Söz&Kalem Dergisi - Merve Şimşek
Değerli okur, bu yazıyı okumadan önce sizden yaşamınızı idame ettirmenizde rolü olan, varlığına şükrettiğiniz veya hayatınızı yokluğuyla muzdarip eden başat gereksinimlerimiz hakkında kısa bir tefekkürde bulunmanızı isteyeceğim. Çünkü bu yazının konusu yeryüzünün halifesi eşrefi mahlûkat olan insanın yaşamında aslolan önceliklerine kısaca değinmektir.
Sizlere mevcut ihtiyaçlarımızı bir piramitle şemalaştıran ve bunları kavramsallaştırıp evrensel boyutta kabul görmüş bir teoriden bahsedeceğim: Abaraham Maslow’un İhtiyaçlar
Hiyerarşisi.
Psikolojinin babası(!) olarak bilinen Freud’un insan fıtratının bencil, çıkarcı ve cinsel içgüdülere endeksli olduğunu savunan psikanalitik kuramına karşın, teorisini ele alacağımız Maslow, insan tabiatını iyiye meyyal, var olan potansiyeli sayesinde kendini gerçekleştirmeyi
amaçlayan, biricik ve değerli gören hümanistik (insancıl) ekolün kurucularından biridir. 1943 yılında Abraham Maslow tarafından geliştirilen “İhtiyaçlar Hiyerarşisi”, insan ihtiyaçlarını bir piramit biçiminde sıralar. Bireylerin bu ihtiyaçları karşılamak için kendisinin gözlem ve
araştırmalarına binaen oluşturduğu bu hiyerarşik düzende en alt katmanından zirveye kadar beş farklı derece var; bunlar fiziksel ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevme/sevilme ve aidiyet ihtiyacı, değer görme ve saygınlık ihtiyacı ve son olarak kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Teorinin adından anlaşılacağı üzere, bahsettiğim bu 5 ayrı seviyedeki ihtiyaçlar insanda bir hiyerarşiyle ortaya çıkıyor. Maslow’a göre alt basamaktaki herhangi bir gereksinim karşılanmadıkça bir üstteki ihtiyacımız ortaya çıkmıyor. Yani, bir üst basamağa çıkmak için bir öncekine dair yeterli motivasyonun ve doyum seviyesinin sağlanmış olması elzemdir.
Basit bir mantığı olan bu kurama dair anlattıklarım biraz teorik ve muhtemelen mantıklı ve makul gelmiş olabilir. Kısa bir girizgahtan sonra, sadede gelelim ve Müslüman perspektifinden bu hiyerarşik düzeni ele alalım. Yukarıda zikrettiğim hiyerarşik düzen ve ihtiyaçların ortaya çıkış sıralaması, Batılı zihniyet tarafından ortaya atılmış olsa da nihayetinde bu, dünya çapında kabul gören bir kurama dönüşmüş vaziyette. Psikolojinin temel yapıtaşlarından birini oluşturan bu mantıktaki bir teoriyle hayatımızdaki ihtiyaçlar bu kadar basit bir çerçeveye indirgenebilir mi? Yahut bu sıralamayı takip etmek zorunda mıyız ki bir ihtiyacımız tamama erdikten sonra bir diğeri mütemadiyen ortaya çıksın?
Örneğin, iman etmek gibi bir ihtiyacın bu piramitte yeri nerede? Bir ay boyunca Rabbimizin “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı.” (Bakara, 183) emrini yerine getirmek maksadıyla aç kalmayı tercih eden Müslümanlar, daha piramidin ilk basamağındaki en önemli unsur olan yeme/içme ihtiyacını tatmin etmeden yüce bir gaye için, yalnızca iman ettiği için, son basamaktaki kendini gerçekleştirme ihtiyacını gerçekleştirmiş oluyor. Aslında hakikat şu ki, ilk bakışta gayet mantıklı gözüken ihtiyaçlar
silsilesinde sorgulanması gereken asıl şey, doyumsuz oluşuyla nam salmış postmodern çağın insanına deyim yerindeyse level atlatacak kadar bir ihtiyacın ‘yeterli düzeyde’ karşılanmış olmasının sübjektifliği ve imkansız oluşudur.
