Mescidi aksa ve çevresindeki topraklarda yaşanan çatışmalar uzun yıllardır tüm dünyanın gündeminde yer almaktadır. Kimi zaman bu çatışmaların etkisi azalsa da genellikle hemen her gün o bölgeden acı haberler gelmeye devam etmektedir. Özellikle ramazan ayının son günlerinde, İsrail’in Gazze’deki Müslümanlara yönelik saldırılarının dozu artmakta, bayram öncesi yüzlerce Müslüman katledilerek bayramların acı içinde geçmesine neden olunmaktadır.
Peki çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksa, Kudüs ve etrafındaki topraklarda yaşanan bu çatışmalar ne zaman başladı? Ne oldu da İsrail ya da Siyonist Yahudiler pervasız bir şekilde bunca masum insanı öldürme cüretini kendilerinde buldular? Öte yandan hemen hemen her gün bebek ve kadınlar öldürülürken dünyanın güçlü devletleri nasıl oldu da böylesine bir duyarsızlığa kapıldılar? Ya da Filistinli Müslümanlar bunca zulüm ve acımasızlığa rağmen, neden direnişlerinden vazgeçmeyi bir an bile akıllarına getirmediler?
En sonda vereceğimiz cevabı en başta verelim. Çünkü İsrail devletinin varlığı meşru değildir. Meşru olmayan bir devletin uzun süreli yaşaması da mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki İsrail, bu gayri meşru durumunu gizlemek için onlarca katliam yapmaktadır. Bundandır ki Siyonist lobilerden paralar kopartan dünya güçleri yaşanan hadiselere sessiz kalmaktadırlar. Ve yine bundandır ki Filistinli Müslümanlar meşru olmayan İsrail devletinin bir gün yıkılıp gideceğinden emin oldukları için direnişlerinden vazgeçmemektedirler.
Peki İsrail devletinin yıkılmasına neden olacak gayrı meşruluk nereden gelmektedir. Bu durumun birçok sebebi olmasına rağmen, onları üç başlık altında toplayabilmek mümkündür. Geliniz hep birlikte bu üç sebebi incelemeye alalım.
Birinci Sebep: Yahudilikte ‘Üstün Irk’ inancı olduğu için gayrı meşru İsrail devleti yıkılmaya mahkumdur
Yahudiliğin kutsal metinleri yıllar önce Yahudi din alimleri tarafından değişikliğe uğratıldılar. Öyle ki, Kabala’nın ve bozulmuş olan Tevrat’ın çoğu yerinde Yahudi ırkının diğer insanlardan üstün olduğunu belirten ifadeler serpiştirdiler. Bugün de Yahudi din alimleri bu metinleri sıkı sıkıya takip etmektedirler.
Örneğin, Tesniye bölümünde şu ifadeler yer almaktadır: "Siz Allah’ınız, Rab’bin oğullarısınız… Çünkü, siz Allah’ınızın mukaddes bir kavmisiniz ve Rab üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak, kendine has bir kavim olmak üzere sizi seçti." (Tevrat, Tesniye Bölümü, 14/2). Bu güya kutsal ifadelere göre Yahudi ırkı üstün ırk, diğer insanlar (Goyimler) ise Yahudiler tarafından idare edilen kişiler olarak belirlenmişler.
Ayrıca Goyimlere, yani Yahudi olmayanlara yönelik muamele de Yahudilerin kutsal metinleri tarafından belirlenmektedir. Yine Tesniye bölümünde şöyle denilmektedir: "Ve Allah’ın, Rabb'in sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak." (Tevrat, Tesniye Bölümü, 7/16). Levilililer bölümünde ise şöyle denilmektedir: " Önünüzden kovacağım ulusların (Goyimlerin) törelerine göre yaşamayacaksınız. Çünkü onlar bütün bu kötülükleri yaptılar. Bu yüzden onlardan nefret ettim. Oysa, Siz onların topraklarını sahipleneceksiniz. Bal ve süt akan bu ülkeyi size mülk olarak vereceğim, dedim. Sizi öteki uluslardan ayrı tutan Tanrınız RAB benim.” (Levililer Bölümü, 20/23-24).
