Sevgiyle başlamıştı her şey.. İlkin O sevmişti.. Sevilmeyi en çok hak edeni.. Ve cennetten yeryüzüne indirilen gözü yaşlı peygambere O’nun adı hürmetine merhamet buyurulmuştu.. Sevgi ve akabinde merhamet.. Bir gönle en çok yakışan vasıflar bunlar olmalıydı..
Sen de öyleydin.. Ne de güzel tebessümün vardı.. Sana her bakan ferahlıyor ve sekinet buluyordu.. Derdi olan her dert sahibi sana koşuyor ve ferahlıyordu.. Seninle kalma uğruna bi dünya borcu göze alabilecek sevenlerin vardı.. Ne de güzel ahlaklar birleşmişti şahsında.. Hangisini anlatsam ki.. Ya da ben de Hasan Ertuşî gibi “Yüz bin ağız ve dilim olsa ve gece gündüz senden bahsetsem de seni ne kadar anlatabilirim ki” diye acizliğimi mi itiraf etmeliyim? Ya da üzerine üzerine gidip seni anarak sözlerimi güzelleştirmeli miyim?
Ben ikincisinden yana rey vermek istiyorum.. Seni her anışım bana teselli oluyor çünkü.. Küçükken, seni ananların içlerine çektiği o havanın ne demek olduğunu yeni yeni anlıyorum.. Sana ne yazsam bu borcu ödeyemem ki.. O kokunu içe her çekişimde kalemim seni yazmak istiyor..
Hani bir defasında yoldan geçerken oyun oynayan çocukları görmüş, köşede oturan mahzun çocuğa yaklaşıp onun hâlini sormuştun.. Ve okşamıştın başını.. Onu evlatlık edinmek istemiş ve hanenle şereflendirmiştin.. Ne de sevinmişti o gün Zeyd.. Bütün dünyalar onun oluvermişti.. Okşadığın bir baş da ben olsaydım..
Zulümler ve eziyetlere maruz kaldın hep.. Dünyada senin kadar dert çekmiş birisi var mıdır sorusunu sormaya bile haya ediyorum.. Ama sen hep giden oldun.. Her şeye rağmen giden ve kollarından tutup cennete çeken.. Her defasında işittiğin azarlara ve kötü sözlere rağmen yine gittin.. Hani bir defasında tavaf ediyordun.. Tam secdeye vardın ki üstüne deve işkembesi attılar.. Ve bir kahkaha koptu Darü’n Nedve’de oturan irinle şişecek karınlardan.. Fatıma’n koştu sana.. Kalktın ve yine merhamet ettin.. Sana sırılsıklam bakan Fatıma’na ağlama kızım dedin.. Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım..
Zeyd’le Taif’e gittiğin günü hatırlıyorum.. Akrabalarından ötürü bir ümit var içimde diyordun.. Sana iman etmemişler, üstüne de çocuklarına seni taşlamaları emrini vermişlerdi.. Sen.. Sen o gün ayaklarına kadar kan dolmuştun.. Addas’ın bahçesinde merhamet buyurmuş ve o şehri yerle bir etmek için gelen meleğin teklifini reddetmiştin.. Bir ümit dikmiştin Taif’in kurak topraklarına.. Ve o tohum Malik bin Enes diye bir çiçek oluvermişti.. Kabul olmuş bir duan da ben olsaydım..
Ve hicret etmiştin hurmalıkları bol şehre.. Sen ayak basana kadar günahla anılan Yesrib’e.. Yanında en sevdiğin vardı.. Ne de seviyordun onu.. En zor günlerinde yanında olmuştu.. Ailesine seni ve Rabbini bırakıp yanına varmıştı.. Ve bir mağaraya doğru giderken Süraka kesmişti önünüzü.. Seni yakaladığından ötürü kendisine verilecek ödülleri düşüne düşüne üstüne yürümüştü.. Sen merhamet buyurmuş ve gönlünü İslam’a açması için dua etmiştin.. O da seni gören herkes gibi senden etkilenmiş ve sana varmak istemişti.. Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım..
