Söz&Kalem Dergisi - Said Gündüz
Yeryüzünün tamamını İman edenler için mescid kılan Allah’ın adıyla…
Camiler, Rabbimize gönülden bağlılık bilinciyle inanan kalpleri bir safta birleştiren, her türlü mesleki, sosyal ve sınıfsal farklarını bir tarafa bırakarak onları bir vücut gibi birbirine kenetleyen bir ruha sahiptir. Toplumsal huzuru ve saadeti temin etmek, Rabbimizin evleri olan camilerin fonksiyonudur.
Cami, İslam medeniyetinin beşiğidir. İslam tarihçilerinin ittifakıyla, cami ilk İslam toplumunun oluşumunda merkezi bir rol üstlenmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v), İslam tarihinin dönüm noktası olan hicretten sonra Medine’ye varır varmaz, ilk olarak bir mescid inşa etmeye başlamıştır. İslami kurumları oluşturmaya ve müessese haline getirmeye ilk olarak camilerden başlamıştır. Ashabıyla birlikte burada istişare toplantıları yapar, idari ve hukuki işleri görür, askeri ve politik incelemeleri ele alır, eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunur ve böylece bir kültür ve medeniyetin yapı taşlarını oluştururdu. Camiler, bu asli fonksiyonları ile İslam’ın medeniyet sistemini oluşturmuştur.
Peygamber efendimizin örnekliği açısından bakıldığında camiler, sadece ibadet yeri olmanın ötesinde bir medeniyet merkezi olma, kadim bir kültürü inşa etme gibi bir işleve sahip olduğu görülür. Nitekim camiler, yerleşim merkezlerinin oluşumunda da belirleyici olmuştur. Yeni kurulacak olan yerleşim merkezlerinde önce cami yeri belirlenmiş, sonra şehrin diğer kısımları onun çevresine kurulmuştur. Böylece camiler, Müslümanların problemlerinin çözüme kavuşturulduğu, birlik ve beraberliklerinin pekiştirildiği, sosyal dayanışmanın temellerinin atıldığı, ibadet etmenin yanında birey ve toplumun yararına birçok faaliyetin sürdürüldüğü çok yönlü işlev gören müesseseler olarak hizmet vermişlerdir.
Camiler, bulundukları yerlerin kimliği mesabesinde olmuştur. Bir yerleşim yerinde cami varsa, orada Müslüman var demektir. Cami ile irtibatlı olanlar gerek sosyal gerek kültürel olarak kimliklerini kaybetmezler. Çünkü cami ile irtibat halinde olmak demek, direk İslam ile irtibatlı olmak demektir. İslam ise insanın kimliğini koruyabilmesi için sigorta mahiyetindedir. “Bir adamı camiye devam ediyor görürseniz, onun imanına tanıklık ediniz. Çünkü Yüce Allah, ‘Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder...’ (Tövbe, 18) buyurmuştur” (Tirmizi, İman 8) hadis-i şerifi konumuza müstesna bir örnektir.
Camiinin fiziki imarına değinen ayette, camilerin maddi yönden inşasından söz etmektedir. Fakat bilinmelidir ki, esas söz konusu olan bir diğer husus da camiinin manevi işlevidir. Yani camilerin manevi yönden imar edilmesidir. Camilerin manevi imarı, çoğu kez fiziki/maddi imarından daha zordur. Çünkü maddi imar için bir araya gelmesi etkenler demir ve çimento gibi şeyler iken manevi imar anlamındaki yönü insandır. Bu yüzden manevi mimarlık daha bir özen istemektedir. Manevi mimarlığın önemi ve değeri de daha kıymetli olmaktadır.
Müslüman bireyler olarak bilmeliyiz ki, manevi mimarlık anlamında sorumluluk vazifesi hepimizin üzerindedir. Bir çocuğun, bir gencin gönlünü camiye bağlamak, cami ile rabıtasını oluşturmaya vesile olmak, üzerimizde bir sorumluluktur. Nitekim camiler, hidayet kandilleridir. Bir insanın hidayetine vesile olmanın en güzel yollarından birisi, kendisini camilere aşina etmeye çalışmaktır. Peygamber efendimizin, “Bir insanın hidayetine vesile olmak, yüz kızıl tüylü deveden veyahut üzerinden güneşin doğup battığı bütün toprakların fethinden daha hayırlıdır.” (Buhari, 7/3468) diye buyurduğu makama mazhar olmanın yolu da yine camilerden geçmektedir.
Nasıl ki geçmiş zamanlarda maddi mimarlık anlamında Mimar Sinanlar var idiyseler, aynı zamanda manevi mimar olarak da Yusuf Hemedânîler, Mevlanalar, Molla Güraniler, Gazzaliler, vardı. Nitekim maddi imar ile manevi imarın temsili, vücut ile baş gibidir. Birisi olmadan diğeri tam manasıyla varlık gösteremez. Camilerin böyle bir konuma geldiği takdirde, bulunduklarında yerleşim birimlerinde fesadın, kötülüğün ve kötü hasletlerin oluşacağı bir zemin kalmayacaktır. Çünkü cami ruhu demek, iyi ve güzel olan her şeyi etrafında cem’ eden ruh demektir. Bu anlamda çevresindeki bireylerin ve toplumların arındığı camilerin etrafı, hayır ve güzellikler ile dolar, rahmet ve bereket ikliminin oluşmasına vesile olur.
Son olarak, camilerin İslam Medeniyetinde ki manevi yeri ile ilgili Merhum Sezai Karakoç şöyle demektedir:
“Camilerimiz, toplumun en kutlu ve en canlı kurumları olduğu zamanlar, dünyanın en üstün toplumu idik. Camiyi hayattan sürmeğe başladık başlayalı, âdeta ilâhî bir ceza olarak biz de hayattan sürülmeğe başladık… Camilerinde hayatın taştığı Müslüman toplumlar gerçek anlamıyla en canlı hayatla taşacaklardır. Çünkü camiden taşarak topluma gelen hayat, ölmezlikle kuvvetlenmiş, ebedîlikten bir canlılık kazanmış bir hayat olacaktır. Camilerimiz vücutlarıyla yavaş yavaş canlandırılmaktadır. Her caminin bir de ruhu vardır. Yalnız camilerin bedenlerini, vücutlarını onarmak ve canlandırmak yetmez, ruhlarını da diriltmek, dimdik ayağa kaldırmak gerekir.” (Sezai Karakoç, Sütun II, İstanbul 1975, s. 502)
Sait Gündüz
(Bu yazının ele alınışında, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan ‘’Medeniyetin Başladığı Yer Camii’’ isimli değerli kitaptan istifade edilmiştir.)