Yazımızın odak noktası olan en tepede yer alan kendini gerçekleştirme ihtiyacı bu kurama göre beşinci kademede kişinin maneviyata, kendisinden yüce bir gayeye yönelimini içeriyor. Dahası, ilk dört basamak tamamlandıktan sonra tüm gereksinimlerin doyuma erişmesinin ardından ortaya çıkıyor. Kendini gerçekleştirme ihtiyacı için Maslow, yaratıcı fikirler ortaya atmak, klasik ve geleneksel olmak yerine özgün bir birey olmak, sorumluluk almak ve çalışmak, bireysel değil kolektif düşünmek, bulunduğu toplumun refahını gözetmek, kendini anlamlı ve değerli bir gayeye adamak gibi bazı özellikler belirlemiştir.
Tüm bunları, temel ihtiyaçların yer aldığı gereksinimleri doyuma ulaştırdıktan sonra yapması öngörülen bireyin, sizce ilk dört kademedeki ihtiyaçlarını tatmin düzeyine ulaştırıp bir nevi bunların kölesi olduktan sonra artık kendini gerçekleştirmeye mecali mi kalacak?
Yani, manevi olana, daha yüce bir ülküye yönelmek için temel ihtiyaçların doyurulması öncelendiğinde, zaten temel ihtiyaçlarla tatmine ulaşmış konformist bireyin kendini gerçekleştirmek gibi bir ihtiyacı olmuyor veya bu ihtiyacın ortaya çıkması oldukça güçleşiyor.
Hülasa, sözde hümanist ekolün savunucularından olan Maslow’un teorideki eleştirilen aşamalı yükselme ön koşulu, insancıl olmamakla eleştiriliyor. Çünkü tatmin edilmeye çalışılan bir önceki gereksinimin doyuma ulaştırılması ve akabinde bir sonraki ihtiyacın hasıl olmasının kaçınılmazlığı insanlığı kısır bir döngüye koyuyor:
Günlük yaşantımızda yoksunluk hissetmemek gayesiyle teorinin varsaydığı yeterli doyuma ulaşmak için olabildiğince çabalamak ve ihtiyacın eksikliğinde ortaya çıkması muhtemel ‘gerilim/anksiyete duygusunu’ doyurmaya çalışmak. Hiç şüphesiz materyalist ve kapitalist bir ideolojinin psikanalitik ekolüne karşı daha insancıl olmaya çalışan kuramcılarının kendileriyle çeliştiklerinin kanıtı olan bu teori bir paradokstur. Malum ihtiyaçların giderilmesinden başka bir seçenek sunmayan sistemde arzulanan profil, ihtiyaçlarının kölesi olan modern, hazcı birey tasavvurudur.
“İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir..” diyerek tüm gereksinimleri iman paydasında bir araya getiren üstad, inançsızlık bataklığında ihtiyaçların yeterli düzeyde doyurulmasının nafile olduğunu tespit etmiş ve psikoloji ilminde kendini gerçekleştiren insanın aslında hakiki imanı elde eden Müslüman olduğunu belirtmiştir. Fizyolojik-güvenlik gereksinimlerine şatafat ve lüksiyatın nüfuz ettiği, ihtiyaçlarını bir türlü yeterince(!) karşılayamayan Müslümanlar olarak, kendi hiyerarşik ihtiyaçlarımızı sanırım gözden geçirmemiz ve şu soruyu tekrar kendimize sormamız gerekecek: ihtiyaçlar hiyerarşisine mi iman ediyoruz veya inandırılıyoruz yoksa Müslüman aklımıza mı?
Uzun zamandır aklımı kurcalayan bu konuyu yazmamın asıl sebebi, emperyalist emelleri tepetaklak eden ve aylardır Müslümanlara örneklik teşkil eden izzetli Filistin halkının sözde piramidin en üst leveli olan kendini gerçekleştirme kademesini, temel gereksinimleri göz ardı ederek ihtiyaçların hiyerarşisini Müslümanca bir yaşam tarzıyla alaşağı etmeleridir. Bu yüzdendir ki direniş ruhuna çok uzak siyonistler, hiçbir zaman kainata meydan okuyan mücahitlerin mandalitesini anlayamazlar.
Kendini gerçekleştiren, yani iman nuru ile kâinata meydan okuyan Müslümanlardan olmak duasıyla