En sevdiğinin kızını da çok seviyordun sen.. Hatice’n kadar olmuyordu belki ama onun da ayrı bir yeri vardı sende.. Bir defasında sesler yükselmişti evinizden.. Aişe annemiz sinirlenmiş ve sana isminle hitap etmek yerine “Ey peygamberlik iddiasında bulunan adam” deyivermişti.. Oradan geçen ve bunu duyan babası da sinirlenmiş, o sinirle evinize dalmış ve kızının elini tutarak onu uyarmak istemişti.. Sen yine merhamet eylemiştin.. Öyle latif cümleler kurmuştun ki babası özür dileyip çıkmak zorunda kalmıştı.. Ve sen her güzel anda hatırlatmıştın bunu Aişe’ne.. Seni babanın elinden kurtardığım günü unuttun mu diye sorup tebessüm etmiştin.. Ve güldürmüştün Aişe’ni.. Senin visalinle bir gülmüş te ben olsaydım..
Bir bedevi gelmişti mescidine.. Etrafında sahabelerin vardı ve senin o mübarek dudakların kıpırdıyordu.. Sanki tüm dünya dudaklarından dökülecek o cümlelerle hayat bulacaktı.. Çorak gönüller sözlerinle hayat bulacak ve sana meftun gönüller yarınları inşa edecekti.. Tam da böyle bir anda içeri giren bedevi, mescidin bir köşesinde tuvalet ihtiyacını gidermek istemişti.. Bunu gören sahabelerin sinirlenmiş ve hemen adamın üzerine üşüşmek istemişlerdi.. Sen yine merhamet etmiştin.. Merhamet ile kazandığın kaçıncı gönüldü bu sayamadım.. Herhalde sayılar da buna yetmeyecekti.. Bu meseleyi hiç büyütmemiş ve oraya azıcık bir su dökülmesini istemiştin.. Bizde büyük olarak görünen meseleler senin yanında ne de basit kalıyordu.. Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım..
Bir defasında ağlamıştı yanında bir sahaben.. Doğan kız çocuğunu dayısına götürme bahanesiyle diri diri gömmeye götürdüğünden bahsetmiş ve seni de ağlatmıştı.. O kadar ağlamıştın ki bayılmıştın.. Her uyanışında bir daha anlatmasını rica etmiş ve her anlatıştan sonra bi daha bayılmıştın.. Sana tabi olanlardan bu günahı işleyenler çoktu maalesef.. İşledikleri bu günahı her hatırladıklarında cehaletleri için Allah’tan merhamet diliyor, senden bir teselli bekliyorlardı.. Senin Rabbin öyle merhametliydi ki.. Onların beklediği teselliyi vermiş ve “İslam, sisli bir günde doğan güneş gibidir. Ardında hiç bir şey bırakmaz” demiştin.. Huzurunda dökülen bir damla gözyaşı da ben olsaydım..
Sen cahiliye babaları gibi değildin.. Çocuklarına ciddi davranmayı babalık sayanlar seninle ahlak değiştirmişlerdi.. Kızları doğduğunda suratları ekşiyenler, toplum içine çıkmayı kendine yediremeyen ama o masum evlatları gömmeyi kendilerine yedirenler seninle utancı tatmışlardı.. Analar hep senin gibi bir baba hayal etmişlerdi evlatları için.. Evlatlarını küçükken kaybetmiş ve İbrahim’ini kendi ellerinle indirmiştin mezara.. Ağlamana şaşıranlara “Göz ağlar, kalp de mahzûn olur” demiştin.. Merhamet.. Dokunduğun bir parça kefen de ben olsaydım..
Ne de severdin sen aileni.. Hanımlarını ayrı, çocuklarını ayrı, torunlarını ayrı, dostlarını da ayrı severdin.. Hiçbiri senden şikayetçi olamamıştı sevgi konusunda.. Hepsi senin yollarını gözlerdiler akşama kadar.. Senin girdiğin gönül, senden gayrısını kabul etmiyordu artık.. Hasan’ın kucağındaydı bir defasında.. Onu öyle öpüyordun ki bir adamın ilgisini çekmiş ve yanına yaklaşmıştı.. “Benim on kadar çocuğum var ama hiçbirini böyle sevmiyorum demişti.. Torun sevmeyi yakıştıramamıştı sana.. Sen ona tebessüm etmiş ve “Allah senin kalbinden merhameti çıkarmışsa ben ne yapabilirim ki, demiştin.. Okşadığın bir baş da ben olsaydım..
