Söz&Kalem - Ferhat Aydın
Kültürel miras, bir milletin tarih boyunca oluşturduğu, geçmişten bugüne taşıdığı, yaşattığı ve gelecek nesillere aktardığı değerlerin bütününü ifade eder. Kültürel miras bir milletin hafızası, kimliği ve manevi temelleri olmakla birlikte yalnızca taş, yazı ve eserler ile gelenek değil; aynı zamanda iman, ahlak ve hikmetin canlı bir yansımasıdır. Toplumun düşünce biçimi, inançları, sanatı ve ahlaki ilkeleri de kültür mirasının parçasıdır.
Geçmişten Geleceğe Köprü
Kültürel mirasın en temel işlevlerinden biri, toplumların kendilerini tanımasını ve geçmişle güçlü bir bağ kurmasını sağlamaktır. Bu miras; dil, din, gelenek, sanat, edebiyat, mimari, musiki, giyim-kuşam ve yemek kültürü gibi unsurlarla birlikte toplumsal hafızayı oluşturur. Kültürel miras, geçmiş ile gelecek arasında köprü kurarak toplumlara kimlik kazandırır.
UNESCO’ya göre kültürel miras, maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. Maddi miras, tarihi eserler, anıtlar, arkeolojik buluntular ve sanat ürünlerinden oluşurken; manevi miras, gelenekler, sözlü anlatılar, dini ve ahlaki değerleri kapsar. Kültürel miras kavramı, doğrudan bu adla geçmese de İslami kaynaklarda da ilim, medeniyet, örf, adet, sanat, kitap, hikmet, dil ve geçmiş ümmetlerin izleri gibi başlıklar altında sıkça yer bulur. Bu da kültürel mirasın İslam’daki yerini ortaya koyar.
Kur’an-ı Kerim’de geçmiş kavimlerin yaşamları, yaptıkları hatalar ve bıraktıkları izler anlatılır. “Ad / Semud / Firavun… Yeryüzünde gezip dolaşın da sizden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakın” (Rum, 9). Geçmişin izlerini, yani bir bakımdan kültürel ve tarihi mirası incelemeye teşvik eder. İslam tarihi kitapları, İslam toplumlarının yaşayış biçimlerini ve geleneklerini aktarır. Fıkıh kitapları, örf ve adetlerin hüküm belirlemedeki rolünü anlatır. Örf, toplumun kültürel mirasının bir parçası olarak kabul edilir.
Kültürel miras, toplumlara kimlik, birlik ve devamlılık kazandırır. Geçmişin birikimlerini unutan toplumlar, köksüz ağaç misali varlıklarını sürdüremezler. Bu miras, sadece tarihi bir hatıra değil, aynı zamanda geleceğin inşasında kullanılacak bir ilham kaynağıdır. İslami düşünürlerin hemen hepsi, kültürel mirasın bir toplumun ruhunu oluşturduğunu vurgular. Sezai Karakoç’a göre kültürel miras, dirilişin temel taşıdır. O, İslam medeniyetini sadece geçmişin bir ihtişamı olarak değil, bugün yeniden canlanabilecek bir ruh olarak görür. Karakoç’a göre kültürel miras, İslam’ın insan ve toplum anlayışını yaşatan bir ruha sahiptir.
Bu mirası korumak, sadece geçmişi muhafaza etmek değil; aynı zamanda inancı, ahlakı ve maneviyatı yeniden hayata taşımaktır. Ona göre Batı medeniyeti maddeye yönelirken, İslam medeniyeti ruha yönelmiştir. Çünkü İslam sadece bireysel bir inanç değil; aynı zamanda bir medeniyet tasavvurudur. İslam bir medeniyet projesidir. İslam sadece bir ibadet değil, sanatıyla, mimarisiyle, hukuku ve edebiyatıyla bir hayat biçimi ve kültürel mirastır. Bu miras, Müslümanların geçmişten bugüne taşıması ve geleceğe aktarması gereken bir değerdir. Müslümanların kimliklerini koruması, kültürel mirasa sahip çıkmakla mümkündür. Camiler, kitaplar, gelenekler ve dil, hepsi bir halkın varoluş mücadelesinin parçasıdır. Bunlar bir toplumun özü ve hafızasıdır; modern dünyanın tehditlerine karşı bir direnç noktasıdır.