İşte bu ırkçı inançtan ötürü Yahudiler birlikte yaşadıkları diğer insanlar ile tarih boyunca bir kavga içerisinde olmuşlardır. Sürekli olarak onlara hükmetme, onların mallarına el koyma, canlarına kastetme vb. nedenler ile sürekli olarak diğer insan toplulukları ile çatışma halinde olmuşlardır. Kozmopolit bir yapıya sahip olan Kudüs şehri ve Filistin toprakları da önceleri Mısır Firavunlarının hâkimiyeti altındayken ancak Hz. Davut döneminde tam olarak Yahudilerin kontrolüne geçmiştir. Hz. Davut’un oğlu Hz. Süleyman da buradaki meşhur Süleyman mabedini inşa etmiştir. Lakin Yahudiliğin seçilmiş insan anlayışı yüzünden ve peygamberlerinin hak olan buyruklarını ters yüz etmelerinden dolayı İsrail oğulları Hz. Süleyman’dan sonra barış ve huzurdan mahrum kalmıştır.
Filistin toprakları daha sonraları sırasıyla Babil, Pers ve Roma imparatorluğunun hakimiyetine girmiştir. Bu topraklarda çok büyük katliamlar işlenmiş hatta Kudüs şehri baştan sona yakılmıştır. Yahudiler de ya kılıçtan geçirilmiş ya da bu topraklardan sürgüne gönderilmiş. Görüldüğü üzere Yahudiler tarih boyunca Kudüs ve çevresine bir şekilde gelip yerleşebilmiş, lakin orada yaşayan diğer halkların hakkına girip sürekli olarak fitne ve fesada sebebiyet verdikleri için en ağır muamelelere maruz kalmışlardır.
Bugün de Filistin topraklarında yaşananlar aynı doğrultuda ilerlemektedir. Yahudiler kendilerini üstün insan olarak görmektedirler. Temmuz 2018’de İsrail kendisini resmi olarak Yahudi ulusunun devleti olarak tanımlamış ve ikinci resmi dil olan Arapçanın bu statüsünü kaldırmıştır. Yine aynı tarihte Filistinli Arapların evlerini gasp edip Yahudi yerleşimcilere verilmesini de ulusal çıkarlar olarak tanımlamışlardır. Böylece bir kez daha gizli tuttukları kibirlerini açığa vurmuşlardır.
Şeyh Jarrah mahallesi ve Filistin’deki yaşanan son çatışmaların fitili olan hadise de Yahudi bir işgalcinin Müslüman bir ailenin evini güya kendi Rab’lerinden aldığı icazet ile zorla gasp etmeye kalkışmıştır. Pişkince eğer kendisinin almaması durumunda başka bir işgalcinin o evi alacağını belirtmiştir. İşte, bu hadise İsrail oğullarının kendilerini üstün insan görme ve diğer insanlara karşı her türlü ayrıcalığa sahip olduklarına dair inançlarının son örneğidir.
Halbuki Yahudiler bunun yerine bütün insanların eşit olduklarına inanıp, birlikte yaşam kültürünü benimsemiş olsalardı belki de sonu kendileri için hep hüsran olan bu muamelelere maruz kalmamış olabilirlerdi. Lakin, Kuran-ı kerimde ifade edildiği gibi, "....Yahudiler: "Biz, Allahın çocukları ve sevgilileriyiz." derler. De ki: "Hayır, siz de onun yarattığı birer insansınız." (Maide Suresi, 18) buyruğuna gelmedikleri müddetçe Yahudiler için durum hiçbir şekilde değişmeyecektir. İşte bundan dolayıdır ki Yahudiler ve İsrail devleti için sonuç da aynı doğrultuda olacaktır. Meşru olamayan İsrail devleti yıkılacaktır.
İkinci Sebep: 1948’de kurulan gayrı meşru İsrail devleti emperyalizmin Yahudilere bir hediyesi olduğu için İsrail devleti yıkılmaya mahkumdur
İsrail devletinin meşru olmadığına dair bir diğer neden de bu devletin emperyalist sömürünün Yahudilere para karşılığı bir hediyesi olmasındandır. 1917 yılında Balfour deklarasyonu ile İngiltere dışişleri bakanı, Siyonist önder Lord Rostchile bir mektup göndererek Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulacağı sözünü vermektedir.
