Allah’tan eman dileyerek Müslümanca bir varoluş kıvılcımıyla kıyamete değin sönmeyecek bir insanlık ve bir devrim ateşi yandı. Devrim ilelebet payidar kalacak ve devrimler devirecekti. Nitekim öyle de oldu. Az teçhizat, kifayetsiz tedarik ve çokça handikapla davada tevfik maksadıyla yola çıkıldı. Lakin efendimizin yanında öyle koca koca adamlar yoktu, mevcut düzeni yeni düzenle düzenleyecek yaşı genç, toy ama imanı olgun kimseler vardı. Evvelde mabud kabul ettiklerini sorgulayan, düzenin gediklerini fark eden, yeniliği keskin bir reddedişle reddetmeyen aydınlığın öncüleri vardı. Bu öncüler Peygamberin en güvendikleriydi. Bir Muaz vardı mesela henüz 17 yaşında Yemen’e vali olan. Haydar-ı Kerrar Ali (r.a) vardı mesela, 8 yaşında peygamberin yolunu seçen. Mekke’nin en zengin ve yakışıklı genci Mus’ab bin Umeyr vardı, Müslüman olduğu için ailesi tarafından hapsedildiğinde henüz on sekiz yaşında olan. Cabir bin Abdullah vardı, II. Akabe Biatına katıldığında on beş yaşındaydı. Abdullah bin Ömer vardı, Uhut Savaşı'na katılmak isteyip de yaşından dolayı reddedildiğinde sadece on üç yaşındaydı. Üsame b. Zeyd vardı mesela, 18’inde ardında yaşının üç katı ashaba komutanlık eden. Erkam b. Ebu’l Erkam vardı, evini 17’sinde gizli davet için efendisine açan. Talha vardı, Zübeyir vardı.. Sa’d vardı mesela resulün ‘anam babam sana feda olsun’ dediği ve daha nicesi...
Günümüzde nebevi inşadan bahsedilse yahut benzer bir devrim planlansa ancak güçlü ordular, en konvansiyonel silahlar, son teknoloji analistler ve tecrübeli askerler ile bu işin mümkün görüneceği söylenir. Kavi, pazulu ve iri yoldaşlarla muvaffakiyet düşünülür. Hâlbuki bu bir aldanmacadır. İnkılaplar, yenilikler, düzensizliğe düzenler ancak genç hareketlerle mümkündür. Davalar ancak gençliğin dinamizmiyle sürdürülebilir. Genç isterse ancak düzelir devir, genç istemezse ancak yozlaşır. Çünkü mamur da edebilir tahrip de. Yapabilir de yıkabilir de. Bu yüzden genç demek var olmak demek. Gençlik demek inkılap demek.
Bizim gençlikten anladığımız 15 yaşında fetva vermeye başlayan İmam Şafii’dir, 17 yaşında hocalığa başlayan İmam Malik’tir, daha sakalları çıkmadan ilmî eserler telif eden İmam Buhari ve mezkûr sahabilerdir. Lakin modern evrede işler bambaşka bir vaziyettedir. Post-modern çağda ise gençlik demek yalnızca sorun demektir. Tezler, bilimsel çalışmalar, araştırmalar sürekli sorunlu gençlik orijininden hareketle yol almaktadır. Dahası var, sanki gençlik engellenmez yahut susturulamazsa devri berbat edecek bir korku hâkim. Sürekli salık verilen gençlerin zapturapt altına alınması. Bu koca bir yanlıştır. Gençliğin lokal tiplemelerinden yola çıkarak gençlerin tamamını töhmet altında bırakmaktır bu. Gençliğin heyecanı ve aksiyonu mütemadiyen manipüle edilmekte ve anarşist grupların kıskacına koyulmaktadır. Öte yandan bastırılarak zihni iğfal edilmekte ve törpülenmektedir. Kaldı ki aksiyoner tavrın doruklarda olduğu ve doğru yönlendirilirse toplumun en kıymetli değeri olacak gençliğin ideolojik saiklere maruz kalmasıyla, barajsız takatsiz üniversite hayalleriyle idealsizleştirilmesiyle; kapitalizmin gösteriş ve zevkperest ahvaline tav olmasıyla toplumdan tecrit edilmekte.