Sıcak bir günün ikindi serinliğinde bir kadın gelmişti mescide.. Sana olan imanı ve güvenciyle zina günahına bulaştığını söylemiş ve arınmak istemişti.. Durmuş ve bakmıştın ona.. Merhametlilerin en merhametlisi olanın elçisi olarak merhamet buyurmuş ve fırsat vermiştin.. Git ve doğum yaptıktan sonra gel, demiştin.. Aradan dokuz ay geçtikten sonra aynı istekle karşına gelmiş ve sen yine ona merhamet kapısını işaret etmiştin.. Seni merhametsiz göstermeye çalışanlar bu kıssaya baktıkça senden utanırlar mı bilmem ama ben her hatırladığımda seni daha da seviyorum.. Ve o kadın her gelişinde sen yine ona merhametli olan Rabbini işaret etmiştin.. Huzuruna varmış bir günahkar da ben olsaydım..
O kadından daha ısrarlı olan bir genç çıkmıştı bir defasına.. Ona her merhamet edişinde senden arınmayı istemişti.. İşlediği günahın cezasını bu dünyada çekmek ve ahirette seninle beraber olmak istemişti.. Sen istemeye istemeye cezasını tatbik etmek zorunda kalmıştın.. Oradan dönenlerden biri heyecanla yanına yaklaşmış ve cezası tatbik edilirken kaçmak istediğini bunun üzerine kendisinin onu tuttuğunu anlatmıştı sana ve eklemişti “Kaçıyordu, kaçırtmadık onu” diye.. Senden takdir beklerken senin surat ifadenle yanlış bir şey yaptığını anlamıştı.. Sen şaşkın bakışlarla ona bakmış ve ağlamıştın.. Gözlerinden yaşlar aktıkça o mübarek sakalların ıslanmıştı.. Islak gözlerle “Biriniz onu cübbesinin altına saklasaydı ya, belki tövbe ederdi” buyurmuştun.. Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım..
Hicret edilmeye mahkum edildiğin şehre doğru yola çıkmıştın.. Yanında, ağzından çıkan her şeye kulak kesilen sahabelerin vardı.. Her biri ayrı bir dünyaydı.. Sen onları sever, onlar da seni severlerdi.. Bir şeyi sen söyledin mi onun üzerine söz etmezlerdi.. Hepsi canlarını senin getirdiğin davaya feda etmeye hazırlardı.. Seninle baş koydukları dava uğruna onlarca savaşa katılmış ve şimdi kendilerini Mekke yoluna bulmuşlardı.. Silahsız geldikleri Mekke’yi gönülleriyle fethetmişlerdi.. Sen Bilal’e emretmiş ve ağaçlara, kadınlara, çocuklara, savaşmayan erkeklere, ibadet mekanlarında ibadet eden hiç kimseye dokunulmamasını istemiştin.. Seni şehirlerinden çıkaranlar senin ağzından ölüm emirlerini beklerken sen onları iyilik ile mağlup etmiştin.. Evlerine kapanıp ölüm korkusuyla yüzleşenler, Bilal’in ağzından çıkan emirlerle şaşırmış ve sana olan hayranlıklarının artmasına engel olamamıştılar.. Evinin penceresinden sana bakan amcanın katili Hint bile daha sonra iman etmiş ve senin getirdiğin öğretilerle hayat bulmuştu.. Ölüm emrini bekleyenlere Yusuf’un kardeşlerine dediği cümleyi söylemiş ve hepsini azad etmiştin.. Merhameti esas kılmak için kuşandığın kılıcın kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım..
Gönüllere yaydığın merhametle dünyanın ahengini değiştirmiş ve şakilerden saidler, cahillerden alimler, inkarcılardan mü’minler, nankörlerden şâkirler, merhametsizlerden halimler, hazcılardan zahidler yetiştirmiştin.. Cahiliyye bataklığını saadet asrına, çöl adamlarını medeniyet havzasına, kör taassupları hikmet menbaına, şehvet düşkünlerini iffet kahramanlarına dönüştürmüştün.. Sevgin ile.. Merhametin ile..
Söz&Kelam - Serdar Ayhan