Füsunkâr cümleler bölüyor tevehhümü… Süratsiz gidiyor zühreden geçerek. Yırtıyor perdesini, dünyayı terk ederek. Yaşamak demek, bir bedel mukabilindedir. Kırabilmekle duvarları ihtiyar kuvvetiyle, çareler sürmektedir yalnızlıktan cümleler. Esef ile söylemek gerek, insan bu telaş içinde biraz da kimsesizliktir. Yersiz ve yurtsuz kalıştır, yönsüz ve fikirsiz. Çağın kızgın elleriyle dağlanır yüzü. Ölümlerden ölüm beğenir. Kimseler böylelikle tanımış olmaz. Ve bilmez hakikatini insan adlı eserin…
Kimseler ele vermez, hilekâr ve kalpazan. Saklar dünya diz boyu, sıvar sahtekarlığı. Manevraları başlıksız yazılar ile ifade eder ve şahitliğini yalanlar üzerine tüttürür. Kor geçer tüfeğinden. Kalkanı düşer, can damlar hançerinin çizgisiz çeperinden…
Biz ölümü yaşarken fanilik ortasında, içimiz hep bir hasrettir. Mahrumudur zira Rahmani serinliğin. Geçmiş zaman olur ki biz hep bekledik. Gelsin diye bekledik; o beka kıran Şehsuvar. O çarşı pazar beklentisi, merhamet tecellisi. Ve tüm cümleler kaderin soluk mürekkebinden kısa ve öz damlamaktadır burada. Ki yokluğun satır ortasındadır sükût sebepsizliği. Çakılır düş bilemek, yer ile yeksan olur. Tatmıştır çokça insan, sürünmüştür yerlerde. Görmüştür bir sabırda umudun sönüşünü…
Hâla cevabı verilmez, aranan insanlığa henüz ulaşılamamıştır. Sessize alınan suçluluk duyguları mevcuttur çiğ düşen sehpalarda. Yassı bir karşılama ile isteksiz temennalar çekilir nemli taş duvarlara.
İnce bir ah kopar ağırlıklar eliyle çoğalmakta olan terinden. Eski, yeni fark etmez. Yorgun ve tutsak doğrulurdu yerinden. Yadırganır ve ol sebepten varlığı tehlikeli bir oyun kabul edilir. Mahkûmudaur ancak haklılık damlar bileklerinden. Demir pasında yaraları nişanesi çağların. Asırlar cahiliye koyusu, önünü görmez. Çukurlaşan gözlerde dinlenir garipliği. Zamanı arşınlar ki müsebbibi tutsaklık esamesi. Dileniyor bir parça umudun gözyaşını. Bekler kara zindanların kurtuluş sabahını.
Denilir, anla ve anlat onlara. Akla ziyan, kalbe sessiz bir ölümdür insana musallat olan. Barbar ve vahşidir, sözden anlamaz. Tarihe tebelleş olmuş kara bir lekedir. Özgürlük cakası satarlar utançsız köle tacirleri. İnanıp kurtuluşa bir lahza muhtaç olan, tutunur bir gaddarın kötü niyetlerine. Ve beterin beterine kakofonik tınılarla çakılıp kalır. Mavilikler altında yani güzel bir günde, sunulurken ölümün kırık, soluk benzine; tutsak ellerinde umut paresi. Bekler idi köşesiz infaz meydanlarında. Bir yanı mahrum kalır ve bir yanı fersude…
Eski bir yara, canavarlaşma temayülüne saplanır belki. Kimi hayal evinde işler ters gider. Dikişleri sökük yaralar, benzemez bir perdenin söküklüğüne. Biri sıradan ve günlük hayat ile uyum içerisindedir. Bir diğeri şeytanın kılıksız dolaşımıdır insan damarlarında. Nübüvvetin eteğinden kopuştur en büyük yarası zira. Çokça kan kaybeder. Gafleti büyüktür, vahyin çeşmesinden emdiği yüksek marifetini cehaletin derin bataklığında yitirmiştir insan. Dipsiz tartışmalar içindedir ve tefekkürsüz kelimelere tonlarca maruz kalır.
Yırtıcı bir an gelir, kara gözlü celladın gülüşüne ramak bulunmaktadır. Bitmek üzeredir az sonra bitecek olan. Ve hüzünlü bir yağmur yağar küfrün kuraklığına. Sessiz ve içten, dualar düşer gecenin kül şehrinden. Bir vakit belirir sayfaların içinden, hüzünler sahiplenir o bir küçük şiirden. Mütebaki çalımlarla yürür zambaklar arasında. Güneş doğmayı unutur da bir sabah, ebedi karanlık sarar mı insanlığı? Ve kim öder masrafını bütün kimsesizliğin? Anneler korkularla büyütmezdi boşuna. Anlatmazdı dünyanın ağır kesafetini.
Zaman hiçbir korkunun yeri değildir artık. Müberra gökleri kurtuluşun tekbirleri çınlatır. Ansızın kesilir zulmün nefes borusu. Bir peygamber sesini duyar iken insanlık, her mazlumun gözyaşı sevinç ile karışıır. Tüm endişeyi bir heybede toplar ve tarihin çöplüğüne asarlar. Harp ve sulh hikayesi o gün yeniden başlar.
Evet, bu bir harp ve sulh hikayesidir. Hikayelerin çok eskisidir. Ve dahi asırlar adedince eskimezidir. Bir üstad hayatı tümüyle savaşa benzetmektedir. İnsan ki hep bir savaş vermektedir ve ölüm ölüm tükenmektedir. Her gün ve gecede silkinir de davranır kanlı hançerine. Kanatır yeryüzünün kadim zamanlarını. Kavgalı iki kardeştir, dövüşür birbiriyle. Dünya matem tahatturunda sessiz, kaba kuvvetin sarayında bekçidir. Sürekli bir çatışma içindedir insan, en çok da birbiri ile boğazlaşmaktadır.
Harp ve sulhe gelince kelimeler, peygamber zırhını çoktan giymiştir. Asırlar süren haksızlığın karşısına dikilir ve zulmün ömrünü kısaltır. Bu bir harp ve sulh hikayesidir. Zincirlerin kırılışı, özgürlüğün kapıdan girişidir. Efendimiz (asm) sancağını mazlumların kırık gönlüne dikmiştir. Savaş meydanlarını büyük çaplı meydan okumalara onlarla dar etmiştir.
Ve sürüp gidecektir adalet ve zulmün kocayan mücadelesi, harp ve sulh hikayesi… Zulmün hiddet ve kin harbine, adaletin gerçek sulh için savaşımı eşlik etmektedir hâla. Ve bu hikâye zulmün paramparça oluş gününe dek sürecektir. Gün gelecek, Efendimiz’in (asm) sancağı gönüllerden ülkelere dağılacak, insanlık sığınacak gölgesinin altına. Huzur ve salaha kavuşacak o gölgenin altında. Bulacak yitirdiği adaletin hükmünü, kavuşacak kalpleri merhamet duygusuna. Gülecek mazlumlar, gözyaşıyla abdest alan gözleri gülecek. Gidecek, insanı eti ve kemiğiyle sömürenler. Tasını tarağını toplamadan gidecek. Cennet asâ bir bahar gelecek sonra. Yayılacak buhuru cümle cihana…
Söz&Kalem - Orhan Özsoy