Gençlik, adına Z denilen harfin altı oyulmuş mağarasına hapsedilmişken, apolitikleştirilmişken, oto-didaktizmden uzaklaştırılmışken nerden bulalım medeniyet inşasına katkı sağlayacak gençliği? Ahvalin çaresiz boyutlarını Gündüz Vassaf şu cümlelerle ortaya koyuyor: “Bu ikiyüzlü düzene gençlerin itibar etmesini, taraf olmasını bekliyorlar. Yarının kurulması için gençlerin önünü açacaklarına, onların ufkunu geçmişin hüsumetlerinde gömmeye yeltenenlerimiz, tarihin küllerinin haklı haksız avında körleşenlerimiz, gençleri kin ve intikamla silahlandırmak isteyenlerimiz de çok. Çarklar bir tek bizim savaşlarımızın haklı olduğuna inanalım diye döndürülüyor. Türümüzün tarihinde düne kadar gençler yetişkinlerden öğreniyordu. Yaşlıların, aktardığı yüzyılların tecrübesiydi hayatımızı idame ettirebilmemizi sağlayan. Bugün tarihimizde ilk kez yaşlılar yeni teknolojilere çaresizlikle bakarken, uzayda, tıpta, hayatın her alanında gençlerin geliştirip uyguladıkları teknolojilerle yol alıyoruz. Egemen düzen kendisine başkaldırmayan, pazarlananları tüketen gençlerden memnun. Konumlarını belki de hiç bu kadar sarsılmaz, iktidarlarını bu kadar kalıcı, karuni boyutlarda servetlerini bu kadar sorgulanmaz zannetmedilerdi.”
Mevzu ayan beyan ortada. Hali nice gençliğin, eskisi gibi devrimci libasını giymesi için evvela maruz kaldıklarından sıyrılmasıyla mümkün olacaktır. Bu da ancak ezberci değil sorgulayıcı, taklidi değil tahkiki, âtıl değil aktif, umarsız değil mükellef, onulmaz değil kendini bilen sıfatların yeniden benimsenmesiyle, içselleştirilmesiyle olanaklıdır. Gençlik eşyaya kul olmaktan, diğer bütün bağımlılıklardan, hedonist aşırılıklardan, tembelleşmekten, korkaklıktan ancak Allah’a tam bağlılık ve teslimiyet ile kendisine empoze edilenleri anlamak ile kurtulabilir. Çağını aşan bir perspektifle, geçmişi bilen, günü yorumlayan, yarına hazırlık yapan, politikadan anlayan, dava bilincinin ona hamlettiği sorumluluğun idrakinde olan, Kur’an-i referansla hayatı da yaşamaktan beri durmayan genç, “düzende bende varım!” diyebilir. Genç ancak Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı” olursa arazını kıymetli kılabilir. “Mukaddes emanetin yılmaz takipçisi” olan, namusunu çiğnetmeyen, Müslümanca yaşamanın haysiyetine tüm varlığıyla talip olan genç üstün bir ahlak, soylu bir aksiyona sahip olacaktır. Altı ideolojilerle oyulmuş bir harfin kuşağı değil bir medeniyetin asilzadesi olursa o mana yüklü heyecanlı devrin hakkını verebilecektir.
Öte yandan gençlik asla araçsal değildir. Ayarlanabilir yahut kullanılabilir değildir. Egemen ideolojilerin yahut kirli siyasaların sürdürülebilirliğine katkı sağlayacak çarkın dişi hiç değildir. Cahiliye devrinden bahsederken zikretmiş olduğumuz eşref-i mahlûkattır. Yaratılanların uğruna yaratıldığıdır. Ayettir, nimettir. Dolayısıyla genç kendinin farkında olmalıdır. Kudretini, evvela dininde, bilahare gençliğinden almalıdır. Yüksünmemeli, tavsamamalı, savsaklamamalı ve dirayetin tecessüm etmiş hali olarak yere sağlam basmalıdır. Melankolik, âşık, asosyal, iki kelam etmekten aciz, backgroundunda sürekli sosyal medya jargonu bulunan, filmlerden oluşmuş çakma tipolojik taklitçilikle değil; asıl karizmanın kendini bilen, Rabbini tanıyan, ailede saygın, topluma karşı sorumlu, insanlığa karşı duyarlı, çevreye karşı bilinçli bir kişiliğe bürünmekle elde edileceğini bilmeli. Dün var olunmuşsa bugünde olunur motivasyonuyla, engin ufuklar arayarak, felsefeden fiziğe, ulumu-l İslam’dan sosyolojiye, matematikten sinemaya, müzikten edebiyata her türlü ilimden haberdar şekilde varoluş sorgusunda takılmayan gençlik yarınlar inşa edecek ve ancak böyle Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını gediğine koyabilecek; devrimbaz kodomanların viski çektiği kamıştan borularla topluma enjekte ettiği gayri ahlaki devrimi özünden aldığı devrimle devirecek!
Üstad ’ın deyimiyle: “Zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik…” olmamız temennisiyle.