Söz&Kalem Dergisi - Ali Murteza Titiz
İnsanoğlu elbette etten ve kemikten daha fazlasıdır. Buna rağmen onu tanımlamak tarih boyunca hep zor olmuştur. İnsan hakkında bir şeyler ifade eden şahıs ve öğretiler farklı durumlara göre insanoğlunun farklı özelliklerine vurgu yapmışlarıdır. Bu durum zamanla körlerin filleri tarif etmeleri gibi bir hal almıştır. Çünkü kimi körler fil uzunca bir borudur derken, başka birileri kalınca bir bacak, bir diğerleri ise genişçe bir kulaktır demişlerdir. Bizden de kimi körler insanın sadece fizyolojik yönüne odaklanırken, başka birileri insanın sadece biyolojik, bir diğerleri ise insanın sadece psikolojik yönüne vurgu yapmışlardır. Aslında bu durum gayet tabiidir, doğal olandır. Görmesi ve anlaması kısıtlı olan bizlerin, insan gibi bir muammanın bütününe vakıf olması neredeyse imkânsız gibidir. Bundandır ki biz Müslümanlar insana dair en iyi tarifin, ancak onu yaratan tarafından yapıldığını inanır, öylece kabul ederiz. Buna göre insan denen varlık beden ve ruhun birleşimi neticesinde meydana gelmiş bir duygu, düşünce ve davranış yumağıdır.
Hiç şüphesiz bu insan yumağının en belirgin öğesi davranışlardır. Çünkü insan, ilk önce davranışları ile bilinip tanınır. Davranışları ile hatırlanır, davranışlarına karşılık olarak muamelede bulunulur. En nihayetinde davranışlarından hesaba çekilir. İyilerden mi yoksa kötülerden mu olduğuna, temel olarak davranışları baz alınarak karar verilir. Hem bundandır ki eğitim sistemleri, en temel görevleri olarak “insanda istendik yönde davranış değişikliği” meydana getirmeyi belirlemişlerdir. Lakin özünde davranış nötrdür. Delinin veya hayvanın davranışında kasıt aranmamaktadır. Çünkü davranışın arkasında bulunan mekanizma dikkate alınmadığı takdirde davranışın iyi-kötü, sevap-günah skalalarında hiçbir ehemmiyetleri yoktur. İşte bu arka plan mekanizmayı, yumağın diğer ikilisi olan duygu ve düşünceler meydana getirmektedir. Hatta denilebilir ki bu iki öğe davranışı sürekli olarak etkileme ve ondan etkilenme hali içerisindedir. Böylece davranışın arka planında yatan ve davranışın bir şekilde ölçülebilmesine imkân sağlayan şey, yani niyet oluşmaktadır.
Düşünce açık-ara önde bu yumağın en önemli öğesidir. Öyle ki kimi filozoflar insanı insan kılan etmenin akıl ve neticede düşünce olduğunu söylemişlerdir. Çünkü düşünce insanı dağınıklıktan kurtarıp tutarlı hale gelmesini sağlayan yegâne şeydir. Öylesine yaşamaktan kurtarıp hayatı gerekçelendirmesini sağlayan şeydir. Hem düşünce sayesinde insan anidenlikten kurtulup tahmin edilebilir hale gelmektedir. Böylece aile ve toplum meydana gelmektedir. İktisat, hukuk ve siyaset vücuda gelip şekillenmektedir. Boşuna eskiler akıl nimetlerin en büyüğü, şereflerin en yücesidir dememişlerdir. Yüce Rabbimiz de sürekli olarak insanları akıllarını kullanmaya, yarattıklarının üzerinde düşünmeye davet etmiştir. Binaenaleyh, Efendimiz (sav) de bir saat tefekkürün bin sene nafile ibadetten daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir. Lakin tarihi tecrübe insanoğlunun bir robot olmadığını ve neticede düşünmeyi çoğu zaman ıskaladığını göstermektedir. Bundandır ki akıl yerine daha çok aşkın, öfkenin ve cesaretin hikayeleri destanlaşmıştır. Tarih kitapları düşündüm derken bile duygulanım yaşayanların hikayeleri ile dolup taşmıştır.
İşte tam da burada yumağın diğer öğesi olan duygular öne çıkmaktadır. Diğerlerine nazaran yumağın arkasında bir yerlerde saklanmış olduğu sanılan duygular, aksine sürekli olarak insan hayatının içerisindedir. Neredeyse insanoğlunun gördüğü, duyduğu her şeye sirayet etmiş haldeler. Güzel, çirkin, acı, tatlı vs. denilen her yerdeler. Hatta çoğu insan için bir şeyi hissetmek, onu anlamının bile önüne geçebilmektedir. Çünkü duygular insanın hayata dair aldığı tatlar mesabesindedir. Öyle ki, sair baharatların yemeğe verdiği tatlar gibi duygular da insan hayatına nice değişik tatlar vermektedirler. İnsanoğlu onlar ile acımayı, sevmeyi, kızmayı, korkmayı, umutlanmayı ve hatta iğrenmeyi deneyimlemektedir. Hem duygular, tıpkı bitkilere renk veren pigmentler gibidirler. İnsanın iç hayatına renk vermektedirler. Bu renkler, genellikle parlak, göz alıcı yahut kimi zaman dehşete düşürücülerdir. Ani, keskin ve büyüleyicidirler. Bundandır ki etkilerinden kısa sürede kurtulmak neredeyse imkansızdır.
İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer de burasıdır. Çünkü duygular, düşünce kadar kompleks değildir. Çetrefilli akıl yürütmelerine ihtiyaç yoktur. Hem insanın nefsine direkt olarak hitap ettikleri için düşünceye nazaran daha da etkililerdirler. Nihayetinde insan hoşuna giden şeye daha çok meylederken, hoşuna gitmeyen şeyden ise kaçınmak istemektedir. Hem bu durum saniyeler içerisinde gerçekleşmektedir. Böylece davranışların yönü ve hatta şekli duygular tarafından belirlenmiş olmaktadır. Hal böyle olunca insanın “aman duygulara dikkat” diyesi gelmektedir. Görünen o ki duygu-düşünce-davranış yumağının en sinsisi duygulardır. Çünkü düşüncenin yükünü çekmeye üşenenlerin davranışları neredeyse duygularına emanet hale gelmektedir. Nihayetinde insanın duygularına yenik düşmesi ve nefsine köle olması söz konusu olabilmektedir.
Peki nasıl olur da insan hayatının tadı, tuzu ve rengi olan duygular insanın felaketine neden olabilmektedir. Aslında cevabı çok basittir. Duygu-düşünce-davranış yumağını yaratan yüce Rabbimiz, onların arasında da çok güzel bir denge oluşturmuştur. Buna göre davranışın üzerinde ani ve gayet etkili olan duyguların azlığı veya fazlalığı insan hayatında problemlere neden olabilmektedir. Bunun önüne geçmenin yolu da kişinin duygularını etraflıca tanımasından geçmektedir. Kızgınlığın nasıl bir duygu olduğunu bilmesinden geçmektedir. Korkunun insan hayatında ne tür fonksiyonları olduğunu öğrenmesinden geçmektedir. Sevginin nelere vesile olabileceğini görmesinden geçmektedir. Böylece insan nerede ve ne zaman hangi duygunun ne yoğunlukta yaşamasına da karar verebilecektir.
İnşallah bu yazı serisinde de insani duyguların her biri ayrı ayrı işlenecektir. Böylece insanın içine hatta yüreğine yakından bakma fırsatı olacaktır. Allah (cc) istifade edebilmeyi cümlemize nasip etsin. Âmin
Devam Edecek