Söz&Kalem Dergisi | Yusuf Bingöl
Yazımızın başlığını oluşturan üç kelimeye bakıldığında her biri ayrı işlenmesi gereken, bir dosya ya da tez konusu olabilecek düzeyde kavramlar olarak görülmektedir. Yüzeysel değerlendirildiğinde ise bu üç kavramın birbiriyle doğrudan alakalı konular olmadığı söylenebilir. Bilakis bahse konu kavramlar ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde dolaylı yoldan birinin diğerini doğurduğu ya da zemin hazırladığı kesin olarak anlaşılmaktadır.
Irkçılık insanlığın tarihiyle eşdeğer sayılabilecek kadar eskiye dayanmaktadır. Rengin renge, dilin dile, kültürün kültüre karşı üstünlüğünü savunan bu tez; son beş yüz yılda yol açtığı savaşlar sonucunda milyonları bulan insan kayıplarına, bazı kavimlerin dünya sahnesinden silinip kaybolmasına, bazı toplulukların ise dil, kültür ve tarihlerinin unutulmasına neden olmuştur.
Devasa imparatorlukları tarihe gömen ulusal düşüncenin nüvesinde elbette ki ırkçı kodlar yatmaktadır. Avrupa’da imparatorlukların çöküşü sonrası kendi ulusal devletlerini kuran topluluklar iç düzenlerini kurduktan sonra birbirleriyle uzlaşma yoluna giderek ortak hareket ettikleri platformlar kurmuşlardır. Amerika kıtasında da ulusal temelli savaşlar yaşanmış, kıtayı işgal eden Avrupalılar birçok ilkel topluluğu yok ederek günümüzdeki ABD’nin temellerini atmışlardır. İlk başta İngiliz ve Fransızların sömürgesi olan koloni topluluğu siyaseten bu iki devleti yenmeyi başarmış ve böylece bugünkü Batı’yı oluşturan AB ve ABD ortak bir çatı (NATO) etrafında birleşmişlerdir.
Batı dünyası milliyetçiliğin kendi içerisinde meydana getirdiği sorunları uzlaşı yoluyla çözüme kavuşturmuştur. Batılı güçler ulusal düşüncenin tıpkı kendi halklarında olduğu gibi diğer coğrafyalardaki halklar arasında da büyük karmaşalara neden olacağını ve bundan çıkar elde edebileceğini fark etmiştir. Batı bir tarafta enva-i çeşit yer altı zenginliklerine sahip olan Afrika kıtasını sömürürken bir tarafta da İslam coğrafyası olan Ortadoğu halklarını birbirine kırdırma politikası gütmüştür. Ortadoğu’daki karışıklıklar sömürgeci güçlerin o topraklara müdahalesini kolay hale getirmiştir. Ne yazık ki ırkçılık her zaman ve zeminde sömürgeciliği beraberinde getirmiştir.
Afrika’daki sömürü ve Ortadoğu’daki iç savaşlar büyük mülteci sorununu ortaya çıkarmıştır. Özgürce yaşadıkları toprakları, maddi imkânlarını, en önemlisi aile ve akrabalarını kaybeden milyonlarca insan farklı ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. Daha çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göç etmeyi tercih eden mülteciler birçok ülke sınırında, uluslararası sularda insanlık dışı muamelelere tabi tutulmuştur. Dünyadaki mültecilik sorununun en büyük müsebbibi olan Batı, kapısına dayanan mültecilere ya azgın denizlerde boğulmalarını sağlamak ya da sınır kapılarında ölüme terk etmek suretiyle çeşitli baskılar uygulamıştır. Medeniyet ve insanlık adına hiçbir değer tanımayan Batı zihniyeti mülteciler konusunda da sınıfta kalmıştır.
Batılı devletler, çıkarları uğruna sebep oldukları savaşların mağduru olan göçmenlerin bugün baş etmek zorunda kaldıkları en büyük dertlerden biri olduğunu idrak etmiş durumdadır. Bu nedenledir ki AB, ülkemize göçmenlere sınır kapısını açmaması şartıyla büyük bütçeler ödemektedir. Emperyalist emeller uğruna huzurunu kaçırdığı göçmenlerin kendi huzurunu kaçırmaması için elinden gelen çabayı sarf etmektedir.
Irkçılık sömürgeciliğe alan açtığı gibi mülteci nefretini de en üst perdeden körüklemektedir. Bu durumun en iyi örneklerinden biri ülkemizde yaşanmaktadır. Ülkemiz on yılı aşkın bir süreden beri çok sayıda göçmen alan ve barındıran ülke konumundadır. Maalesef ki göçmen politikasının doğru yürütülememesi ve göçmenlerin kontrollü olarak belirlenen noktalara yerleştirilememesi bazı ekonomik ve toplumsal sorunlara yol açmıştır. Bunun sonucunda da göçmenlere karşı olumsuz bir tutum hâkim olmuştur. Nihai noktada da ırkçılık illeti göçmen nefretini doruklara çıkarmıştır.
Milliyetçiliğin ülkemiz siyasetinde belirleyici faktörlerden biri olması bazı siyasi aktörlerin göçmen nefretini körüklemesinde büyük pay sahibidir. Tamamen ırkçı kodlarla bezenmiş, göçmen karşıtlığı dışında hiçbir siyaset üretemeyen birtakım siyasal figürler, halkta karşılık bulacağını umdukları popülist yaklaşımla toplumda gerginliğe neden olmaktadır. Birkaç puan oy uğruna sergiledikleri bu tavır birçok farklı renk ve ırkı bünyesinde barındıran ülkemizde büyük karışıklıklara neden olma potansiyeli taşımaktadır. Olması gereken ise bu konuyu popülist-milliyetçi yaklaşım yerine doğru ve akılcı yöntemlerle çözüme kavuşturma politikası gütmektir. Aksi bir durum yaşandığında ise ülkemiz diğer Ortadoğu ülkeleri gibi emperyalist güçlerin sömürü alanına dönüşme tehlikesiyle karşılaşabilir.
Allah’a emanet olun, selam ve dua ile.