Heykelin ve heykelciliğin İslam'daki yerini bilmem. Bununla ilgili hüküm verecek kadar ilmim de, okumuşluğum da yok zaten. Haddimi aşıp bu konunun derinliklerine inmeyeceğim. Ama bununla birlikte İslami Heykeltıraşçılığı konuşacağız sizlerle...
Her insan fıtrat üzere yaratılmıştır. İnsan özünde aynıdır. İnsan, özünde İslam'dır. İslam'ın pak çehresi her yeni doğan bebeğin simasına yansır. Ve bebek tertemiz doğar. İslam gibi...
Hadis-i Şerif'in ifadesi ile her doğan çocuk fıtrat üzere doğmuştur. Allah Firavun'u da, peygamberleri de tertemiz fıtrat üzere yaratmıştır. Dolayısıyla insan temelde temizdir. Kirlenişi sonradan olur. Kire bulaştıkça bulanır. Firavun doğunca cehennemlik doğmamıştır. Yaptıkları, amelleri, hırsı ve iddiaları onu cehennemlik yapmıştır. Bebek Firavun, cennetliktir.
Bütün heykeller özünde bir taştır. Taşı yontar, tıraşlar, şekil verir, ustalık ve sabır ile işler ve harika bir heykele dönüştürür o taşı heykeltıraş.
İnsan bir taştır, yontulmayı bekleyen. Kirden kalıplar, hamasetten sözler, günahkâr gözler taşlaşmıştır etrafında. Ve belirsiz, çok köşeli, anlamsız bir taşa dönmüştür bedeni.
Bir kaya parçasını andırır insan. Kaya parçası gibi ilk bakışta pek sevecen karşılamazsınız insanı. Anlamsız bir şekli vardır. Sivri köşeleri olan, siyah, işe yaramaz bir hacim ve ağırlıktır başta. Zira özü bozulmuş ve etrafı necaset ile doldurulmuştur. İçini göremezsiniz. Oysa devasa ve başyapıt olan heykeller bahsettiğimiz bu taşlardan meydana gelir.
Heykeltıraşçılıkta en önemli mesele fazlalıkları atmaktır. Ünlü heykeltıraş Michelangelo'ya bu harikulade heykelleri nasıl yaptığını sormuşlar. Cevaben heykelin aslında mermerin içinde saklı olduğunu, kendisinin ise sadece fazlalıkları atarak saklı güzelliği ortaya çıkardığını söylemiştir. Zira heykel özdür, temeldir, asıldır. Sonradan yapma değildir.
İnsan, fazlalıkları ile özünden uzaklaşır ve anlamsızlaşır. Fazlalıklar, insanı çirkinleştirir. Fazlalıklar derken bir sınır çizmiyorum. İnsanı çirkinleştiren, bozan, fıtrattan uzaklaştıran, taşlaştıran her şey fazlalıktır. İnsan en temele indirgediğimizde bu fazlalıklardan beridir. Fakat zaman, şartlar, nefis gibi etmenler bu fazlalıkları birer birer insana mıhlar. Fazlalıklar yapıştıkça insan mânâsını kaybeder. Şeklini kaybeder. Özünü kaybeder. Kendi içerisinde kaybolur. Dışardan bakılınca bir kaya parçasından farkı kalmaz. Artık tek misyonu hacim kaplamaktır o saatten sonra.
Gelelim İslami heykeltıraşçılığa. İslam; fazlalıkları atma sanatıdır. İslam, insanın özünü bulma çabasının adıdır. Zira insan, İslam ile doğmuştur. Gaye de İslam üzere ölmektir. Müslüman her bireyin sorumluluğu başta kendisinin olmak üzere bütün insanlığın heykeltıraşı olmaktır. Fazlalıklarını yontmaktır insanlığın. Biraz sağdan/hırs, biraz soldan/adavet, biraz aşağıdan/kin, biraz yukarıdan/nefret tıraşlamak gerekir taşlaşmış bedenlerimizi.
Ancak o zaman özümüzdeki İslam'a ulaşmak mümkün olur. Hiçbir insan yoktur ki özünde misyonu sadece hacim kaplamak olsun. İnsanın misyonu önce heykel sonra heykeltıraş olmaktır. Ve heykel de heykeltıraşçılık da kimimizin keşfettiği kimimizin henüz keşfedemediği içimizde saklı bir cevherdir.
Dünyanın güzelleşmesi ancak insanlığın özünü bulması yani İslamlaşması ile mümkündür. Bu minvalde İslami genç dinamizme ağır görevler düşmektedir. Her birimizin en usta heykeltıraş olup, insanları özüne döndürme görevi vardır. Eşyada, insanda ve zihinde aslolana rücu etmek ve ettirmek vazife-i ekberdir bizlere. Vakit en güzel keskilerimizi elimize alıp yontmaya ve oymaya başlama vaktidir. Şimdi başlayıp özü bulana kadar yontma vakti...
En güzel heykellerimizle dünyayı özüne döndürme/İslamlaştırma duasıyla...
Söz&Kalem | Hüseyin Gülsever