İnsanlık olarak “kişiye özel” olan dünya görüşünün daha çok kutsandığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Özellikle somut olarak incelenmesinin zor veya imkânsız olduğu duygu ve düşünce gibi alanlarda “kişiye özel” olana, diğer tüm zamanlardan çok daha geniş bir alan verildiği görülmektedir. Öyle ki çağımızın bu yeni özelliği, gelişmiş dünyanın en ileri kazanımı olarak ifade edilmektedir. Buna karşın “birey” olana alan açmanın maddi getirilerinin yanında, bütün insanlar için “ortak” olan şeylerden uzaklaştırma riski taşıdığı da ortadır. Özellikle tarih boyunca “ortak akıl” veya “kamu vicdanı” gibi kavramlar ile ifade edilmiş eğilimler, “kişiye özel” olan dünyaya kurban edilme ile karşı karşıya kalabilmektedir. Bu eğilimlerden biri olan hukuk, “karşılıklı özgürlükler kıstası” ile anarşiye karşı bir nebze korunmuş olsa da bir diğer ortak eğilim olan ahlak, “kime göre?” güzelleme sorusu ile adeta anarşiye teslim edilmiştir. Halbuki hukuk ahlakın alt sınırını oluşturmaktadır ve asıl korunması gereken şey ahlak olmalıdır.
Ahlakın tanımlanması ve ahlaklının tanınmasında “ortak akıl” ve “kamu vicdanı” tarafından yıllar boyunca ilk olarak dikkat kesilen husus hep iyi ve güzel olana doğal yönelim olmuştur. İyilik, insanların büyük çoğunluğun kötülüğün yıkıcı etkilerinden korunmak için tarih boyunca sığındıkları bir korunak olagelmiştir. Zira zalim yöneticiye karşı da zalim babaya karşı da mazlumun yönelimi hep iyilik olmuştur. İyilik, kötülüğe karşı sürekli olarak hep bir güven ve emniyet merkezi olmuştur. Güzellik ise insanların çoğunun çirkinliğin rahatsızlığından korunmak için kaçındıkları mekân olmuştur. Nitekim insanlar, çirkin bir yüzden de çirkin bir bağırıştan da hep çekinmişlerdir. Oysaki insanlar güzel bir manzarayı da güzel bir ahengi de huzurun adresi olarak görmüşlerdir. Öyle ki insanalar huzurlu bir zaman dilimini yakalayabilmek için sürekli olarak güzelliğe yönelmişlerdir. Bütün bunların idrakinde olan irfan ehli de sonuç olarak “İslam, benim için iyi ve güzel olan her şeyin adıdır” demiştir[1].
Ahlakın en önemli nişanelerinden birisi de merhamete olan doğal yönelimdir. Merhamet “ortak akıl” ve “kamu vicdanı” tarafından yıllar yılı insanlar arası ilişkilerde adeta bir merhem olarak görev yapmış ve çoğu yarayı iyileştirebilmiştir. Öyle ki merhamet annenin en yüce ekipmanı görülmüş, çocuğun büyütülmesinde anneye çoğu zorluğu aştırdığına inanılmıştır. Yine merhamet babanın en büyük kazancı olarak addedilmiş ve bu kazancın aileyi doyurduğu genel kanaatine varılmıştır. Hatta merhamet sürekli olarak kardeşlerin en büyük yatırımı diye ifade edilmiş ve bu yatırımın kardeşlerin hayatlarına bereket kattığı söylenmiştir. Bundan ötürüdür ki merhamet adeta karda açan kardelen gibi girdiği ortama umut olmuştur. Yüzleri güldürerek her zaman için daha iyisinin olabileceğini hissettirmiştir. Bütün bunların idrakinde olan irfan ehli de sonuç olarak “İnsanın merhameti, kendisini düşmanlarına bile sevdirir” demiştir[2].
Ahlakta ve ahlaklıda olması beklenen bir diğer özellik ise adalete olan doğal yönelimdir. Bir bütün olarak, bir hayat yaklaşımı olarak adaletin tercih edilmesidir. Kendisine karşı bile olsa adaletin savunulmasıdır. Çünkü “ortak akıl” ve “kamu vicdanı” tarih boyunca haksızlığın yaşanmadığı bir dönemi bilmemektedir. Yine “ortak akıl” ve “kamu vicdanı” asıl önemli olanın haksızlıklar değil, bu haksızlıklara karşı takınılan tavrın olduğunu da bilmektedir. İşte bundan ötürü eğer sergilenecek bu tavır adil olan tavır ise adalet kendisi ile birlikte doğruyu, dürüstlüğü, sulhu ve nihayetinde huzuru getirecektir. Buna karşı eğer sergilenecek tavır adil olan tavır değil ise adaletsizlik kendisi ile birlikte yalanı, riyayı, fitneyi ve nihayetinde zulmü getirecektir. Netice olarak, adalet geldiği siyasete, geldiği ticarete ve geldiği talim ve terbiyeye ahlak getirmiştir. Bütün bunların idrakinde olan irfan ehli de sonuç olarak “Adalet mülkün temelidir” demiştir[3].
Ahlakın belki de en önemli özelliği ise söz ve eylem uyumuna olan doğal yönelimdir. Tutarlılık “ortak akıl” ve “kamu vicdanı” tarafından her zaman için bir gereklilik olarak ifade edilmektedir. Öyle ki insanlarda basit mantık veya matematik sorularında bile herhangi bir tutarsızlık ile karşılaşıldığında büyük bir iç huzursuzluk belirmektedir. Kaldı ki davranışlar gibi kompleks yapıda olan yapılarda tutarsızlıklar insanlarda çok daha büyük huzursuzluklar meydana getirmektedir. Bu rahatsızlıktan dolayıdır ki sözleri ile eylemleri birbiri ile uyuşmayan insanlar sürekli olarak gündemlerde yer edinmiş ve insanların büyük bir kısmı tarafından ciddi bir şekilde eleştirilmişlerdir. Onlara güvenilmemiş, kendilerine hep temkinli yaklaşılmıştır. Buna kaşı söz ve eylem uyumunda tutarlılık gösterenler için en yüksek ahlaki mertebeler yakıştırılmış ve kendilerine hep gıpta edilmiştir. Bütün bunların idrakinde olan irfan ehli de sonuç olarak “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün” demiştir[4].
Söz&Kalem - Ali Mürteza Titiz
[1] Alija Izzetbegovic
[2] Sadi Şirazi
[3] Hz. Ömer
[4] Mevlana