Kötülüğün Göreceliği:
Kötülük problemi ile ilgili sağlıklı bir tartışma yürütülebilmesi, neyin iyi neyin kötü olduğuna dair ortak bir kanaatin varlığını gerektirmektedir. Ancak, kötülüğün iki yönüyle göreceli olması bunu imkansız kılmaktadır.
Birinci yönü: Bir durumda kötü olan bir fiil ya da olgunun başka bir durumda iyi olması.
İkinci yönü: Birine göre kötü olan bir fiil ya da olgunun başkasına göre iyi olması.
Öldürme ve yaralama fiillerinin farklı durumlarda nasıl algılandıklarını incelememiz, göreceliğin birinci yönünü daha iyi kavramamıza yardımcı olacaktır: Öldürme fiili masum insanlara yöneltildiğinde şüphesiz herkes tarafından kötü olarak kabul edilir. Buna karşılık aynı öldürme fiili, masumları zalimlere karşı korumak ya da nefsi müdafaa durumlarında iyi olarak vasıflandırılacaktır. Hal böyle iken öldürme fiilini “mutlak iyi ya da mutlak kötü” şeklinde kategorize etmek elbette mümkün değildir.
İyi ya da kötü olarak değerlendirilmesi durumsal olarak farklılık gösteren başka bir eylem ise insanları yaralamak ve vücut bütünlüğünü bozmaktır. Normal şartlarda bir insanın parmaklarını kesmek doğrudan ona kötülük yapmaktır. Ancak kangren olan parmağın kesilmesine karar veren bir doktor, hastaya küçük bir zarar vermekle beraber dolaylı olarak hayatını kurtarmakta ve büyük bir iyilik yapmaktadır. Bilgisi ve hikmeti az, idraki zayıf olan birisi, doktorun bu kararını zalimlik ve kötülük olarak algılayabilir.
Görüldüğü gibi öldürme ve yaralama/vücut bütünlüğünü bozma fiilleri bazı durumlarda kötü olarak nitelendirilirken, masumların korunması ya da daha büyük bir kötülüğün engellenmesi durumlarında doğrudan ya da dolaylı olarak iyi görülebilmektedir. Göreceliğin birinci yönüyle ilgili bu örneklerin sayısı artırılabilir.
Göreceliğin ikinci yönünü ise vahşi doğa parkında gözlem yapan 4 farklı kişinin, kendi bakış açılarına göre bir aslanın ceylanı öldürmesine verdikleri farklı tepkileri inceleyerek anlamaya çalışacağız: Birinci gözlemci duygusal ve psikolojik etkiye açık bir yapıya sahiptir. Böyle bir olaya ilk defa şahit olduğu için aslanın ceylanı öldürmesinden dolayı derin bir üzüntü duymuştur.
İkinci gözlemci bu duygusallıktan uzak ve hikmetli birisi olduğu için herhangi bir tepki göstermemiştir. Çünkü ona göre bu gayet doğal ve ekolojik dengenin devamı için gerekli bir durumdur.
Üçüncü gözlemci diğerlerinden farklı olarak bu doğa parkında daha önce de incelemelerde bulunduğu için aslanın uzun süredir avlanamadığını ve yuvadaki yavrularının açlıktan ölmek üzere olduğunu bilmektedir. Bu yavrulara karşı hissettiği şefkat sebebiyle ceylanın aslan tarafından öldürülmesine sevinmiştir.
Dördüncü gözlemcinin bakış açısına göre; ceylan güzel çiçekleri ve otları yiyerek doğanın güzelliğini bozmaktadır. Aslan ise onu öldürerek, yaptığı kötülüklerin önüne geçmiştir. Aslanın ceylanı öldürmesini kötülük olarak görenler, ceylanın çiçekleri öldürmesine ne diyecekler?
Aynı fiilin aynı durumda farklı bakış açılarına göre nasıl yorumlanabileceğini de görmüş olduk.
