Söz&Kalem Dergisi - Said Gündüz
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla...
Kısaca yaşam öyküsü:
Tam adı Ebu Abdullah Haris bin Esed; nefsini sürekli hesaba çekmesi, daima bir murakabe ve muhasebe halinde olduğundan el-Muhâsibî (nefsini ve amellerini sorgulayan, tedkik eden) ismiyle tanınan Bağdat ekolunun kurucularından, ilk dönem suffilerinden, kelamcı ve filozof Haris el-Muhâsibî. Miladi 781 yılında, Mu’tezilenin merkezi olan Basra’da Mu’tezili bir babanın oğlu olarak doğdu. Henüz genç yaşlarında iken gerek dönemin Basra’sında hakim olan görüş olması gerekse de babasının telkinleri ile Mu’tezileye meyletti. Fakat hemen akabinde bu düşüncesinden vazgeçip Bağdat’a gitti. Burada Vekî bin Cerrah ve Süleyman bin Davud gibi büyük âlimlerden ders aldı. Bir süre İmam Muhammed bin İdris eş-Şafii’nin öğrenciliğini yaptığı da nakledilir. İtikadı anlamda babası ile anlaşmadığı için babasından kendisine miras kalan yetmiş bin dirhem gibi büyük bir serveti de almayı kabul etmeyip zühd ve istiğna içerisinde bir yaşam sürer.
Gençlik yıllarında sıklıkla hadis ilmi ile meşgul oldu. İlerleyen yaşlarda Ehl-i Sunnet kelamının teşekkül sürecini oluşturdu. Aynı zamanda Kur’an ilimleri üzerine çalışmalar yaptı. İbni Abbas ve İbni Mes’ud gibi sahabe müfessirlerden sıklıkla nakillerde bulunurdu. Er-Riaye isimli eserinden sonra en hacimli eseri olan Fehmul Kur’an eseri, tefsir usulü ile ilgilidir. Kur’an’ı anlama ve idrak etmedeki metod ve yöntemi, bir müfessir edasıyla anlatmaktadır. Bir dönem, Muhammed bin Nasr gibi bazı ünlü alimlere fıkıh dersi verdiği de bilinmektedir. Bereketli ömrünü ilim ve irfan ile geçiren el-Muhasibi, miladi 857’de Bağdat’ta vefat etmiştir.
Bir hayat, bin nasihat!
Çok yönlü alimlerin başında gelen el-Muhasibi, Kelam ve Tasavvufu mezcettiği için Suffi-Filozof kimliği ile de tanınmaktadır. Biz de bu yazımızda el-Muhasibi’nin daha çok Suffi yönüne temas edeceğiz. Hayatından ilk önce kendimize olacak şekilde dersler, ibretler ve nasihatler aktarmaya çalışacağız. Nitekim ruha itina göstermek, İslam’ın esaslarını tam manasıyla anlamak ve onunla amel etmek, günümüz insanın muhtaç olduğu bir şeydir. El-Muhasibi gibi bu dinin öncülerinin yolları isabetli, hayırları çok, amelleri berrak, güzergahları engebesiz, niyetleri sağlam ve ilimleri rasihtir. Öyle ki, İbni Arabi gibi büyük arifler bile onlar için şöyle söylemektedir:
“Geçmiş dönemdeki alimler-salihler, misk gibidirler. Zaman gittikçe kokuları daha da güzelleşir.”
Haris el-Muhasibi; Başta Resulullah (s.a.v)’in hayatından, akabinde sahabe toplumunun yaşam biçiminden ve kendi çağdaşları olan Bişr-i Hâfî, Zünnun-i Mısri ve Rabbia el-Adeviyye gibi Suffilerden etkilenerek zühd ve irfan yoluna girmeyi tercih etmişti. Manevi gelişim hâlini kendisi için bir metod olarak kabul ettiği evreyi şöyle anlatmaktadır:
“Günlerden bir gün Resulullah (s.a.v)’in şu hadisini okudum, ‘Mizan’a konulacak amellerin en ağırı güzel ahlâktır.’ Bu hadis benim hayatımın akışını değiştirdi. Akabinde nefsimde sürekli devam eden bir muhasebe hali hasıl oldu. Bu hal üzere nefsimi, ruh ve gönlümü sürekli ıslaha etmeye çalıştım. Akabinde bu hadisi şu şekilde anlamlandırdım. ‘Güzel ahlak, eziyete tahammül, kızmamak, şefkatli ve merhametli olmak, herkese tatlı dil ve güleryüz gösterebilmektir.”
Günlük yaşamında, sürekli hal ve hareketlerini kontrol eden, nefsini sorgulayan ve kendisini hayır ve fazilet dolu amellere sevk etmeye çalışan el-Muhasibi, İslami kavramlara manevi tanımlar getirmekle de bilinmektedir. Örneğin bir keresinde kendisine bazı dini kavramları soran bir grup Müslümana şöyle söylemektedir:
“Biliniz ki ilim, korkuyu giderir. Zühd, gönül rahatlığını oluşturur. Marifet, tövbe ve istiğfarı beraberinde getirir.’’
