Söz&Kalem Dergisi | Ahmet Çalışkan
Şüphesiz ki Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz’in (sav) en büyük mucizesidir. Bizzat alemlerin rabbi olan yüce Allah (cc) onu kıyamete değin muhafaza edeceğini belirtmektedir. Elbette ki zamanlara meydan okuması mübarek kitabın yegâne özelliği değildir. Kur’an-ı Kerim’in bir diğer önemli özelliği de şüphesiz ki onun insanı aciz bırakacak şekilde insanın bütün yönlerine hitap edebilir olmasıdır. Bu durum onunla bir şekilde etkileşimde bulunanların ondan etkilenmesine vesile olmuştur. Belki de böyle olması, yüce kitabı hidayetin biricik kaynağı haline getirmektedir. Nitekim, Kur’an-ı Kerim aklı önemseyenleri olduğu kadar gönlü-ruhu önceleyenleri de çok derinden etkileyebilmiştir. Aynı şekilde sözü-belagati önemseyenleri etkileyebildiği gibi manayı-mefhumu önceleyenleri de etkileyebilmiştir. Üstat Bediuzzaman, Kur’an-ı Kerim’in bu özelliğini şu veciz ifade ile ortaya koymuştur: "Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz." Gelin insanın bu dört veçhesini Kur’an-ı Kerim ile olan ilişkisine hep birlikte bakalım.
İnsan kalbi tatmin edilmesi en zor olan organıdır. Çünkü kalp sürekli olarak açtır ve doyurulmayı beklemektedir. Kalp kesinlikle boşluk kaldırmaya gelmemektedir. Hem kalp insan bedeninde sonsuzluk ile özdeştirilen yegâne bölgesidir. Bundandır ki kalbin sürekli olarak bir şeyler ile meşgul edilmesi gerekmektedir. Kalbin mutlaka birilerini sevmesi ve bir şeyler ile hemhal olması gerekmektedir. Bu yönüyle kalp mideye benzemektedir. Mide de sürekli olarak gıdaya ve beslenmeye ihtiyaç duymaktadır. Hem nasıl ki mide bozuk ve hoşa gitmeyen gıdaları kabullenmeyip dışarı atıyorsa, kalp de bir yerden sonra sahte ve toksik sevgileri kabullenmeyip dışarı atmak durumunda kalmaktadır. Bu durumda nasıl ki mideye güzel ve sağlıklı gıdalar gerekmekteyse, kalbe de kendisine iyi gelecek gerçek ve faydalı sevgiler gerekmektedir. Öyleyse Allah’ın (cc) kelamından daha gerçek ve faydalı bir şey var mıdır ki kalbe iyi gelsin? Hem Kur’an-ı Kerim’den daha fazla insanın kalbine dokunan bir başka bir kitap oluvermiş midir? Hem bu kitap değil midir ki kalplerin ancak yüce kelamın zikri ile doyabileceğini (huzur bulacağını) ifade eden? (Rad, 28) O halde niceleri Kur’an-ı Kerim’in küçük bir kısmına muhatap oldukları anda kalplerinden gözlerine vuran gözyaşları ile iman bahçesine koşuvermişlerdir.
İnsan aklı ise insanı en çok yoran organıdır. Çünkü akıl bir yandan kendisini kusursuz görürken öte yandan da neredeyse bütün başarısızlıkların kaynağıdır. Sahip olduğu ışık kesinlikle sınırlıdır, lakin bunu bir türlü kabullenmemektedir. Belki de bu durum insanın tekâmül yolunda sürekli olarak ilerlemesini sağlayan bir hikmettir. Nihayetinde aklın zorlanması, sınırlarına sürekli olarak müdahale edilmesi tarih boyunca insanın sürekli olarak hoşuna gitmiştir. Böylece ilim-irfan gelişmiştir. Hem birey aklındaki nurun noksanlığı tarih boyunca, akıldan üstün olan aklın aranmasına neden olmuştur. Ki böylece insanın cüzi aklı kuvvet ve zenginlik bulabilsin istenmiştir. Böylece insan cüzi aklının sınırlarını zorlayıp külli akla bir miktar daha yaklaşabilecektir. Öyleyse vahiyden başka bir külli akıl var mıdır ki cüzi akıl peşinde takılıp gitsin? Hem Kur’an-ı Kerim’den daha fazla insanı akla, düşünmeye ve cüzi aklın sınırlarını zorlamaya davet eden başka bir kitap var mıdır? Hem bu kitap değil midir ki içerisinde düşünüp uyulması için nice öğütler vardır? (Nahl, 14) O halde niceleri Kur’an-ı Kerim’i inceledikten sonra bu ancak yüce Allah’ın kelamıdır deyip iman bahçesine koşuvermişlerdir.
