Söz&Kalem Dergisi - Vuslat Şen
Tarihler 29 Ekim 1962’yi gösteriyordu. Gazze’nin izzet, şeref, şehadet kokan topraklarında, Gazze’nin güneyindeki Han Yunus mülteci kampında dünyaya gözlerini açmıştı. İsminin kendisine vermiş olduğu derin maneviyat “Ay, dolunay, Allah’a lütufkâr” anlamında, gelecek nesillere öncü ve komuta olacak korkusuz, cesur, ay gibi parlayan bir Yahya doğmuştu.
Büyümüş gencecik bir delikanlı olmuştu. Kıvrak zekâsıyla yaşıtlarından farklı düşünür, ülkesinin selameti için uğraşlar vermeye başlardı. Düşmana karşı hem okuyor, hem bilinçleniyor, bir yandan da direniş gruplarına katılarak mücahit olma yolunda ilerliyordu. Düşmanın kalbine korku vermeye henüz 20 yaşında başlamıştı. Üniversitesini yeni bitirmiş, direnişte yaptığı faaliyetleriyle öncü olmaya başlamıştı. Bunu fark eden düşman, korkusuz Yahya’yı 1982 yılında 6 ay boyunca zindanda esir tutmuşlardı. Allah’ın lütfüyla ve inayetiyle 6 ay boyunca esir tutulan korkusuz Yahya zindandan çıkmış direnişin faaliyetleriyle kaldığı yerden devam etmişti.
Kalbinde Allah korkusu dışında hiçbir şeye dair korku yoktu. Direnişin piri, kurucusu olan manevi babası Şeyh Ahmet Yasin’e gelerek; “Şeyhim, dini eğitim çalışmalarından askeri çalışmaya geçmemiz gerek. Şeyh Ahmet Yasin’de “Onlarla neyle savaşacaksın?’’ Yahya dedi. Korkusuz Yahya’da “Onlarla tozla savaşacağım” dedi.
Şeyh Ahmet Yasin, korkusuz Yahya’nın tüm samimiyeti ve kararlılığı karşısında onda direniş yolunu kurmasını istedi. Dört kez müebbet hapis cezası alan 23 yılını düşman zindanlarında geçiren asrımızın hatta belki de yirmi birinci yüzyılın büyük dava adamı ve korkusuz komutanıydı.
İşte bu izzetli direniş ve duruş karşısında, bizlere bir nebze olsa şunu hatırlatıyor olması gerek; “Ben sadece seninle cihat ederken şu boğazıma bir ok atılıp saplansın ve öylece ölüp cennete gideyim diye tabi oldum” diyen, Uhud’un, Bedir’in, aslanları gibi sözünde sadık kalanlar gibidir korkusuz Yahya. Ya da Endülüs’ün fethinde Tarık bin Ziyad, ordusuna hitab ederek; “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız?’’ Gemiler yanıyor, kara dumanlar kaplıyordu bütün bir semayı. Düşman tamamen zırhlı ve İslam ordusunun on katıydı. Nereden bakarsan bak, muhakkak bir mağlubiyet görünüyordu. Ardından şöyle dedi Tarık bin Ziyad, “Vallahi ben sizden daha az bir zahmete katlanmayacağım!” dedi ve elindeki kılıcı ile ileri atıldı sözünde durdu; kılıcı defalarca kırıldı ama yılmadı. Vücudunda neredeyse yara almadığı yer kalmadı. Cephenin en önünde savaşıp şehadet mertebesine ulaştı.
Bugün ise tarih aynı kareleri tekerrür ettiriyor bizlere. Korkusuz komutan Yahya, Gazze’de her türlü eziyet ve zahmete katlanıp kassam mücahitleriyle birlikte en ön cephede savaştı. 2017’de Gazze’nin siyasi büro başkanlığına gelince; ceketi hiç sevmediğini “Çıkarmak istiyorum, sevmediğim halde bana siyaset için giydirdiler.” diyen bir komutanın savaş cephesinde hücum yeleğiyle mücahitlerin en önünde savaşarak canını hiçe sayarak, kolunun parçalanmasına rağmen, son anlarında bile kendisini çeken dron’a belki de son gücüyle bir tahta parçasını fırlatması asrımızın Tarık bin Ziyad’ı olan korkusuz komutan Yahya’dan bir başkası değildi.
Yazılması en zor destandır bu destan. Kalemlerimizin bile yazmaktan aciz kaldığı, okunması bile zor bir destandır. Hakikatin peşinden giden, cesur dava adamı, korkusuz komutan Yahya’yı kaleme alırken, tüm benliğimle utanır oldum halimden ve halimizden. Ah ki; içimi paramparça eden o cesur, o yiğit bakışlarıyla, düşmanın kalbine her defasında korku salıp, adeta korkuları dürenlerin, ölümü öldürenlerin korkusuz komutanıydı Yahya. Ah ki; Şehadetinden sonra üstünden çıkan eşyalara bir baktım. O son saniyelerine, şehit olduktan sonraki halini tekrar, tekrar izledim. Her detay boğazımda bir düğüm, kalbimde derin bir ağrı bırakıyordu. İçimde tarifi imkânsız açıklayamadığım bir acı ve öfke vardı.
Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Bir an beni, en son bu kadar canımı acıtan, gidişiyle bizi kedere boğan büyük dava adamı biriciğimiz, büyüğümüz, kıymetlimiz Molla Said’in gurbette vefat etmesinin, aramızdan erken ayrılışının vermiş olduğu hüzün ve keder bizi derinden sarsmıştı. O zamanlar yaşadığım acıyı öfkeyi ve çaresizliği şuan korkusuz komutan Yahya’da yaşıyorum. Bir kez daha anladım ki; cihat meydanı, öyle Arap birliğinde toplanıp ardından da bir kınamayla dağılan sahte bir birliğe de benzemezdi.
Cihat meydanı, İslam işbirliğinde ki, gibi onların yaşanan katliamlara ‘sadece lanetleyip’ dağılmalarına da benzemezdi. Cihat meydanı, öyle pürüzsüz, tertemiz elbiselerle, mikrofon başında dini anlatmaya da benzemezdi. Cihat meydanı, miting meydanlarında kahrolsun i*rail diye haykırmaya da benzemezdi. Cihat meydanı, sadece ama sadece bedel ister; delicesine, çarpışa çarpışa mücadele etmeyi ve ispatlamayı ister meydanda.
“Evet, ölümden korkuyorum! Yatağımda yaşlı develer gibi ölmekten, kalp krizinden ya da trafik kazasından ölmekten korkuyorum. Allah yolunda dinim, vatanım ve mukaddesatım için ölmekten korkmuyorum. Düşmanımın bana verebileceği en büyük hediye beni öldürmesidir. 59 yaşındayım, kalp krizi, corona veya felç ile ölmektense şehit olarak ölmeyi tercih ederim.” diyen kahramanımız, korkusuz cesur komutanımız, İslam davasının aziz sembolü, cihadın, davanın, Filistin’in ve İslam ümmetinin büyük dava adamı komutan Yahya Sinvar’ın şehadeti mübarek olsun.
Umudumuz ne pahasına olursa olsun her zaman diri kalacak. Akan bu pak temiz kanların hürmetine, direniş kazanacak, buna şüphemiz olmasın. Çünkü Müslümanlar olarak şuna yakinen iman ediyoruz ki, liderleri şehit olmuş bir cephe veya ülke asla ama asla yenilmez ve yenilmeyecektir.
Biiznillah!
Vesselam…