İnsan kalbi ile ilgili kesinliği yüksek, genel-geçer bir kabul var mıdır acaba? Şayet varsa öyle bir şey, bunun, kalbin içindekiler ile birlikte, bir bütün olarak bütün insanlık için aynı yapı ve özelliklere sahip olduğu gerçeğidir. Bu durum kalbin fizyolojik yapısı için geçerli olsa da kalbin duygusal-psikolojik yapısı için çok daha doğru ve yerindedir. Her ne kadar insan duyguları için basit veya kompleks gibi tanımlamalara gidilmişse de, ilk ve son insanın bu ruhsal boyutları arasındaki farklar neredeyse yoktur. Korku değişmemiştir, ondan daha güçlü olan umut da hala aynıdır. Sevgi ve aşk adına yaşananlar ve yazılanlar hala herkeste bir paye bulabilmektedir. Sevinç halen göz bebeklerini parlatırken, acı da iliklere kadar hissedilmeye devam etmektedir. Hem güvene halen herkes sımsıkı sarılırken, ihanetten herkes iğrenmektedir. Kalp halen yorgun düşebilmekte, hatta kimi zaman hastalanabilmektedir. Ve yüzyıllardır bu hastalıkların nedenleri de çareleri de değişmemiştir.
Bu hastalıklardan bir tanesi şüphesiz ki kibirdir. Kibir insanlık tarihinde tanışılan ilk kalbi hastalık olmakla meşhurdur. Hz. Adem (a.s), şeytanın kendisine olan tavrı karşısında ilk olarak bu hastalık ile karşılaşmıştır. Daha sonraları bu hastalık maalesef kendi evlatlarına da bulaşmış ve günümüze kadar aynı şekilde kalpleri kirletmeye devam etmiştir. Kibrin kalpte yer edinme süreci genellikle etraftaki diğer kimseler ile yapılan kıyas sonucu, insanın kendisini üstün görmesi ile başlamaktadır. Bu üstünlük çok çeşitli yönden olabilmektedir. Önceleri insanlar gücü ve kuvveti ile kibirlenmişken daha sonraları para, makam veya ilim adına kibirlenebilmişlerdir. Lakin kibrin kalpte oluşturduğu değişim ve hayatlara yansıması hep aynı şekilde olmuştur. Çünkü kibir bozulmuş bir soğan sebzesi olarak tanımlanagelmiştir ve bu soğan girdiği ortama kötü koku yaymakla bilinmektedir. Daha sonraları kibir, insana kazandığı her şeyin kendisinden kaynaklı olduğuna inanmasına neden olmuştur. Diğer insanları küçümsemeye ve ilerleyen dönemlerde tek başına yetebilme düşüncesine kapılmaya neden olmuştur. Bu hastalık tıpkı şeytanda olduğu gibi insanı da kulluğunu reddetme raddesine getirmiştir. Halbuki bu hastalığın tedavisi ilk günden bu yana hep çok basit olagelmiştir. Bütün insanların aciz oldukları, zaafiyet gösterdikleri bazı şeyler vardır. İnsanoğlu düşünürken güçlü, güzel yanlarının yanına bunları da koymalıdır ki sahip olduklarının kendisinden olmadığının farkına varabilsin. Böylelikle bu hastalık daha ilk evrede tanımlanmış olup, önüne set çekilmiş olunacaktır. Unutulmamalıdır ki “Kibir, öyle bir şeydir ki kalbinde hardal tanesi kadar dahi bulunan kimse cennet yüzü göremeyecektir.”
Bu hastalıklardan bir diğeri de hasettir. Haset ta Kabil’den bu yana hep aynı formda kalpleri kirletmektedir. Kendi eksikliğinin nedenini dışarda aramak ile başlayan haset, daha sonraları başkalarının sahip oldukları güzellikleri kıskanmak ve ilerleyen evrelerde de bu güzelliklerin karşıdaki insanların ellerinden alınması için çaba göstermek ile devam etmektedir. Öyle ki sürecin sonunda eğer güzellikler sahibi kimse bunları kaybetmişse hasetçinin yüzündeki sinsi, sırıtık ifade hemen kendini belli ettirecektir. Lakin bu kalp bir kere kirlenmiştir artık. Bu kirlilik ve hastalık insana çok kötü şeyler yapabilme kabiliyetine sahiptir. Eğer önü alınmazsa kardeş katline bile yol açabilmektedir. Aslında bu hastalığın tedavisi de ilk günden bu yana çok basit ve kullanışlı olmuştur. Haset’in kendisini de karşısındakini de yakmaması için daha güzel düşünülmeli ve ona göre hareket edilmelidir. Hem aynı güzelliklere sahip olmayı istemenin ayıplanacak hiçbir tarafı yoktur. Önemli olan şey, başkasının sahip olduğu güzelliklerin yok etmek adına verilen çabanın yönünün değiştirmektir. Bu çabayı aynı güzellikleri kazanmak için harcamaya evirmektir. Böylece haset daha ilk evrede tanımlanmış olup, önüne set çekilmiş olunacaktır. Unutulmamalıdır ki “Haset, ateşin odunları yaktığı gibi hayırları yok etmektedir.”