Öte yandan insan ruhu insanın en yüce yönüdür. Çünkü ruh insanda hayat ve canlılığın kaynağıdır. Hareketin ve nihayetinde olabilmenin sebebidir. Buna karşın ruh bedene sıkıştırılmıştır. Durumu adeta kabuğun içine saklanmış tohum gibidir. Kendini ortaya çıkarma, varlığını ispatlama isteği vardır lakin içerisinde bulunduğu beden buna müsaade etmemektedir. Çünkü bedenin uğraşısı sadece dünyalıktır. Beden için varsa yoksa maddedir. Hal böyle olunca beden ruhu sıkıştırdıkça sıkıştırır. Neredeyse onun varlığını inkâr edecek hale gelir. Halbuki ruh sürekli olarak kendini aşma, mucizevi bir şeyler oluşturma hayali ile yanıp tutuşmaktadır. Ruhun ihtiyacı olan şey sadece bir miktar su ve ışıktır. Tıpkı tohumun ihtiyacı gibi. Eğer bir miktar manevi su ve ışık ki bunlar merhamet ve sevgidir olursa mutlaka ruh filizlenip boy verecektir. Öyleyse yüce kelamdan başka ruha merhamet ve sevgi verebilecek kimdir? Hem Kur’an-ı Kerim’den daha fazla insan ruhu üzerine yağmur olup yağan, güneş olup açan başka bir şey var mıdır? Hem bu kitap değil midir ki kendisine indirilen peygamber alemlere ancak bir rahmet olarak gönderilmiştir? (Enbiya, 107) O halde niceleri Kur’an-ı Kerim’i dinledikten sonra ben asıl şimdi kendimi buldum deyip iman bahçesine koşuvermişlerdir.
Buna karşın insanın nefsi ise insanın en aşağı yönüdür. Kimileri onun yüksek-ulvi mertebelerinden bahsetmişlerse de genel itibari ile nefis alçak-aşağı olmakla meşhurdur. Hayvanlarda sadece nefsin olması bunun en büyük delilidir. Bununla birlikte nefis sürekli olarak daha fazlasını talep etmekle bilinmektedir. Kendisine durmayı tavsiye edenleri baş düşman olarak bilmektedir. Bundan ötürü nefis irade ile ve nihayetinde kanaat ile sürekli bir çekişme hali içerisinde olmuştur. Tıpkı hastalığını kabullenemeyen ve tedaviyi reddeden bir divane gibidir. Hırçınlığı ile serkeş atları andırmaktadır. Ama açık-seçik bir şekilde ortadır ki bu gem vurmaya gelmeyen nefsin ihtiyacı acil bir şifa-deva reçetesidir. Ki böylece nefis ehlileştirilebilsin. Öyleyse yüce kelamdan başka bu nefse şifa-deva verecek kimdir? Hem Kur’an- Kerim’den daha fazla insan nefsini ıslah edecek bir şey var mıdır? Hem bu kitap değil midir ki gönüllerdeki dertlere şifadır? (Yunus, 57) O halde niceleri Kur’an-ı Kerim’i dinledikten sonra nefislerini ayaklarının altına alıp iman bahçesine koşuvermişlerdir.