Mustafa Gözel | Söz&Kalem Dergisi
Kölelik İslam ile gelmiş bir durum olmadığı gibi tarih boyunca İslam kadar köleliği kaldırmaya gayret gösteren başka bir sistem de bulunmamaktadır. Kölelik insanlık tarihinin ilk yıllarından beri olagelmiş bir olgudur. Güçlü insanların, güçsüz insanlar üzerinde tahakküm kurmaya çalıştığı insanlık dışı bir sistemdir. Kölelik, sadece Hz. Peygamber (sav)’in doğduğu ve tebliğde bulunduğu Arap Yarım Adası’nda değil, dünyanın neredeyse tamamında bulunan bir sistemdi. Dolaysıyla köleliğin sadece Müslümanlar arasında olan bir şeymiş gibi göstermek tarihi gerçeklerle örtüşmemektedir. Zira dünyaya medeniyet pompaladığını sanan sözde uygar ülkelerin tümünde bile kölelik sistemi yakın döneme kadar mevcuttu. Hatta bu ülkelerin tarih sayfaları arenalarda binerce insanın gözleri önüne yırtıcı hayvanlara yem edilen kölelerin kanları ile kirlenmiştir.
Süreç içerisinde İslam, köleliği savaşsız, kansız ve kavgasız bir şekilde çok kısa sürede bitirirken, bugün kendisini ‘medeni’ diye lanse eden ülkelerde kölelik çok yakın tarihe kadar mevcuttu. Ayrıca “medeni” ülkeler köleliği kaldırmaya çalışırken bile ciddi kavgalar ve savaşlar vermiştir. Kölelik 1811 yılında İspanya ve Şili’de, 1817’de Arjantin’de, 1821’de Peru’da, 1829’da Meksika’da, İngiltere emperyalizminin sömürdüğü sömürge ülkelerinde 1833’de, Fransa’da 1848’de, ABD’de ise kanlı bir iç savaş sonrasında 1865’te kaldırıldı. Haliyle köleliğin dünyanın tümünde büyük oranda kalkması 19. yüzyılda olmuştur. Ancak kölelik bazı ülkelerde 20. yüzyıla kadar devam etti. Dünyada köleliğin resmen kaldırıldığı son ülke ise Moritanya’dır (1980).
Yahya b. Said şöyle demiştir: “Ömer b. Abdülaziz beni, Kuzey Afrika’nın zekâtlarını toplamak üzere göndermişti. Ben de oranının zekâtını topladım. Sonra kendilerine zekât vereceğimiz fakirleri araştırdım. Fakir bulamadık. Zekâtı bizden alacak kimse yoktu. Çünkü Ömer b. Abdülaziz insanları ihtiyaçtan kurtarmış, zengin etmişti. Bunun üzerine ben o zekât parasıyla köleler satın alarak onları özgürlüklerine kavuşturdum.”
Yukarıda köleliğin kaldırılış tarihlerini verdiğim batılı ülkeler ile Miladi 717 yılında yani batılı ülkelerin köleliği kaldırmasından yaklaşık bin yıl önce İslam tarihinde yaşanmış bu olay aslında İslam’ın köleliği yaklaşımını, köleliğe karşı olan tutumunu ve köleleri özgürleştirmek için verdiği mücadeleyi ve batılı ülkelerin bu konuda İslam’ın ne kadar gerisinde kaldığını gözler önüne sermektedir.
Şöyle bir soru sorulabilir: Madem İslam, insan haysiyetine ve şerefine bu denli önem veriyorsa, neden köleliği bir anda tamamen yasaklamadı?
Bu soruya şöyle cevap verebiliriz; İslam’dan önce insanlar kölelerine hayvan muamelesi yapıyorlar, hatta hayvanlara göstermiş oldukları ihtimamı kölelerine göstermiyorlardı. Yiyecek olarak kuru ekmek ve su veriyor –ki bu da merhametlerinden değil, güçten düşmemesi içindi- sürekli çalıştırılıyor ve çok kısa bir süre dinlenmelerine müsaade ediyorlardı. Kadın kölelerin evli veya çocuklu olmasına bakılmaksızın ırzlarına geçiliyor, namus ve onurları ayaklar altına alınıyordu. Netice itibariyle o bir köleydi ve sahibi onu istediği gibi kullanabilirdi. İşte İslamiyet böyle bir zamanda ortaya çıktı ve çıkar çıkmaz köleleri ve efendilerini barıştırmadan, onların arasına sevgi ve saygı tohumu ekmeden köleliği birden kaldırmış olsaydı, bu sefer kölelikten kurtulan insanlar ile eski efendileri arasında sosyal bir çatışma olacaktı. Bu sefer özgürlüğüne kavuşmuş olan köleler ile bu efendileri zaman zaman çatışacak, birbirlerinin malına, namusuna el uzatacaktı. Fakat İslam, köleliği kaldırma işlemini bir zamana yaydı ve bunun için uygun zemini hazırladı. İslam direk olarak köleliği kaldırmak yerine öncelikle köle sahiplerine kölelerine iyi davranmaları, onları kendi evlatları gibi sevip saymalarını emretti.
“Sizden bir kimse ‘Bu benim kölemdir, bu benim cariyemdir’ demesin. Bunun yerine ‘Benim oğlumdur, kızımdır’ desin.” (Buhari/Itk 17)
Öncelikle köle kavramında bir düzeltme yaptı, köle yerine evlatlık kavramını yerleştirdi. Dolayısıyla kendisine “evladım” denilen köle önceden görmüş olduğu eziyetleri, işkenceleri, insan dışı muameleleri unutmuş olacak. Önceden kendisine hakaret eden efendisi şimdi ona bir evlat gözüyle bakıyor. Bitmedi, İslam onların yaşam şartlarını da iyileştirmek için bir takım emirlerde bulundu.
