Söz&Kalem-Yusuf Sincar
Giriş
Bir önceki yazımızda, mantık ilmine giriş yaparak bu ilmin önemine ve neyi amaçladığına yönelik tespitlerimizi aktarmıştık. Mantığın önemi ve amacı anlaşıldıktan sonra, artık temel konulara giriş yapabiliriz.
Mantık ilmi ile ilk defa bu yazılarımız vesilesiyle muhatap olacak kardeşlerimizin durumunu da göz önünde tutarak, kullanacağımız dilin özellikle sade bir dil olmasına dikkat ettik. Bu bakımdan bu dersler, her türden okuyucuya hitap etmeyi amaçlamaktadır.
Birinci dersimizde, “işaretler” hakkında yazacağız. Derse başlamadan önce, isterseniz kendinize iki dakika ayırın ve düşünün; “işaret” denince ne anlıyorsunuz?
İşaretler
Mantık ilminin belki de en ayırt edici niteliği, bizlere “basit” düşünebilmeyi öğretmesidir. Ancak ironiktir ki insanoğlu, “basit” düşünebilme konusunda pek yetenekli değildir. Bu yüzden çoğu zaman bu ilmi öğrenirken zorlanır, dahası öğrenmeye başlamaktan bile çekiniriz.
Aslında bu, “çözülmesi zor basitlikler” ile günlük hayatta da karşılaşırız. Örneğin popüler “zeka” sorularını hatırlayın. Mutlaka bir arkadaşınız sizlere de sormuştur ya da en azından sosyal medyada karşınıza çıkmıştır. Soru size yöneldiğinde ciddi bir şekilde cevabı düşünmeye başlarsınız, verilebilecek en zor cevapları bulmaya çalışırsınız ve en nihayetinde doğru cevabı da bulamazsınız. Hatta bu sorunun bir cevabı yok diye düşünürsünüz ancak arkadaşınız cevabı açıkladığında çoğu kişinin tepkisi hemen hemen aynıdır: “Ben bunu nasıl düşünemedim!” Çünkü cevap aşırı basittir ve insan zihni basit düşünebilmek için elverişli bir yapıya sahip değildir.
Basit olanın zorluğu meselesi edebiyata da konu olmuştur. Söz gelimi Arap-İslam edebiyatında bu anlayış için bir kavram üretilmiştir: Sehl-i Mümteni. Anlamı, ulaşılması imkansıza yakın olan basitliktir. Örneğin, Yunus Emre’nin “Bölüşürsek tok oluruz, bölüşmezsek yok oluruz” sözü bir sehl-i mümtenidir. Basit ve anlaşılır görünür, fakat aynı derinlikte bir sözü herkes söyleyemez.
Sadece edebiyat değil spor dallarında da aynı mantık yürütülür. Örneğin efsane futbolcu Johan Cruyff’un “Futbol basit bir oyundur. Zor olan onu basit oynamak” sözü bu anlamda değerlidir.
Şimdi, mantığa gelelim. Mantık, basit düşünebilmektir, zor olan da basit düşünebilmektir. Örneğin işaretler… Mantığın ilk inceleme konusudur çünkü işaretler ile mantık yürütürüz. Nedir bu işaretler? Elbette terimler ve kavramlar. Kavram ve terim gündelik dilde birbiri yerine kullanılan iki işaret türü olsa da mantıkta ikisi arasında net bir ayrım vardır. Ancak ondan önce “işaretleri” anlamak önemlidir çünkü kavramlar ve terimlerin tam olarak ne yaptığını anlamak için, öncelikle “işaretlerin” ne işe yaradığını anlamak gereklidir. Zira kavramlar ve terimler birer işarettir.
İşaret, kendisinden başka bir şeyi temsil eden şeydir. Örneğin duman, bir ateşin işaretidir. Sirenler, acil durumun ve trafikte kırmızı ışık ise “dur” kuralının işaretidir. Görüldüğü gibi, her işarette iki taraf söz konusudur: İşaret eden ve işaret edilen. İşaret eden duman, işaret edilen ise ateştir. Tüm işaret edenler, işaret edilenleri temsil eder. Öyleyse, duman ateşi temsil eder yani bizi ateşe yönlendirir. Bir şeye işaret etme durumuna böylece “yönelimsellik” de diyebiliriz.
Şimdi, işaret edenler ve işaret edilenler arasındaki ayrıma eğilelim. Dörtlü bir ayrım yapılır: doğal ve yapay işaretler, soyut ve somut işaretler. Sıkı durun, burada biraz kafanız karışabilir. Ancak, basitlik ilkemizi unutmazsanız, konunun ne kadar kolay olduğunu göreceksiniz. Sadece biraz sabır.
