‘Miskinler Tekkesi’ Cumhuriyet Dönemi edebiyatına damga vurmuş bir kısım aydının sıklıkla kullandığı, hakkında uzun uzadıya tahliller yaptığı ve üzerine kitap yazıldığı seçkin kavramlardan bir tanesidir. Ülkemizdeki edebiyat dünyasında bu kavramla ön plana çıkan iki isim bulunmaktadır. Birincisi isim olan Reşat Nuri Güntekin ‘Miskinler Tekkesi’ adını 1946 yılında kaleme aldığı bir romana vermiş ve bu romanda Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyete geçiş aşamasındaki bir gencin hayat hikâyesini anlatmış, okuyucunun beğenisine sunmuştur. İkinci isim ise fildişi kulesine[1] çekilerek ‘Miskinler Tekkesi’ mefhumuna yeni bir anlam katarak değerlendiren Üstad Cemil Meriç’tir. Bu sayıda bahse konu kavramı Cemil Meriç perspektifiyle ele alacak ve günümüz dünyasında bu konunun nasıl okunması gerektiğine değineceğiz.
Cemil Meriç entelektüel hayatının ilk dönemlerinde tıpkı klasik batıcı aydınlar gibi dünyayı okur, zihin dünyasını Marksist öğretiler çerçevesinde şekillendirir. Esasında o da bu ilk dönemde miskinler tekkesinin batı düşüncesi hülyasına dalmış aydınlarından biridir. Bu süreçte özellikle Fransız sosyalizmi üzerine derinlemesine araştırmalar yapar ve Saint Simon’un sosyalist ideolojisini kritik ederek kitaplaştırır. Yazın hayatının ikinci döneminde Hint dünyasına ilgi duyar, çalışmalarını Hint medeniyeti ve edebiyatı üzerine yoğunlaştırır. Bu alanda da derinlemesine tahlillerde bulunur, bazı kitaplarında Hint dünyasını uzun uzadıya analiz eder. Meriç bu ilk iki dönemde dikkate değer özgün çalışmalarda bulunmuş olsa da doğduğu coğrafyanın tarihinden ve medeniyet birikiminden bihaber olduğundan dolayı batı düşüncesinin ülkemizdeki miskinler tekkesi sakinlerinden biri olmaktan kurtulamaz.
Üstad tekkedeki konumunu sürdürürken bir gün yaptığı tren yolculuğunda karşılaştığı adamın ‘sen bizden değilsin’ sitemiyle irkilir ve karşılaştığı bu serzenişin etkisiyle kendisini sorgulamaya başlar. Yaşadığı bu hadise onu miskinler tekkesinde daldığı hayallerden uyandırır ve ‘fildişi kulesi’ adını verdiği düşünce dünyasında hakikat yolculuğuna çıkar. Yazarlığının üçüncü ve son döneminde ise fikir tasavvuruna son şekli veren İslam medeniyeti ile ilgili ciddi araştırmalara girişir. Fildişi kulesinde yaptığı okumalar neticesinde gözlerini kaybetse de hakikatin izini sürmekten bir an olsun vazgeçmez. Zamana meydan okuyan ve klasikler arasına giren eserlerini de bu dönemde yayınlar. Bu eserler farklı düşünen toplum kesimleri arasında da büyük beğeni toplar.
Hayatının en dolu günlerini yaşadığı süreçte ‘Miskinler Tekkesi’ kavramına yeni bir anlam katan Meriç, konuyu ülkemizdeki batılılaşmacı aydınlanmanın içerisinde bulunduğu buhran çerçevesinde çözümler. Ona göre Tanzimat’ın mimarı Mustafa Reşit’ten beri bu topraklarda aydın yabancılaşması yaşanmaktadır. M. Reşit ise miskinler tekkesinin baş mürididir. Bu gerçeği kavraması kendisinin tekkedeki Batıcılık hülyasının sonunu getirir. Kendisi de bir zamanlar bu buhran içerisinde bulunan miskinler tekkesinin sakinlerinden biri olduğundan dolayı bu tekkeyi bir çıkış yolu olarak görür. Nitekim ‘Bu Ülke’ kitabında söz konusu kavrama dair şu sözlere yer verir: “Fildişi kule, dâvasız sanat meczuplarını barındıran miskinler tekkesi. Ama her mücahit o tekkede silah kuşanır. Bir zindan değil, bir liman.” Meriç, miskinler tekkesi zindanını bir düşünce limanına çevirmeyi başarmış nadir şahsiyetlerden biridir. En nihayetinde hakikat yolculuğunu fildişi kulesinden çıkarak tamamlar.
Tekke meselesini değerlendirirken sadece Cumhuriyet dönemiyle sınırlı kalmaz Üstad. Kitaplarında tarihteki İslam devlet düzenine değinirken Müslüman yöneticilerin ilham kaynağının peygamber varisi âlimler olduğunu vurgular. İslam âlimlerinin fildişi kulelerden (miskinler tekkesinden) uzakta bir yaşamının olduğundan, toplumun içinde yaşadıklarından ve devlet toplum ilişkilerinin düzenlenmesinde ciddi rol oynadıklarından bahseder.
İslam medeniyetinin yükselişte olduğu süreçte miskinler tekkesi Avrupa’nın her tarafını sarar. Son iki buçuk asırda ise ibre tersine dönmeye başlar, tekkenin merkezi İslam coğrafyaları olur. Batı’ya hayranlık duyan birçok aydın ise bu tekkenin temsilcileri konumunu elde eder. Günümüzde ise miskinler tekkesini Müslüman toplumlara yön vermesi gereken öncü fikir adamları ve İslam âlimleri mesken tutmuş vaziyettedir. İslam âleminin mevcut halden kurtulup toparlanabilmesi ve vahdeti sağlayabilmesi için en elzem olan gelişmelerden birisi kuşkusuz miskinler tekkesindeki uykudan uyanmaktır.
Üstad Meriç’in de yukarıda ifade ettiği gibi İslam düşünürlerinin miskinler tekkesinde silah kuşanıp o zindanı düşünce enstitülerine çevirmesi Müslüman coğrafyaların tekrar ayağa kalkmasına vesile olacaktır.
Miskinler tekkesini kurtuluş yurduna çevirmek dileğiyle Allah’a emanet olun.
Söz&Kalem | Yusuf BİNGÖL