“Sizin elinizin altındaki hizmetkârlarınız, kardeşlerinizdir. Her kimin kardeşi elinin altında bulunursa kendisinin yediğinden ona yedirsin, giydiğinden ona giydirsin. Güçlerinin yetmeyeceği şeyleri onlara yüklemeyin” (Buhari/İman 22)
Görüldüğü gibi İslam kölelik sistemini kaldırmadan önce, köle-efendi ilişkisini düzeltiyor. Aradaki o nefreti, o kini, o zulmü kaldırıyor onun yerine aynı giyimi, aynı yiyeceği şart koşuyor ki aynı seviyeye gelsinler diye. Aslında bir yandan da efendiyi, köleye köle yapıyor. Ona, kendisine aldığı elbiselerden alıyor, kendisine aldığı yiyecekleri alıyor.
O dönemlerde kölelerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu, dolayısıyla bu kölelere sahip olan efendilerin sayısız da az değildi. Bu iki zıt sosyal sınıfın arasını düzeltmeden, aradaki o kırgınlığı, o zulüm havasını kaldırmadan hemen kölelik kaldırılmış olsaydı, o zaman özgürlüklerine kavuşan köleler belki de örgütlü bir yapı olup, eski efendilerine karşı ayaklanacaktı ve ortaya tıpkı Avrupa’daki gibi “Proleter ve Burjuva” gibi iki zıt sosyal sınıf çıkacaktı ve bu sürekli kaos getirecekti.
İslam öncelikle bu iki sosyal sınıfı barıştırdı, eskiden kölelere yapılan muameleyi yasakladı, onları köle olarak değil belki bir evlat, bir kardeş konumuna getirdi. İki sosyal sınıfı barıştırdı. Bu barış sağlandıktan sonra İslam bu sefer köleliği aşama aşama ortadan kaldırmayı hedefledi. Bir günah işleyen kefaret olarak köle azad eder. İnsanoğlu sürekli günah işlediği için de sürekli köle azad etmek durumunda kalacaktır. Çünkü günah işlemenin sonu gelmiyor. İnsanoğlu hayatının her alanında mutlaka isteyerek veya istemeyerek de olsa günah işliyor. Dolayısıyla sürekli köle azad edecektir.
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!” (Maide/89)
Yüce Rabbimiz, bilerek-kasten yerine getirilmeyen yeminlere kefaret olarak ya on fakiri doyurmayı ya on fakiri giydirmeyi veya bir köle azat etmeyi emrediyor. Dikkat ederseniz ardından “Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır” diyor. Yani İslam’ın nihai hedefi, ortada yedirilecek, giydirilecek fakirleri kaldırmak ve azat edilmesi gereken köle bırakmamaktır. Yani öyle bir dönem gelecektir ki, insanlar günahlarının kefareti için bir fakir veya bir köle aradıklarında onları bulamayacaklardır. Çünkü İslam onları tamamen ortadan kaldırmıştır.
Yukarıda da bahsetmiştik ki o dönemlerde kölelerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Şayet İslam gelir gelmez köleliği yasaklamış olsaydı, bu sefer de özgürlüklerine kavuşan köleler sosyal hayata alışmada problem yaşayacaktı. Kölelerini kaybeden efendiler bu sefer kendi işlerini yapamaz duruma gelecek ve İslam sistemini kabul edemeyecekti. Köleler de aynı şekilde böyle bir durumda sosyal hayata alışamazlardı. Çünkü köleler o zamana kadar –insan gibi- toplum içerisinde yaşama hakkı olmamış. Özgür olsa nasıl davranacak, nasıl çalışacak bilemez ve daha düne kadar köle olduğu için insanlar kendisine iş de vermez, ticaret de yapamazlardı.
Bunun yerine İslam, o henüz efendisinin yanındayken ona sosyal bir hayat alanı açıyor. Efendisi gibi giyiniyor artık, efendisinin yediği yemekleri yiyor artık. Önceden kendisine “köle veya cariye” deniliyordu fakat şimdi kendisine “oğlum veya kızım” deniliyor. Böylece özgür insanlar gibi giyinmeyi öğreniyor, özgür insanların yediği gibi yemek yemeği öğreniyor. Özgür insanlar gibi evlat oluyor. Yani bir nevi önceden toplumdan dışlanan köle bu sefer topluma kazandırılıyor. Pek köleleri topluma kazandırma işini kim yapıyor? Önceden onu toplumdan tecrit eden, ona hayvan muamelesi yapan efendisi bizzat yapıyor. Elinden alınan insani hak ve hürriyetler bizzat önceden elinden alan efendileri tarafından geri veriliyor. Bu sosyal hak verildikten sonra artık yavaş yavaş köle azat etmeler başlıyor. Dolayısıyla kendisi kendi işini kurabilecek bir seviyeye geliyor. Hatta kendilerine iyi davranılan köleler efendilerinin yanından ayrılmak istemiyorsa o zaman İslam buna da bir çözüm bulmuştu. O çözüm de şuydu: Mukatebe, yani köle ve efendisi arasında gerçekleşen yazılı antlaşma. Köle istediği zaman özgürlüğüne kavuşabilir. Bu süre zarfında –normal bir insan statüsünde- efendisinin işlerini görebilecektir.
İslam düşmanlıktan yana değildir. Her zaman toplumsal barıştan yanadır. Bizler günümüz şartlarına göre 1400 yıl önceki sosyal şartları değerlendirdiğimizde pek de sağlıklı sonuçlara varmayabiliyoruz.
Serinin devamı gelecektir…