Evet, yanlış okumadınız. Bu sözü veren İngiltere dışişleri bakanıdır. Ve söz verilen yer Filistin topraklarıdır. Bu durumda kimse Filistin’de yaşayan insanlara danışma ihtiyacı hissetmemiştir. Filistinlilerin buradaki fikrini kimse dinlememiştir. İngiltere, emperyalist bir tavır ile başka insanların topraklarını Yahudi zenginlerine peşkeş çekmiştir. Bu tarihten itibaren dünyanın farklı yerlerindeki Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmeleri hızlandırılmıştır.
1922 yılına gelindiğinde Müslüman nüfus yaklaşık olarak 600 bin iken Yahudi nüfus ise 80 bin civarındadır. Buna rağmen 1937 yılında BM ülkeyi ikiye bölme teklifini düşünmüştür. Lakin bununla yetinilmemiş, 1948 yılında Filistin topraklarının hiçbir yerinde Yahudi toplumu çoğunlukta değilken İsrail devletinin kurulması kararlaştırılmıştır. Ellerinde yetkiyi bulunduran BM ve İngiltere hiçbir şekilde bir Filistin devletinin de gerekliliğinden bahsetmemiştir. ABD’nin övünerek bitiremediği Wilson ilkeleri çiğnenmiş ve Filistinlilerin kendi kendilerini idare edecek bir devletlerinin kurulması yönünde hiçbir katkıda bulunulmamış hatta bu girişimlere sürekli olarak engel olunmaya çalışılmıştır.
Bu tarihten sonra zaten kan ve gözyaşı dinmemiş, gayrı meşru İsrail devleti sürekli olarak Müslüman kanı dökmeye devam etmiştir. Deir Yasin, El halil camii, Sabra ve Şatilla katliamları bunlardan sadece birkaçıdır. Filistinliler ise ellerinde taşları ile bu işgal ve etnik soykırıma karşı sürekli olarak karşı koymaya devam etmişlerdir. Gelinen noktada İsrail’in emperyalist emelleri daha da gün yüzüne çıkmaktadır. Dünya ülkelerinin iki devletli çözümüne de karşı çıkmakta olan İsrail, Kudüs’ü de 2017 yılında resmi başkenti olarak ilan etmesiyle, Filistin diye bir yerin olmadığına dünya kamuoyunu ikna etmeye çalışmaktadır.
Ama şu bir hakikattir ki zulüm ile abat olunmaz. Kurulduğu ilk günden beri hukuksuz bir şekilde ayakta kalmaya çalışan İsrail’e Filistinliler, dünya Müslümanları ve vicdanlı her insan karşı durmaya devam edecektir. Bundan dolayı gayrı meşru olan İsrail devleti yıkılıp gidecektir.
Üçüncü Sebep: Tarihi bir tecrübe olarak, Müslümanların hakimiyeti altında olmayan Kudüs ve çevresindeki topraklarda adalet ve huzuru tesis edilemeyeceği için gayrı meşru İsrail devleti yıkılmaya mahkumdur.
Şu tarihi bir hakikattir ki, neredeyse tarihteki bütün büyük güçler için bir savaş ve mücadele alanı haline gelmiş Filistin toprakları ancak Müslümanların hakimiyeti altında iken oradaki insanlar güven ve huzur içerisinde yaşayabilmişlerdir. Bu duruma delil olarak Kudüs şehrinin Müslümanlar tarafından iki defa fethedilirken yaşanan hadiseler yeterlidir.
