Söz&Kalem-Merve Şimşek
Yakın zamanda telefonla konuştuğum birinden endişeli ve çaresiz bir şekilde şu cümleleri duydum: “Hayatımı yaşarken herhangi bir anda yapacağım hatanın bana mâl olmasına yahut karar verdiğim bir tercihimin beni yanıltıp pişmanlık hissettirmesinden o kadar korkuyorum ki, pek çok şeye yeltenemiyorum’’ yani, konfor alanıma saplanıp kaldım diyordu ürkmüş bir vaziyette. Ardından bu türden benzer duygulara sahip bireylerin yaşamaya dair çekingen tutumlarının bir kişilik/fıtrat meselesi değil aksine çevresel deneyimlerle şekillenebilen bir tercih olduğunu, karşı tarafa aktarmaya çalıştım, sonrası ise muamma tabi.
Benzer endişelerin zihinlerimizi işgal ettiğini ve “sırf yanılmamış olmak”, “kendi seçiminin kısmen zararlı yönlerini kabullenmemek” için mahrumiyeti, öğrenilmiş bir çaresizlik niyetine öncelemek, yetersizlik ithamlarına maruz kalınmış kaygılı bir gelişimsel sürecin mahsulüdür.
Günlük hayatta birçok kişiden duyduğumuz konfor alanının dışına çıkmak veya çıkmamak tabiri, dilimize pelesenk olduğu gibi bizi kalıplara sıkıştıran da bir söylem haline geldi. Konfor alanı (comfort zone) bireyin bir eylemi gerçekleştirirken kaygı seviyesinin minimumda olduğu, alışılmış davranış kalıplarını sergilediği, gerçekleştirirken asgari düzeyde zorlandığı ve dolayısıyla öğrenme ya da gelişimin sınırlı olduğu, rutinimizin parçası olan davranışları açıklayan bir psikolojik olgu olarak tanımlanır.
Konfor alanı, zihinsel çaba gerektirmeyen otomatik davranışları temsil ederken, yeni bir şey öğrenmek ya da deneyimlemek ilaveten bilişsel çaba gerektirir. Bu da çoğu zaman kişinin bu alandan çıkmasını gerekli kılar. Bu anlamda, literatürde birbiriyle ilişkili ardışık dört “Öğrenme Bölgesi” belirlenmiştir: “Konfor alanı, Panik (korku) alanı, Öğrenme alanı ve Gelişim Alanı”.
Araştırmalara göre orta düzeyde bir stresle bireyin performansı, en üst seviyeye ulaşır. Yani çok düşük stres (konfor alanı) ya da çok yüksek stres (panik alanı) düzeyi öğrenmeye ket vurabilir. Aslında konfor alanı, kişinin zihinsel ve duygusal olarak çok düşük bir uyarılmışlık düzeyinde bulunduğu bir bölgeyi tanımladığından, ilerlemek için gereken itici güç bu alanda mevcut değildir. Alışılagelen güvenli alandan çıkarak gelişime önayak olacak konfor alanını aşmak ise insanı oldukça zorlayan bir durumdur. Bu nedenle, tercihlerin getirisi olan belirsiz durumlar ve endişeli vaziyet ancak bireyi yaşama karşı deneyimli kılabilir.
Örneğin, aşırı koruyucu ebeveynlerin çocuklarına alan açmaması, onlara gözü gibi bakmalarından ve yoğun bir muhafaza etme çabasından yani sevgiden kaynaklıdır. Fakat birey ergin olunca çocukluktan itibaren takınılan tutumla dış dünyadaki tüm uyaranların güvensiz ve uygunsuz olduğuna dair genel kanısı; bırakın var olan potansiyelini açığa çıkarmayı, evden dışarı çıkmayı bile oldukça meşakkatli hale getiriyor.
Eylemsizlik, çoğumuzun zihninde güvenli bir sığınak imajına sahip; çünkü eyleme geçmek beraberinde riskleri getirirken konfor alanı ise güveni ve stabil bir anlayışı sağlamaktadır. Sırf yanılmamak için işlevsiz bir durağanlıkla hayatı yaşamaya çalışmak demek, çoğu seçenekten de kaçınmak demektir. Mesele sırf çağa ayak uydurmak için, herkes yaptığı için, kimseden geride kalmamak için tüm uyaranlara ve dış faktörlere bilinçsizce dalmak değildir, bilakis aslolan konfor alanını Müslüman bir irade istemiyle oluşturmak ve gelişimsel süreçle uygun tavırlar sergilemektir. Bu nedenle, konfor alanı dışındaki tüm değerlerin ve seçimlerin meşru olmadığına değil, meşru eylemlerin yaşamı kısıtlamadığına dair algımız konfor alanını biçimlendirmelidir.
Elbette kastettiğimiz tercihler ve yeni adımlar, meşru dairede olduğu müddetçe mübahtır. Yoksa mümin süzgecinden geçirilmemiş bir isteğin veya meylin konfor alanına dahil edilmesi dahi düşünülemez. “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye lüzum yoktur.” (Sözler, 6.Söz) düsturunu şiar edinerek yaşamaktan maksat, helal sınırların mümine dünyayı zindan etmesi değil aksine konfor alanını oluşturmak için hayatı makul ve geniş bir çemberle güvenceye almaktır.
Hayat, biz şeytana gafil avlanabileceğimiz, nefsimize yenik düşmeyi ve irademizin arzunun gölgesinde kalabileceğini deneyimlemek için var olduğu kadar; iyiliği yaymak, en dibe düştüğümüz o an tekrar silkelenmek ve nefsimize galebe çalan düşünceleri bertaraf edecek sağlam iradeyi açığa çıkarmak için de hak ve batılın mücadelesinde yaşanılmayı bekliyor. Evet, yaşam bizi bekliyor orada, ama bir de biz yeltenip konfor alanından çıkabilirsek!
Bu minvalde, Peygamberimizin (sav) şu hadisi, hayata dair çekincelerimizin pek tabii olduğunu ve beşer olarak hata veya günah işlemekten korkmakla birlikte irademizin tezahürü olarak yanlışı düzeltmek, günahı fark edip tevbe etmekle mükellef olduğumuzu aktarmaktadır: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizin yerinize günah işleyen ve günahlarından tövbe ve istiğfar eden bir topluluk yaratır da onları bağışlardı.”(Müslim, Tevbe)
En nihayetinde Mü’min, kararlarında tedbiri elden bırakmadan adım atmakla yükümlüdür. İslam perspektifi, atalet içinde beklemeyi tevekkül olarak değil, pasiflik ve ihmalkârlık olarak görür. Konfor alanından çıkmak; hem dünyaya dair sorumlulukları üstlenmek, hem de sonucu Allah’a havale etmeyi bilmekle mümkündür. Nitekim, Kuranı Kerim’de buyurulduğu üzere “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39