Bağışıklık kavramını son bir yıl içerisinde çokça duyduk. Şu sıralar toplumun diline pelesenk olmuş kelimelerden. Peki bağışıklık nedir? Ne işe yarar? Buyurun göz gezdirdiğiniz satırlarda anlatayım sizlere.
Bağışıklık sistemi canlıyı dışarıdan gelen her türlü yabancı madde ve biyolojik etkene karşı koruyan, özelleşmiş hücre ve dokulardan oluşan mükemmel bir sistemdir. “Bağışıklık sisteminin görevi, bireyin özünü korumaktır. Bu nedenle öncelikle kendini bilmekte ve öze zarar vermemektedir. Bu bağlamda, bağışıklık sisteminin, en az düşmanla savaşmak için gereken emek kadar kendini bilmek için de emek harcadığı söylenebilir.” Bunu ilk okuduğum zaman “özü koruma” kavramını “fıtrat” ile bağdaştırmıştım. Fıtratın da en az vücudumuz kadar korunmaya muhtaç olduğu kanısı beni bunları yazmaya teşvik etti. Peki, bizler bu minvalde fıtratlarımızı nasıl koruyacağız?
Vücudumuz için gerekli olan bağışıklığa hepimiz az buçuk vakıfız. Zaten ben burada kalkıp makrofajlardan, lökositlerden de bahsetmeyeceğim ama çalışma prensipleri en az onlar kadar iyi olan bir kaç şeyden bahsedip kamerayı o yönde tutmak istiyorum, uzun metrajlı bir film çekmeyeceğiz merak etmeyin J
Sağlığın esası, bedenin direnç ve dayanıklılığını korumak, sağlığı bozucu şeylerden uzak durmak ve zararlı maddeyi vücuttan çıkarmaktır. Bunlar maddi ve manevi sağlığın korunması için temel olan maddelerdir. Bağışıklık kavramı ise buradaki 3 maddeyle ilişkili ama bariz olarak “bedenin direnç ve dayanıklılığını korumak” kısmıyla alakalı. Peki, bedenimiz kadar ruhumuzun, kalbimizin de bu direnç ve dayanıklılıktan nasibini alması gerekmez mi? Evet, bence de gerekir. Bedenimiz kadar maneviyatımızı, özellikle fıtrattan gelen o iyilik halimizi de korumalıyız. Bağışıklığı düşük olanların neler yaşadığı ortada, hastalığa daha çabuk yakalanıyorlar. Madden de manen de bu böyledir. Normalde biz insanların bağışıklık sistemi anne karnındayken başlar daha sonrasında anne sütünden gelen bir takım maddeler(IgA, laktoferrin gibi) bağışıklığın ilk devresi için etkili bundan sonra da kişinin kendi yaşam tarzı bağışıklığını etkiliyor. (kaliteli uyku, dengeli beslenme, sigara kullanımı...)
Manevi bağışıklığa baktığımız zaman da her çocuğun İslam fıtratı üzerine doğduğunu biliriz, manevi bağışıklığımızın da ilk temeli oradan başlar. Yani maddi ve manevi bağışıklığımız doğduğumuz andan beri bizde mevcuttur. Maneviyatımıza her geçen gün eklemeler yapıp ilk doğduğumuz gibi safi olmaya çabalamalıyız. O fıtrat halini korumak için şairin de dediği gibi Allah’a dayanmalı, sa’ye sarılmalı, hikmete râm olmalıyız..