Kudüs şehri ve etrafındaki kutsal beldeler, ilk olarak Hz. Ömer döneminde 638 yılında fethedilmiştir. Bu tarihte Kudüs şehrinin kapı anahtarları bizzat Kudüs’ün baş patriği tarafından Hz. Ömer’e teslim edilmiştir. Hz. Ömer Kudüs’te yaşayanlara 10 maddelik bir emanname vermiş ve orada bulunan herkesin can, mal, namus ve din ve vicdan hürriyetini sağlamıştır. Hatta Hz. Ömer, şehirde iken namaz vakti geldiğinde baş patrik tarafından Kıyamet Kilisesi’nde namaz kılmaya davet edilmiştir. Ancak Hz. Ömer, Hristiyanlara bırakılan ve Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yer olarak bilinen bu mekânın Müslümanlar tarafından mescide çevrileceği endişesiyle orada namaz kılmayı reddetmiş; ona yakın bir mekânda dışarıda namazını kılmıştır.
Ayrıca Hz. Ömer, Mescid-i Aksâ’nın bugün kendi adıyla anılan mescidin bulunduğu bölümlerinin Bizanslılar tarafından çöplüğe dönüştürüldüğünü görmüş, buna üzülmüş ve burayı derhal temizletmiştir. Halife, bu iyiliklerine karşılık, şehirden ayrılırken Kudüs Hristiyanlarının Müslümanlar aleyhine düşmanla işbirliği yapmayacakları ve Müslüman olmak isteyenleri engellemeyeceklerine dair bir ahidname imzalamıştır.
Kudüs’ün ikinci kez fethi de meşhur komutan Selahaddin Eyyubi tarafından gerçekleşmiştir. "Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki..." diyen Selahaddin bir günde 70 binden fazla kişiyi öldürüp Kudüs’ü kan gölüne çeviren Haçlılara karşı savaşmış ve tarihte Hittin savaşı diye bilinen savaş ile Kudüs’ün tekrar özgür olmasını sağlamıştır. Selahaddin Eyyubî Kudüs’ü Haçlıların elinden kurtardıktan sonra Müslümanlardan bazıları intikam olarak Kudüs’teki Kıyamet kilisesini yıkma teklifiyle Selahaddin’e geldiler. Çünkü Haçlılar Kudüs’e geldiklerinde her şeyi yakıp yıkmış, çok fazla Müslümanı katletmişlerdi. Ama Selahaddin Eyyubî Allah korkusu olan biriydi ve bu teklifleri reddetti. Bunun yerine Hz. Ömer’in emannamesi’ne bakmayı tercih etti. O emanname ki Beytülmakdis’ten tüm dünyaya yayılan, İslam’ın Hıristiyanlara hoşgörüsünün ifadesidir. Bu emanname ile açıkça Hristiyanlara istedikleri gibi ibadet edebilme özgürlüğü verilmiş, kilise inşa etmelerine izin verilmiş, kendi işlerini kendileri görmelerine müsaade edilmiştir.
Tüm bu tarihi gerçekler ortadayken, Kudüs ve Filistin topraklarının nüfus itibari ile büyük çoğunluğu Müslümanlardayken, Müslümanların hakimiyeti altında olmayan bir Kudüs’ün huzur ve güven içerisinde yaşayacağını düşünmek en hafif tabir ile saflıktır. Bundan dolayıdır ki bugün Kudüs ve Filistin halkı tekrar bir Hz. Ömer, tekrar bir Selahaddin Eyyubi beklemektedir. Hiç şüphesiz yeni kahraman geldiğinde gayrı meşru İsrail devleti de yıkılıp gidecektir İnşaallah.
Peki meşru olmayan İsrail devleti ne zaman yıkılıp tarih sahnesinden çekilecektir. Böylece Kudüs ve Filistin topraklarında yaşayan insanlar huzura kavuşacaktır. Hiç şüphesiz bunu en iyi bilen yüce Allah’tır. Lakin Filistin direnişinin unutulmaz lideri, 2005 yılında tekerlekli sandalye ile sabah namazından çıktıktan sonra evine dönerken İsrail füzeleri ile katledilen Şeyh Ahmet Yasin, İsrail diye bir varlığın Allah’ın izni ile 2027 yılı itibari ile olmayacağını ifade ediyor. Gerçekten bu müjde bu kadar yakın mıdır? Kim bilir? Günler Allah’ın elindedir ve O da onları insanların arasında çevirip durmaktadır. O’na hamdolsun.
Söz&Kalem | Ahmet Çalışkan