Doğal ve Yapay İşaretler
İşaretler doğal ya da yapay olabilir. Doğal bir işarete örnek olarak, bir yangına işaret eden duman verilebilir. Bu işaret, tüm insanlar için tarihin her döneminde geçerlidir. Bunun nedeni, gerçek nedenlerin gerçek sonuçlar doğurması ve bu sonuçların doğal olarak kendi nedenlerine işaret etmesidir. Ancak işaret eden ile işaret edilen arasındaki temel ilişki doğal değil de insan faaliyetlerinden kaynaklanıyorsa, bu işaret türü yapaydır.
Yapay işaretlerin anlamı kendi doğalarından değil, insan alışkanlıkları (gelenek) yoluyla ortaya çıkar. Örneğin, insan dili, “yapay” bir işarettir. Türkçe’de “köpek” kelimesi ile İngilizce’deki “dog” kelimesi gelenek ve anlaşmaya dayalı olarak belirlenmiştir. İki dildeki kelime de soyut ya da somut bir köpeğe işaret eder. Bu yüzden, diller kültürden kültüre farklılık gösterir. Kafa hareketi ile bir şeyi reddetme şeklinin (bazı kültürlerde sağa-sola bazılarında ise arkaya doğru) farklı olması da bu yapay işaretlere örnek gösterilebilir.
Somut ve Soyut İşaretler
Somut (maddi) işaretlerin birincil ve ikincil olmak üzere iki anlamı vardır. Örneğin, somut bir işaret olan “duman” hem kendi başına kimyasal bir gazdır hem de bir ateşin işaretidir. Dumanın birincil anlamı bizzat kendisidir, ikincil anlamı ise ateşin işareti olmasıdır. Bu yüzden, önce dumanın kendisi algılanır, daha sonra işaret ettiği şey (ateş) algılanır. Öyleyse somut ya da maddi işaretlerin özü, önce kendilerinin, ardından işaret ettikleri şeyin bilinmesidir.
Soyut işaretlerin ise birincil anlamı yoktur, onların sadece ikincil anlamları vardır. Bu yüzden onlar, kendi başlarına hiçbir şey ifade etmezler, onlar daima bir başka şeye yönelimlidir. Örnek olarak fikirler, hayaller ve teoriler verilebilir. Bir fikrin kendi başına hiçbir anlamı yoktur, o daima bir başka şeyle ilgilidir. Hiçbir şey hakkında olan bir fikir düşünmeyi deneyin. Yapamadınız değil mi? Örneğin bir “araba” fikri sadece ve sadece bir araba hakkındadır, kendi başına bir anlamı yoktur. Benzetme yapacak olursak: Fikirler dürbün gibidir, daima bir başka şeyi gösterir ancak asla kendilerini göstermezler.
Bilgi sürecinde soyut (formal) işaretler olmadan düşünemeyiz. Bir soyut işaret (örneğin bir fikir) kullanmadan bir şey düşünmeyi denemeniz yeterlidir. Yapamadığınızı göreceksiniz. Çünkü fikirler düşüncenin içerikleridir.
Somut (maddi) işaretler, işaret ettikleri şey bilinmeden önce kendilerinin bilinmesi gereken işaretlerdir. Eğer tüm işaretler somut işaretlerden ibaret olsaydı, bu durumda maddi işareti bilmek için kullandığınız işaretin kendisi de maddi bir işaret olmak zorunda kalırdı; ardından bunu bilmek için başka bir maddi işaret gerekirdi ve bu süreç sonsuza kadar devam ederdi. Bu durumda hiçbir şeyi bilemezdik, çünkü sonsuz bir gerileme içinde sıkışmış olurduk!
Mesela bir yazıyı anlamak için başka bir yazıya bakmamız, onu anlamak için bir başkasına bakmamız gerekirdi. Bu böyle sonsuza kadar sürerdi ve biz asla “anlam”a ulaşamazdık. Ağaç kavramına sahip olmasaydık, tek tek tüm ağaçlar üzerine düşünebilir miydik? O halde, soyutlama yapmadan anlama ulaşmak mümkün değildir. İnsanı, robottan ayıran şey de budur. Robotlar sadece maddi işaretlere sahiptir, soyutlama yapamazlar, bu yüzden anlama ulaşamazlar.
Not-1: Bir sonraki derste, (1) basit kavrama, (2) yargılama ve (3) akıl yürütme olarak aklın üç eylemini; (1) maddi ve (2) biçimsel olarak mantığın iki ana dalını ve son olarak şeyler, kavramlar ve terimler arasındaki farkları öğreneceğiz.