Söz&Kalem Dergisi | Yusuf Serik
Rabbimiz, tarih boyunca insanlara emir ve yasaklarını tebliğ eden, müphem ve mücmel meseleleri de tebyin eden peygamberler göndermiş; bununla da yetinmeyip kitap yahut sahifeler indirmiştir. İnsanoğlu, her şeyi yoktan var eden, ilmiyle her şeyi kuşatan, sonsuz güç ve kudrete sahip olan Allah’ın kelâmına muhatap olarak sahip olunabilecek en büyük şerefe nail olmuştur.
Rabbimiz, son peygamber Resûlullah (sav)’e de i’cazı ve belâğatıyla muciz bir kelâm olan Kur’an-ı Kerim’i indirmiştir. Kur’an; müttakilere doğru yolu gösteren bir hüdâ, küfrün karanlığından vahyin aydınlığına ulaştıran bir nûr, hak ile batılı keskin çizgilerle ayıran bir furkan, ölü bedenlere can veren bir ruh, inananları müjdeleyen bir büşrâ, her daim hayrı öğütleyen bir zikr ve gönüllerimizi iyileştiren bir şifâdır.
Kur’an’ı bir hayat rehberi olarak kabul eden biz Müslümanların, Kur’an-ı Kerim’i okuma, anlama, yaşama ve tebliğ etme olmak üzere dört görevi vardır. Saydığımız bu dört husus, birbirine bağlı bulunan zincirin halkaları gibidir, birbirinden ayrı düşünülemez. Kur’an’ı okumadan anlayamayız, anlamadan yaşayamayız, yaşamadan da tebliğ edemeyiz.
Kur’an-ı Kerim’i okumak, en hayırlı amellerden biridir. Resûlullah (sav) ve ashâbı, sürekli Kur’an okur, üzerine tefekkür ederlerdi. Allah Resûlü’ne vahyedilen her ayet yahut sûre, sahabiler tarafından hemen okunur, ezberlenir ve hayata tatbik edilirdi. Kur’an onların sadece zihinlerinde kalmaz, amel edilirdi. Nebî (sav), Kur’an okuyan mü’mini portakala benzetmiştir; zira portakalın kokusu da güzeldir tadı da. Söz konusu hadiste Resûlullah (sav), şöyle buyurmaktadır: “Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.” (Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36)
Hayatını Kur’an’a adayan, o yüce kelâmın hâkimiyeti uğruna canını veren İmam Hasan el-Benna, Kur’an okuma hususunda şöyle der: “Kalbe, tefekkür ve huşu içerisinde Kur’an okumaktan daha faydalı bir şey yoktur.” Üstad el-Benna, genç İslâm davetçilerine yaptığı tavsiyelerde sürekli şu hususa da temas ederdi: “Kur’an’ı okuyun, inceleyin veya dinleyin. Azıcık zamanınızı bile yararsız işlere ayırmayın.” Pakistanlı şair M. İkbal’in babası da, Kur’an’ı nasıl okuması gerektiği hususunda oğluna şu tavsiyede bulunur: “Oğlum! Kur’an’ı yeni iniyormuş gibi oku. Gül yapraklarından çiğ tanelerinin damladığı gibi. Ayetler kalbine inip ihyâ etsin, kalbin can bulsun.”
Kur’an’ı anlamak veyahut doğru bir Kur’an tasavvuru Kur’an’ın ilk muhatabı, mübelliği ve müfessiri olan Resûlullah (sav)’in hadisleri/sünneti rehberliğinde mümkündür. Nitekim Peygamberimiz (sav), İmam Mâlik’in Muvatta’ında geçen bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”
Allah Resûlü (sav)’in tebliğ (ulaştırma), tebyin (açıklama) ve teşri (kanun koyma) olmak üzere üç temel görevi vardır. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Nitekim aranızdan size bir peygamber gönderdik: O size âyetlerimizi okuyor, sizi arıtıp temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor; yine size daha önce bilmediklerinizi öğretiyor.” (Bakara, 151) Bu açıdan Nebî (sav), Kur’an’ın en yetkin müfessiridir.