Doğal immünite dışında bir de aktif ve pasif bağışıklık dediğimiz iki kavram var. Aktif bağışıklıkta vücudun hastalık yapıcı etkenle karşılaşması söz konusudur. Bu durumda vücut kendi savunma maddelerini üretir. Vücuda bu etkenler ya doğal yoldan ya da zayıflatılmış şekilde yani aşı uygulaması ile girer. Bu durumda aktif bağışıklık da kendi içinde ikiye ayrılmış oldu. Doğal yollarla kazanılan bağışıklık ve aşı yoluyla kazanılan bağışıklık. Bunu maneviyatımıza paralel olarak düşünürsek dünya sahasında başarıyla bitirdiğimiz imtihanlar böyle değerlendirilebilir. Başımıza gelen imtihanlara sabrederek ve Allah’tan yardım dileyerek imtihanları bitirebilirsek bağışıklığımızı kazanmış olacağız, aynı imtihan ile bir kez daha karşılaşınca bu sefer işimiz kolaylaşacak. Sonra sizlere zayıflatılmış etken dedik aşı dedik. İmtihanlar hep bizim başımıza gelecek değil ya. Başkalarının yaşadıklarından ders alabilmek, onlar bizim karşılaşmadığımız bir imtihandayken şeytan ve nefise karşı nasıl davranmışlar bunu gördüğümüz zaman aynı şeye müptela olunca kendimizin de neler yapabileceğini gözlemleyebileceğiz. Aynı imtihan bizim başımıza gelmeden başkalarının yaşadığı şeylerden, imtihanlardan pay çıkardığımız zaman, onların öğretilerinden, tecrübelerinden faydalandığımız zaman manevi bağışıklığın aşı kısmını hayatımıza enjekte edeceğiz. Bunun dışında bizler kendimiz gibi bu imtihana tutulmuş kimselere de o imtihan konusunda yardımcı olabileceğiz, insanların elinde ne aşısı ne de doğal bağışıklığı yoksa antikorlarımızı yani edindiğimiz bilgilerimizi onlarla paylaşmamız lazım. Bu konuda bize çok iş düşüyor çünkü artık bizler derdi de devayı da tanımış olacağız. İmtihanın yabancısı değil, çözüme götüreni olacağız. (Pasif Bağışıklık)
Bağışıklık için gerekli olan şeylerden biri düzenli ve yeteri kadar uykudur. Bunu maneviyatımız için düşünecek olursak, bizim de düzene bırakmamız gereken bazı şeyler var. Düzenli yapacağımız zikirler ve Kelimullah’tan okumalar bu minvalde değerlendirilebilir. Zaten amacımız ultra düzeyde zikirlerimizin, virdlerimizin, okumalarımızın olması değil “düzenli” olmasıdır ne de olsa bizler vasat bir ümmetiz değil mi? Belki bundandır Resulullah’ın az ama devamlı amelin Allah katında daha makbul olduğunu söylemesi, belki bundandır Üstadın kemiyetin keyfiyete nazaran ehemmiyeti yok demesi. Her gün az da olsa o güzellikleri gerçekleştirmek müthiş derecede bir kalkan oluşturuyor bizler için. Hele bir de öyle bir silahımız var ki müminlere has, hani Allah Resulü’nün hadislerinde geçen... Evet, evet dua... Onunla iki patojenik etkene karşı da koruruz kendimizi. Nefis ve şeytan... İşte burada aziz önderimiz Peygamberimizin zikrettiği bir dua çınlamalı kulaklarımızda. “Allah’ım beni göz açıp kapayıncaya kadar (da olsa) nefsimle baş başa bırakma!..”
Bir de şeytan var dedik sizlere. Şeytana ve özellikle vesveselerine karşı da çektiğimiz euzu besmele, okuduğumuz nas-felak sureleri, şeytanın bir sahabiye “Gece yatağına girdiğinde Ayet-el Kürsi’yi oku. O zaman Allah senin yanına devamlı bir koruyucu verir, sabaha kadar da şeytan sana yaklaşamaz.” demesine binaen okuduğumuz Ayet-el Kürsi bizim kalkanımız hükmündedir. Genel olarak önemli olan bir diğer nokta da oruç tutmaktır, özellikle nefsin musahhar altına alınması için daha önemli bir etkendir zira kendisi ancak o zaman Allah’ı tanıyor, ancak o zaman kendisinin kul olduğunu anlıyor. “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir kulunum” diyor. İşte bizlerin de bu iki patojenik etkene karşı (şeytan ve nefis) uyanık bir bağışıklığımızın olması lazım. Manevi bağışıklığımız iyi olamazsa her imtihanda nasıl düşeceğimizi bir düşünsenize? Gerçi Müslüman düşse dahi düşüp kalmaz, o yüzden her ama her anda manevi bağışıklığımızı artırmak için çabalamalıyız.
Bunun dışında nafile namazları da eklemeden olmaz. Kudsi bir hadiste geçen “...Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona (istediğini) veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım.” O fıtrat halini korumak için yaptığımız her şey Allah’ın yardımını daha yakından hissetmemizi sağlıyor. Rabbim öyle olanlardan eylesin. Bu yazdığım birkaç şeyi çetele tutarak meleke haline getirip düzene sokabiliriz. Böylelikle bir otokontrol mekanizması oluşturmuş oluruz. Yazdığım şeyler sizin de vakıf olduğunuz, bildiğiniz şeyler aslında. İnsan nisyandan gelir düsturu gereğince yazmış bulunduk biz de.. Bizi bunları yazmaya muktedir kılan Allah’a hamd olsun..
“Sevincimiz kıyısız, sıhhatimiz masmavi olsun.”
Söz&Kalem | Şeyma Asil