Orada bulunan âlimlerden birisi insanın ne şekilde hayırlı ve güzel işlere mazhar olacağını sorunca da şöyle el-Muhasibi şöyle cevap verdi: ‘’Bir kimse içini muhasebe, murakabe ve ihlasla sağlamlaştıracak olursa, Allah da onun dışını mücahede ve sünnete uyma suretiyle güzelleştirir.”
El-Muhasibi, tasavvuf ve irfandaki bid’at ve sapmalara karşın da sürekli mücadele eder ve bu yolun sadece Kur’an ve sünnetle takip edilmesi gerektiğini savunurdu. Yer yer tasavvuf ekolünde görülen şatahat/galatat gibi zahiren dinin asli ilkelerine uymayan ve sekr halinde söylenen söz ve düşünceleri kabul etmezdi. Eserlerinde de bu tür şeylere yer vermedi. Bununla ilgili çağdaşı olan İmam Ahmed bin Hanbel ile aralarında şöyle bir mesele geçtiği nakledilmektedir:
İmam Ahmed bin Hanbel’e bir gün Muhasibi’den bahsederek dediler ki: “Bütün konuşmalarında Tasavvuftan bahsediyor ve konuşmalarına âyet ve hadislerden deliller getiriyor. İsterseniz hissettirmeden gidip dinleyelim.” İmam Ahmed kabul etti ve gittiler. O’nun meclisinde bir gece bulundular. Dönüşlerinde İbn Hanbel gördüklerini şöyle anlatıyor:
“Akşam vakti yanlarına vardık, ezan okundu. Hemen kalkıp cemaate imam oldu ve namaz kıldırdı. Akabinde, “Soru sormak isteyen var mı?” diye sordu. İhlâs ve riya üstüne çeşitli sorular soruldu. Hepsine âyet ve hadislere göre cevaplar verdi. Vakit hayli ilerlemiş, nerede ise gece yarısı olmuştu. Haris, bir hafıza Kur’an okuması için işaret etti. Okunan Kur’an ayetleri huşu ve gözyaşı ile dinledi. Kur’an tilaveti bitince o, hafif sesle dua yaptı ve yatsı namazı için ayağa kalktı. Onların bu halini görmekten pek memnun oldum. Çünkü ben, tasavvuf erbabını daha başka şekilde duymuştum. Onlar hakkındaki kanaatim pek iyi değildi. Allah beni bağışlasın, şimdi kanaatimi tashih ettim.”
Nefsi dizginlemenin ve ahlakı güzelleştirmenin en tesirli yolunun sürekli nefsi muhasebe etme olduğunu vurgulayan el-Muhasibi ile ilgili şöyle bir kıssa da anlatılmaktadır:
Suffilerden birisi, Seri es-Sakati’nin nefsini muhasebe ettiğini gördü. Bu hale çok beğenip kendisine sordu. Seri es-Sakati şöyle söyledi: ‘’Nefsi muhasebede üstadımız olan Haris el-Muhasibiden öğrendik. Kendisi muhasebe ve murakebe için otururken o kadar hassas ve incelikle davranıyordu, çoğu kez biz kendisinin muhasebe hali üzere canını teslim ettiğini düşünürdük.’’
Er-Riaye li Hukukillah isimli eserinde, nefsini muhasebeye çekmek isteyenlere öncelikle bu amellere dikkat etmesi gerektiğini söylemektedir:
1-)Doğru veya yanlış, bilerek veya bilmeyerek Allah adına yemin etme!
2-) Dünya ve ahiret bakımından izzet ancak Allah’ın takdirine bağlıdır. Bu yüzden kendini hiç kimseden daha iyi görme!
3-)Söz, fîil ve hareketlerinle kimseye beddua etme, kimseden karşılık bekleme!
4-)Kimsenin aleyhinde kafirdir, münafıktır, müşriktir, deme!
5-)İçinle ve dışınla günaha asla yönelme!
6-)Kimseyi incitme ve kimseye yük olma!
Tüm hayatı ilim, zühd, vera, irfan ve takva üzere geçen Haris el-Muhasibi’nin hikmet ve maneviyat menbaı birkaç vecizesi ile yazımızı noktalayalım:
-“Kulluk, insanın, acizliğini idrak edip, anlamasıdır.”
-“Eğer kulun başına bir belâ gelecekse, bunun alâmeti kalbin Allah’u Teâlâ’yı anmamaya başlamasıdır. Artık kalb, bundan sonra gaflete dalar.”
-“Her şeyin bir cevheri, özü vardır. İnsanın da cevheri, akıldır. Aklın cevheri sabırdır. Kim Allahü teâlânın verdiği nîmetlere şükretmezse, o nîmetin elinden alınmasını istemiş olur.”
-“Gayretini, başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nefsini ıslâh etmek için harca.”
-"Üç şeyi kaybettik; günahlardan korunmayarak güzel yüzü, emanete riayet etmeyerek güzel sözü, vefakarlıkta bulunmayarak güzel kardeşliği."