Dilin afetleri nelerdir?
Yalan: Kişinin, gerçeği gizleyip, bildiğinin aksini söylemesi; hakkında bilgi sahibi olmadığı bir konuda biliyormuş gibi konuşmasıdır. Allah Teâlâ, Ahzab suresinde, insanların sözün en güzelini ve doğrusunu söylemelerini emrederken, kötü sözlerden de uzak durmalarını bildirmiştir.
Yalanın fıtratla bağdaşmayan ve İslam’ın özüne aykırı bulunan bir davranış ve büyük bir günah olduğunu ve Müslümanda asla bulunmaması gerektiğini Efendimiz buyurmuşlardır: “Safvan İbnu Süleym (r.a.) anlatıyor: Bir gün Peygamberimize sorulmuş: “Mü'min korkak olur mu?” Peygamberimiz cevap vermiş: “Olabilir.”, “Mü'min cimri olur mu?” diye sorulunca, Peygamberimiz: “Olabilir” buyurmuş, “Mü'min yalancı olur mu?” denilince, Peygamberimiz: “Hayır, olamaz”, buyurmuş.”
Hz. Peygamber (s.a.v) şaka ile dahi olsa yalana müsaade etmemiş ve şöyle buyurmuşlardır:
“Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler! Yazık ona, yazık ona!”
Yalancı şahitlik: İnsan huzurunu bozup, hakkını zayi eden, toplumları ifsat edip kötülüklere kapı açan ve adaletin yıkılmasına sebep olan kötü bir durumdur. İçinde hem yalan hem de iftira boyutu vardır. Allah Teâlâ Furkan ve Nisa surelerinde bu hususta açıklamalar getirmiştir. (Furkan/72, Nisa/135)
Peygamber Efendimiz yalan şahitlik konusunda söylediği sözleri pek çok kez tekrar etmek suretiyle bizlerin dikkatini çekiyor ve konunun ne kadar tehlikeli olduğunu ifade ediyor:
“Hz. Peygamber (s.a.v) bir keresinde “Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?” buyurdular. Orada bulunan sahabelerin: “Evet, bildir, ey Allah'ın Resulü”, demeleri üzerine, Peygamber efendimiz: “Allah'a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelmek”, buyurdu. Sonra da yatmakta olduğu yerden doğrulup oturdu ve: “İyi dinleyin, bir de yalan şahitliğidir”, buyurdu. Bu sözü durmadan tekrar ediyordu. Orada bulunanlar: ‘Keşke sükût buyursalar’ dediler.”
Şahitlik Allah için, adaleti tesis etmek için, hak sahibine hakkını iade etmek için yapılmalıdır.
Unutmayalım ki yalan şahitlikte bulunmakla, hak sahibine iftira atılıyor, zulmediliyor, kul hakkına giriliyor, cehennem ateşi harlanıyor, suçsuz yere insan karalanıyor, asıl suçlunun suçu örtbas ediliyor, aleni olarak büyük günah işleniyor, Açıkça Allah’ın rızasından uzaklaşılıyor, adalet bozuluyor, toplumsal zedelenmelere ve felaketlere sebep olunuyor.
Yalan yere yemin: Bilindiği üzere İslam âlimlerimiz ayeti kerimelerden hareket ederek yemini üç kısma ayırmaktadırlar. Yemin-İ Lağv, Yemin-İ Mün’akide Ve Yemin-İ Ğamus. Konumuzla ilgili olan, son kısımda zikredilen yemin çeşididir. Yemin-i Ğamus: Kişinin yalan olduğunu bile bile yemin etmesini ifade eder. Bu tür yemin için kefaretten daha fazlası gereklidir. Zira imanî bir konudur. Dolayısıyla insanın imanını yeniden gözden geçirmesi, iyi bir tövbe etmesi gerekir.
Her ne şekilde olursa olsun yalandan ve yalanla iş görmekten uzak durmalıyız. Sonuç itibarı ile yalan, yalan şahitlik ve yalan yere yemin etmek, bizi ateşin yakıcılığıyla kasıp kavuran bir illet olarak karşımızda durmaktadır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yalan kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı alışkanlık haline getirir de sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir.”
İnsan diline sahip olmalı ve her işittiğini doğruluğunu bilmeksizin konuşmamalıdır. Resulullah efendimiz bu konuda bizleri uyarıyor ve şöyle buyuruyor: “Her işittiğini söylemesi insana yalan olarak yeter.”
Bu husus, atasözlerimizde de detaylı bir şekilde işlenmiştir.
Çok mal, haramsız; Çok laf, yalansız olmaz.
Şehrin yukarısında bir yalan söyledim, aşağısında kendim de inandım.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış.
Günümüzde ise bazı sözleri o kadar sık ve içi boş bir şekilde, yalan olduğunu bildiğimiz halde söylüyoruz ve inanıyoruz ki artık onları yalan kategorisinde dahi görmüyoruz. Mesela: İki saat kapıda bekledim, Seni beş dakika sonra arayacağım, İki dakikaya orada olacağım, Vallahi sarı ışıkta geçtim memur bey vs. bunlara en bariz örneklerdir.