Bu yüzden kültürel mirasın korunması, aslında insanın manevi varlığının korunmasıdır. Dirilişin ve uyanışın kaynağıdır. Bir toplum kültürel mirasını aktaramadığında, aslında yalnızca tarihî birikimini değil, varoluş nedenini de kaybeder. Çünkü geçmiş, sadece “olan” değil, “olmaya devam eden”dir. Geçmişin değerleri, geleceğin pusulasıdır. Tarihçi Fernand Braudel’in dediği gibi, “Geçmişini unutan toplumlar geleceğini kuramaz.” Eğer geçmişi görmezsek, geleceğe kör oluruz. Tarihi unutan toplumlar yönsüz kalır; köklerinden kopan ağaçlar gibi savrulur. Bu miras aktarılmadığında, insanlar “Biz kimiz?” sorusuna net bir cevap veremez hâle gelir. Aidiyet duygusunu kaybeden bireyler, başka kültürlerin etkisi altında benliğini yitirmeye başlar.
Kültürel miras sadece geçmişin bir hatırası değil, aynı zamanda insanlığın tecrübelerinin birikimidir. Bu aktarım kesildiğinde toplum, yeniden aynı hataları yapmaya ve aynı acıları yaşamaya başlar. Tarihini bilmeyen bir toplum, yönünü kaybetmiş bir gemi gibidir; rüzgar nereye eserse oraya savrulur. Kültürel mirasın içinde sadece gelenek değil, ilim geleneği de vardır. Osmanlı’nın medrese sistemi, Endülüs’ün bilim mirası, Farabi’den Gazali’ye uzanan düşünce zinciri buna örnektir. Eğer bu miras aktarılmazsa, sadece geçmişin bilgeliği değil, düşünce üretme yeteneği de kaybolur. Bu kopuş, batının teknik ilerlemesini taklit eden ama kendi ruhunu yitiren bir modernlik doğurur.
Nurettin Topçu’nun “Ruhunu kaybeden cemiyet, kitle olur” sözü burada yankılanır. Kültürel miras aktarılmadığında, ruhsuz bir kalabalığa dönüşürüz. Artık bayramlarımız sadece tatil, dualarımız sadece kelime, sofralarımız sadece yemek olur. Oysa her biri bir “anlam zinciridir”; geçmişle geleceği birleştiren manevi halkalardır.
Geçmişe Kör Olmayıp Geleceği Yaşatmak
İslam, kültürel mirası bir “emanet” olarak görür. Kur’an’da “O sizi yeryüzünde halifeler kıldı” (Fâtır, 39) diye buyurur. İnsanın yeryüzündeki görevlerinden biri de bu emaneti korumaktır. Bu emanet sadece toprak değil; ilim, ahlak, sanat ve hikmetin tamamıdır. Demek ki kültürel mirası aktarmak, bir tercihten çok bir sorumluluktur. Sezai Karakoç’un ifadesiyle, “Diriliş” ancak geçmişin hakikatleriyle bugünü yoğurmakla mümkündür.
Bir medeniyet, ne kadar ileri teknoloji üretirse üretsin, geçmişinin ruhunu kaybettiğinde “medeniyet” olmaktan çıkar, sadece “mekanik bir yapı” hâline gelir. Bir miras aktarılmadığında sessiz bir çöküş başlar. Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, “Kültür insanı biçimlendirir, medeniyet ise insanın eseridir.” Eğer kültür aktarılmazsa, insan da biçimsizleşir; neyi, neden yaptığını bilmeden yaşar.
Netice itibariyle kültürel miras, geçmişin ve geleceğin arasında bir köprüdür. Onu korumak, yalnızca tarihî eserleri değil; bir toplumun kimliğini, ruhunu ve değerlerini de korumaktır. Bu mirasın aktarılması, insanın ve toplumun varlığını anlamlı kılar ve geleceğe sağlam adımlarla ilerlemesini sağlar.