Söz&Kalem Dergisi - Ammar Arslan
Mescid-i Aksa ve Kudüs’ün etrafını mübarek kılan Allah’ın şanı pek yücedir.
‘Kudüs ve şahsiyetler’ yazı dizimizin ikincisini kaleme alırken, kıymetli okuyucularımızdan istirhamım, söz konusu şahsiyetleri, o günün olaylarını ve ahvalini bugün ile kıyaslamaları ve aradaki benzerlikleri yakalamalardır. Çünkü tarih tekerrürden ibarettir. Dolayısıyla tarihi şahsiyet ve olayları, günümüz ile kıyaslamak ve bu anlamda ibret alarak strateji üretmek zorundayız.
Söz konusu Kudüs olunca hayatı çokça irdelenmesi, hayatından ibret alınması ve bizim için bugün dahi ilham olacak bir iz ve stratejik akılı miras bırakmış olan şahsiyetlerden biri de Selâhaddin Eyyûbi’dir. Selâhaddin Eyyûbî’nin hayatı, bugün bile Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğüne giden yola dair bize birçok strateji ve hareket metodu sunmaktadır. Bu açıdan bakınca, önümüzde çok bereketli bir hayat durmaktadır. Biz de bu ay Selâhaddin Eyyûbi’nin ayak izlerini takip ederek, onu Kudüs’ün fatihi yapan ve ilahi yardımı celbeden bir hususu irdeleyeceğiz.
Selâhaddin Eyyûbî’yi Selâhaddin yapan, gönlüne Kudüs adına bir dert düşüren, onda Kudüs’ün fethine dair bir ideal oluşturan, içinde yetiştiği ortam ve çevredir. Bu nedenle Selâhaddin’i, mücadelesini ve Kudüs’ün fethine giden yolda ortaya koyduğu stratejiyi anlayabilmek için, onu yetiştiren çevresini ve içinde yaşadığı ümmet coğrafyasını ele alacağız.
Selâhaddin Eyyûbî’nin dünyaya gözünü açtığı dönemde, ümmete adeta bir bunalım hali hâkimdi. Hilafet makamının yıpratıldığı, ümmetin başında tek bir halifenin değil, birden fazla halifenin olduğu yıllardan bahsediyoruz. Endülüs’te Emevî Halifeliği, Bağdat ve çevresinde Abbâsi Halifeliği, Kahire ve çevresinde Fâtımî Halifeliği diye farklı hilafet merkezleri ortaya çıkmıştı. Tabiri caizse ümmet coğrafyası ipi kopmuş, imamesiyle beraber taneleri de dağılmış bir tesbihi andırıyordu.
Bu dağılmışlık hali, ümmet coğrafyasında farklı devlet ve beyliklerin oluşumunu sonuç vermişti. Sayı itibariyle çok, ama güçsüz, birbirleriyle mücadele içinde olan devlet ve beyliklerden bahsediyoruz. Ümmetin büyük fotoğrafı böyle bir manzara sunarken, küçük ayrıntılarda da yani bu devletlerin içinde de idareciler ve hanedanlar arası çekişme ve mücadeleler vardı. Belki ilerleyen satırlarda veya yazılarda da ifade edeceğimiz gibi, bu çekişmeler öyle bir hal almıştı ki, Müslüman devletlerin/beyliklerin içindeki taht kavgalarında kimi siyasi aktörler, işi Haçlılar ile ittifak kurmaya kadar götürmüştür.
Ümmet coğrafyasının siyasi hali bu şekildeyken, toplumsal hayatta da bir çözülme başlamıştı. O dönem Haçlılar İslam coğrafyasına musallat olmuş, hâkimiyet alanlarını genişletip Kudüs’e doğru yol alırken, İslam dünyasındaki âlimler mezhebi taassuplar ile ihtilafa düşmüş, enerjilerini ve öfkelerini birbirlerine yöneltmişlerdi. İdarecilerin ve âlimlerin içine düştüğü zafiyet, beraberinde halkta ve aristokrat kesim içinde de çözülme meydana getirmişti.
Öyle ki, halk ve aristokrat kesim dünyaya dalmış, zevk u sefa peşinde koşar hale gelmişti. Haramlar neredeyse aleni işlenecek hale gelmiş, toplum içki ve fuhuş ile sarhoş olmuştu. İşte Selâhaddin Eyyûbi böyle bir ortamda dünyaya merhaba demişti.
Selâhaddin’in doğduğu dönemin siyasi ve toplumsal fotoğrafını çektiğimizi söylemeseydik, belki de birçok okuyucumuz, sanki ümmet coğrafyasının bugününü resmettiğimizi düşünebilirdi. Yazının başında da ifade ettiğimiz gibi, eğer ders ve ibret nazarıyla okunmazsa tarih tekrar eder.