Ebû Ümâme el-Bâhilî r.a’dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine ben kefilim. Şakadan bile olsa yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefilim.”
İftira: “Kişi, suçu ispatlanıncaya kadar masumdur” gereğince mümin duyarlılık göstermeli ve delil olmayan, hele hele iffet ve namusun söz konusu olduğu durumlarda sükût etmeyi bilmelidir. İftira atanların hem dünya hayatları, hem de kıyamet ahvalleri üzerine Allah Teâlâ Kur’an’ı Kerimde lanete uğrayacaklarını bildirerek, bizlere, ağızdan çıkan her şeyden dolayı sorumluluk yüklendiği hatırlatmaktadır.
Gıybet: Ebu Hureyre (r.a) rivayetle Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?” “Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” dediler. Bunun üzerine: “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” dedi. Orada bulunan bir adam: “Ya benim söylediğim şey onda var ise?” dedi. Efendimiz “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa iftirada bulundun demektir.” buyurdu.
Koğuculuk: Birinden duyduğu sözü diğerine aktarmak anlamına gelen koğuculuk, insanların arasının açılmasına ve toplumda huzurun bozulmasına sebep olan kötü huylardan biridir. İki kişi arasında götürülen söz doğru olsa dahi araların bozulmasına sebep olduğu için Nemmamlık olarak kabul edilir. Laf getirip götürenler insanların arasını bozmakla kalmıyorlar, bazen düşmanlıklara, kin, nefret, intikam, düşmanlık gibi geri dönülmez hatalara sebep olmaktadır.
Hz. Huzeyfe (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurdular:
“Nemmam (söz taşıyan) cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe cennete girmeyecektir"
Peygamber (s.a.v) Velid bin Ukbe'yi (Hz. Osman’ın anneden bir kardeşidir.) Beni Mustalik kabilesine zekât memuru olarak gönderir. Kabilenin ileri gelenleri Resulullah’ın elçisine hürmet ve tazimde bulunmak için topluca karşılamak isterler. Velid, onların toplu halde kendisine doğru geldiğini görünce "Bunlar beni öldürmeye geliyorlar" diyerek kaçar. Çünkü Velid'le onlar arasında cahiliye döneminde bir düşmanlık vardı.
Velid, Beni Mustalik kabilesinin niyetini anlamadan o düşmanlığı bahane ederek kaçmıştır. Dönünce Allah Resulü durumu sorar o da: "Ey Allah'ın Resulü, onlar beni zekâttan men ettiler ve hepsi silahlanıp beni öldürmek istediler, ben de aralarından kaçtım" der.
Bu acı haberi duyan peygamberimiz onların üzerine bir ordu göndermeyi düşünür. Onlar bu haberi alınca kabilenin ileri gelenlerinden bir heyet derhal durumu bildirmek için peygamberimize gelir ve "Ey Allah'ın Resulü, biz senin memurunu zekâttan men etmedik. Onun geldiğini öğrenince hürmet ve tazim etmek için toplanıp yanına gidiyorduk, bizi görünce hemen kaçtı, biz niçin kaçtığını anlamadık" derler ve gerçeği ortaya koyarlar.
Velid'in yanlış beyanda bulunması Allah Resulünü üzer. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayeti inzal ederek şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat 49)
Bu saydıklarımızın dışında alay, hakaret, tecessüs, su-i zan vs. kötü hasletler de dilin afetlerindendir ve yıkıcılık etkileri çok yüksektir. Allah bizleri muhafaza etsin.
Dilimizi nasıl koruyalım?
Şüphelerden arınmış sağlam bir inanç, ibadetlerde devamlılık, sürekli Allah’ı zikretmek, Kur’an okuyup Hz. Peygamberin hayatını tefekkür etmek, günaha sevk eden ortamları terk etmek veya düzeltmek, Allah’ı hatırlatacak ortamlarda bulunmak, iyi ve salih insanlarla beraber olmaya gayret sarf etmek, sohbet ve ilim meclislerine devam etmek ahlakımızı ve imanımızı koruyacağı gibi dilimizi de korumamıza vesile olur.
En nihayetinde dil toplumların önemli bir kültür aracıdır. Dil, Allah’ın insanlara vermiş olduğu ve hayatiyet taşıyan organlardan ve en büyük emanetlerden biridir. Bu emaneti iyi değerlendirmek gerekir. Aksi bizler için bir felaket olur. Dilin bozukluğu kalbin bozulmasına, kalbin bozulması ise imanın zayıflamasına sebep olur. Dilin afetlerinden sakınmak gerekir. Zira dile ait afetler insanlar arasındaki sevgi ve saygıyı yok edip insanları ve insanlığı itibarsızlaştırır. Dilin afetlerinin süreklilik arz etmesi durumunda insanın iradesi zayıflar ve kötülükleri işlediği dil kusurlarını meşru görmeye başlar. Bu durum Allah muhafaza imanının zarar görmesine bile sebep olabilir.
Söz&Kalem - Mustafa Yalçınkaya