Kişisel bakış açıları; karakter, kişilik gelişimi, sosyal çevre, bilgi ve eğitim seviyesi, olayların hikmetlerini kavrama kabiliyeti vb. etkenlerin toplamıyla oluşur. Ancak bu bakış açıları, mutlak iyi ya da kötünün ne olduğunu tanımlayamazlar.
Kur’an-ı Kerim, Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssasında kötülüğün göreceliğine işaret etmiştir. İlk bakışta Hz. Musa tarafından kötülük olarak algılanan üç olaydan bahseden Kur’an-ı Kerim, devamında bunların iç yüzlerini Hızır (a.s) aracılığıyla açıklamıştır. Bu şekilde insanların kendi bakış açıları ile sonsuz hikmeti kavrayamayacaklarını ve bu kusurlu bakış açıları ile ilahi adalet, hikmet ve şefkate karşı yaptıkları itirazların ne kadar haksız olduğunu göstermiştir.
Maddi ve Manevi Olgunlaşma:
Sonbaharda toprağa atılan bir tohumun yeşerip hayat bulabilmesi, toprağın altında sıkışıp ezilmesi, kışın dondurucu soğuğa maruz kalması ve sulanarak adeta boğulmasına bağlıdır. Bu zorlu şartlardan herhangi biri eksik olursa buğday başak vermez ve ruh programı sayılan çekirdeğine yüklenmiş olan kabiliyet ve yeteneklerini açığa çıkartamaz. Tıpkı buğday tohumlarında olduğu gibi insanların başına gelen her felaket ilahi bir ceza değildir. Aksine tohumun kök salıp yeşermesi, hayata tutunarak o küçücük çekirdekten dağlar gibi ağaçlar, rengarenk çiçekler, ve tatlı meyveler çıkartabilmesi için vurulan ilahi bir teşviktir. Aynı bu örnekteki gibi; insanın özünde var olan bütün kabiliyetlerin ortaya çıkarak gelişmesi, çeşitli sıkıntılarla mücadele etmesine bağlıdır.
Bu gerçeği fark eden John Hick tarafından geliştirilerek son şekli verilen Ruh Olgunlaştırma Teodisesi; Tanrının dünyayı, insanları ruhsal ve ahlaksal olarak olgunlaştırmak için yarattığını ve bu olgunlaşmanın kötülük ve acılar sayesinde sağlandığını düşüncesinden hareketle ortaya çıkmıştır.
Tam da burada birinci bölümde atıfta bulunduğumuz, yaratılış gayemizi açıklayan ayeti tekrar hatırlayalım. İnsan, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına ayna olabilecek bir kabiliyetle yaratılmıştır. İnsanların bedenleri gibi ruhları da zorluklara maruz kaldıkça gelişir ve olgunlaşır. Bu açıdan yaratılış gayemizle kötülüklere maruz kalmamız tam bir uyum içindedir.
Sonuç:
Hayatının büyük bölümünü tanrıtanımaz olarak yaşayan ve tekrar tektanrı inancına geri dönen Tolstoy, ‘’Din Nedir?’’ isimli eserinde tanrıtanımazların inançsızlıklarını nasıl devam ettirdiğine şu şekilde itiraz etmiştir: "Dinsizlerin bütün eylemlerinde ve düşüncelerinde aynı şeyler yaşanır. İç dünyalarındaki çelişkileri saklamak için karmaşık, ince deliller toplanır ve kişinin dikkatini önemli ve asli olandan uzaklaştıran ve onun yalanlar arasında kalakalmasını mümkün kılan bir sürü faydasız saçmalık o kişinin zihnini doldurur."
Sonuç olarak ateistler tarafından Allah’ın varlığına karşı bir delil olarak sunulan kötülük problemi; İslam dininin bizlere anlattığı yaratılış gayemizden habersiz, kusurlu ve eksik bir tanrı inancı üzerine bina edilmiş, kötülüğün tanımı ve mahiyeti açısından göreceliği ihmal edilmiş ve tanrısal adalet ve hikmet göz ardı edilerek ortaya atılmış anlamsız bir kaçış denemesinden ibarettir.
Söz&Kalem - Serdar Ayhan