Bugün Müslümanların sayısı milyonlarla ifade edilirken, ümmet coğrafyasında elliden fazla Müslüman devletin varlığı söz konusu. Evet, onlarca Müslüman devlet… Ama nerdeyse hiçbirinin bir biriyle siyasi bir birlikteliği olmadığı gibi, ortak strateji ve ümmet aklında buluşulamıyor. Her ne kadar ümmet ölçeğinde tesis edilmiş bazı birliktelik ve kuruluşlar olsa da, bunlar simgesel boyutun çok da dışına çıkamıyorlar.
Bugünkü Müslüman devletlerin idarecilerini ve bu devletlerin içindeki siyasi çekişmeleri ele aldığımızda, o dönemin Şâver’inden veya Dırgam b. Âmir’inden pek de farkları yok. Yine bugünkü toplumsal, siyasi, iktisadi ve manevi hayattaki çözülme geçmiş dönemlerdeki çözülmelere rahmet okutur cinsten…
Peki, böyle bir coğrafya ve toplumda bir Kudüs Fatihi nasıl yetişti? Bu olumsuz tablo içinden Selâhaddin Eyyûbî gibi bir ‘akıl’ nasıl çıktı? Bunun çok iyi analiz edilmesi lazım. Yazımızın muhtevası itibariyle çok ayrıntısına giremesek de birkaç satırla meramımızı ifade edeceğiz.
İlahi tasarrufu görmezden gelmemekle beraber, Selâhaddin Eyyûbî’yi Kudüs’e Fatih yapan sosyal çevresiydi. Siyasi dehası ve yönetim becerisini babası Necmeddin Eyyûb’tan, askeri strateji ve manevra kabiliyetini kendisinden askeri eğitim aldığı amcası Esedüddin Şîrkûh’tan almıştı. Yine Selâhaddin derken kendisinden söz etmeden geçilemeyecek ve tabiri caizse Selâhaddin’e ağabeylik yapan Nureddin Mahmut Zengî’nin ve Nureddin’in babası İmâdüddin Zengî’nin de Selâhaddin’in şahsiyeti üzerinde etkisi olmuştur.
Ayrıca Selâhaddin’in ev halkındaki bayanların ilme düşkünlüğü, dindarlıkları da Selâhaddin’in şahsiyetinin oluşumunda etkisi olmuştur. Çünkü hem Zengî ailesi hem de Eyyûb aileleri tasavvuf geleneğinden gelen, İmam Gazali’nin fikriyatından beslenen ailelerdi. Şüphesiz bu mistik olmayan, dar kalıp ve ritüellere sıkıştırılmayan tasavvuf geleneği Selâhaddin’in şahsiyetinde ve düşünce dünyasında derin izler bırakmıştır. Selâhaddin, 26 yaşına kadar tarih sahnesinde fiili olarak yer almasa da İslami eğitim, geometri, astronomi, matematik, aritmetik, mantık, felsefe, sosyoloji, fıkıh ve hadis gibi ilimler ile meşgul olmuştur.
Yukarıda bahsettiğimiz ümmet tablosunda, böyle bir çevrede yetişmiş ve yarınlar adına kendisini hazırlayan Selâhaddin, ahirinde Kudüs’ün fatihi olmuştur. Buradan çıkarılacak çokça ders var bizler için.
Selâhaddin’i Kudüs’ün fethine götüren yolun ilk taşı burada döşenmiş. Kendini yarınlar için yetiştiren, yaşadığı toplumu tahlil eden ve ümmetin sosyolojisini iyi okumuş olan bir Selâhaddin… Bugün de gelecekte Kudüs’te namaz kılmak istediğini iddia eden, Kudüs diye bir davam var diyen herkesin bu anlamda yarınlara kendisini hazırlaması ve imkânları ölçüsünde, kendisine bu uğurda yardımcı olacak bir çevre edinmesi şarttır.
İlerleyen yazılarımızda da görüleceği gibi, Selâhaddin’in ümmetin içinde bulunduğu hali ve ortamı iyi analiz etmesi, tedrisatını gördüğü ilimlerden Kudüs’ün fethine giden yolda istifade etmesi, Haçlılar ile olan mücadelesinde kritik anlarda aldığı hayati kararlar ile mücadelenin seyrini değiştirmesi rast gele gelişen olaylar veya şans eseri şeklinde okunamaz.
Selâhaddin Eyyûbî’ye Kudüs’ün fetih yollarını açan diğer bir hasletini/haslatlerini yazacağımız bir dahaki yazımıza kadar, Allah’a emanet olun.