İnsan kalbini hasta ederken yıkıma uğratan bir diğer hastalık da riyadır. Riya da kibir ve haset gibi gözle görünmeyip onlar gibi duygusal boyuttadır. Temel espirisi samimiyet yoksunluğudur. Kişi yapacağı bir güzelliği içten yapmak yerine taltif alabileceği başka insanlar için yaptığında riyada bulunmuş olur. Riyanın gelişimi genel olarak bir kimsenin insanlar arasındaki değerini var olduğundan fazla gösterme çabası ile başlamaktadır. Daha sonraları bu çaba sadece insanların bulunduğu ortamlarda iyilik ve güzellikte bulunma çabasına dönmektedir. Hal böyle olunca, riya sahibi kimse değerinden bir şeyler eksilmeyeceğini hissettiği anda içerisinde gizlemiş olduğu bütün kötülükleri yapmaya çalışacaktır. Hayat, tamamı ile insanlar arasında iken yaptıkları ve tek başına iken yaptıkları diye ikiye ayrılacaktır. Böyle insanlar nihayetinde kripto kötüler haline gelmektedir. Fırsatını buldukları gibi kötülük ile iştigal edip, kötülüğe yol açacaklardır. Lakin yalancının mumu yatsıya kadar yanmayacaktır. Bu gizli kötücülük nihayet fark edilecektir ve kişinin hem kendi hem de daha sonra münasebette olacağı etrafındaki insanlar için felaket olacaktır. Halbuki riya hastalığının tedavisi eskiden olduğu gibi şimdi de çok kolaydır. Çözüm net olarak samimiyettir, Allah rızasıdır. Aslında kişinin öleceğini hesaba katması işlerini çok ciddi bir şekilde kolaylaştıracaktır. Böylece riyakarlık daha ilk evrede tanımlanmış olup, önüne set çekilmiş olunacaktır. Unutulmamalıdır ki “Riya sahibinin ne ilmi, ne cömertliği ne de şehadeti kendisinden kabul edilmeyecektir.”
Bir başka hastalık ise kalbin dünyayı sevmeye başlamasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu hastalık ilk zamanlarda daha çok erkek evlada sahip olma, daha çok evcil hayvana sahip olma veya daha çok ekili dikili araziye sahip olmak şeklinde oluyordu. Şimdilerde ise daha çok koruma memuruna sahip olma, daha çok döviz hesabına sahip olma veya daha çok emlak sahibi olmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Lakin duygusal olarak dünya sevgisi hastalığına yakalananlar için ilk dönem insanları ile modern dünya insanları arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Bu hastalığın müptelaları her zaman için daha fazlasını istemekte, kendi paylarına razı olmamakta ve sürekli olarak daha büyük paylar için kavga etmektedirler. Alınan bir eve bir başka ev, sahip olunan her grama fazladan bir gram istenmektedir. Aslında burada mesele zengin olmada veya zengin olmak istemekte değildir. Bütün meselenin zenginlikte veya zengin olmak istemekte olduğudur. Çünkü bu hastalık, insan için nihayi hedefin bir sonrakini elde etmede olduğunu hep telkin etmektedir. Hal böyle olunca sekine bulması gereken insan doyumsuz bir varlığa dönüşmektedir. Halbuki bu hastalığın da çaresi dün olduğu gibi bugün de çok basittir. Dünya sonsuz bir yer değildir ki onun için doyumsuz bir varlığa dönüşülsün. Görünen en kesin sonuç ölümdür, o halde biraz daha sahip olmanın pek de bir manası yoktur. Böylece “hubbu cah” daha ilk evrede tanımlanmış olup, önüne set çekilmiş olunacaktır. Unutulmamalıdır ki “Dünya Sevgisi tüm günahların başıdır.”
Son olarak kalbin sıklıkla karşılaştığı bir diğer hastalık ise boş, faydasız olan şeylere meyildir. Bu hastalık genel olarak tembellik olarak dışarıya tezahür eder. Lakin bu hastalık bir meyil türü olduğundan ötürü diğer kalbi hastalıklar gibi insanın duygusal boyutu ile ilgilidir. Lakin diğer hastalıkların aksine bu hastalıkta eski-yeni insanlar için farklılıklar yoktur. Eski dönem insanları da kendilerini avutacak eğlencelerde bulunmaya çokça gayret edip zaman israf ediyorlardı şimdiki insanlar da öyle yapmaktadırlar. Eski insanlar için de çok fazla uyku bir faydasız bir meyildi, yeni insanlar için de faydasız bir meyildir. Bu hastalıkta zamanın ve sahip olunan diğer nimetlerin kıymetini bilememe en büyük belirtidir. Daha çok gençliğin kalbinde çıkan bir hastalık olsa da hemen herkes bu hastalığa kapılabilmektedir. Gelişim sürecinin başlarında kişi biraz daha uyumak ister, biraz daha oyun oynamak ister. Daha sonraları bu birazlar artar. Nihayetinde artık insan ciddiyet gerektiren hiçbir iş-uğraş için kendisinde çaba ve gayret bulamaz. Şöyle bir geri çekilip bu hastalığa duçar olanın durumu bir müşahede edildiğinde tam bir felaket ile karşılaşılacaktır. Anlamlı herhangi bir şey görünmeyecektir. Hele ebedi hayatımızı belirleyen iş ve uğraşlar ile ilgili en ufak bir emareye rastlanılmayacaktır. Ne büyük felaket hem de. Halbuki bu hastalığın da çaresi eski-yeni bütün insanlar için çok basit ve erişilebilirdir. Şöyle düşünmek gerekmektedir: Bu oyalanma ve eğlencenin sonu neresidir? Nasıl ve nerede durulacaktır? Mademki bütün hazları kökünden kurutup atan bir ölüm vardır karşımızda, o halde ne yapmak gerekmektedir? Sakin bir kafa ile beş dakika tefekkür belki de hastalığa çare olacaktır. Böylece “malayani” daha ilk evrede tanımlanmış olup, önüne set çekilecektir. Unutulmamalıdır ki “Malayani ile meşgul olanın hem hatası hem de günahı çok olur.”
Söz&Kalem - Ali Mürteza Titiz