Kur’an kendisiyle amel edilmesi, yaşanılması için nazil olmuştur. Allah Resûlü (sav)’in hayatında Kur’an’ın olmadığı hiçbir alan yoktur. Kur’an, Peygamberimizin hayatının her alanına sirayet etmişti. İnancına, ibadetine, ahlâkına, düşüncesine; akrabalarıyla, ashâbıyla, eşleriyle, çocuklarıyla olan ilişkilerine; ticaretine, konuşmasına, yemesine-içmesine, giyimine kadar Allah Resûlü’nün hayatının her alanında Kur’an-ı Kerim vardı.
Kur’an-ı Kerim, Ashâb-ı Kiram için de sadece harflerden, ayetlerden müteşekkil okunması gereken bir kitap değildi. Bu sebepledir ki sahabiler, Allah’ın kelâmını Resûlullah (sav)’in rehberliğinde gece-gündüz okudular, anlamak için çaba sarf ettiler, anlamakla da yetinmeyip yaşadılar, yaşamakla da yetinmeyip Kur’an pınarını diğer insanlara ulaştırma adına tebliğ ettiler. Kur’an’ı kendilerine bir hayat rehberi olarak kabul edip, onu tebliğ eden Ashâb hakkında Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Muhacirlerden, Ensar’dan ve onlara güzellikle tabi olanlardan sabikun/öne geçenlerin ilkeleri var ya, Allah onlardan razı olmuştur ve onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Ve onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlanmıştır, orada ebedi olarak kalıcıdırlar. İşte bu, en büyük kurtuluştur.” (Tevbe, 100)
Kur’an’ın tebliğ edilmesi de Müslümanların üzerine yüklenmiş bir mesuliyettir. Tebliğ ve davet, sıradan bir tavsiye veyahut istek değil, Rabbimizin emrettiği bir vecibedir. Rabbimiz, bu hususta şöyle buyurmaktadır: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104) Peygamberlerin gönderiliş gayesi insanların ıslahı ve ihyâsıdır. Islah ve ihyâ da ancak tebliğ ve davetle mümkündür. Resûlullah (sav) ve ashâbı; Allah’ın kelâmını insanlara ulaştırma adına gece-gündüz çalışmış, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden tüm insanlara İslâm’ı anlatmış; kabile liderlerine, valilere, hatta dönemin Bizans, Sâsânî, Mısır ve Habeşistan gibi devletlerin hükümdarlarına İslâm’a davet mektupları göndermişlerdir.
Allah Resûlü (sav), tebliği ashâbına da emrediyor, yeri geldiğinde civar kabilelere ve şehirlere İslâm’ı tebliğ etme, öğretme adına ashâbından âlim, hafız olanları gönderiyordu. Gönderdiği bu sahabiler Suffe’de ilim öğrenmek üzere ikamet edenlerden oluşuyordu. Ashâb-ı Suffe’nin âlimlerinden ve en çok hadis rivayet eden sahabilerden biri olan Ebû Saîd el-Hudrî diyor ki, Resûlullah’ı (sav) şöyle derken işittim: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir.” (Müslim, Îmân, 78)
Bugün biz genç İslâm davetçileri de Kur’an’ı tebliğ etme hususunda gevşek davranmamalı, hayatımızın her alanında Nebî (sav) ve ashâbını örnek alarak evlerimizde, sokaklarda, okullarda, üniversitelerde İslâm’ı tebliğ etmeliyiz. Bizim Kur’an tasavvurumuz, Kur’an’la ilişkimiz de davetçilerin öncüsü Resûlullah (sav)’in Kur’an tasavvuru, Kur’an’la ilişkisi gibi olmalıdır. Her zaman Kur’an’la iç içe olmalı, hayatımızı Kur’an’a göre şekillendirmeliyiz. Kur’an’la dirilmeli, Kur’an’la yaşamalıyız.