Söz&Kalem Dergisi - Dr. Abdulkadir Turan
Sekülerlik, dışarıda nasıl anlaşılırsa anlaşılsın Türkiye’de “laiklik” olarak anlaşılıyor. Bu anlamda “Seküler devlet olur ama seküler aile olur mu?” sorusu daha ilk noktada sorulabilir.
Batı açısından, bu yersiz bir soru; İslam dünyası açısından ise kesinlikle yerinde bir soru. Batı, bugün neredeyse “seküler devlet”ten daha çok “seküler toplum”, “seküler aile” gibi kavramları kullanıyor.
Neden? Çünkü İslam dünyasında, devletler laiktir. Toplumlar ise değildir. Batı’da ise devletlerin önemli bir bölümü, resmiyette laik değildir ama toplumun önemli bir kesimi kendisini “seküler” olarak tanımlıyor.
İslam dünyasında, önce bir grup genç Batı’ya gitti, onlar sekülerlikle sadece bir fikir olarak ilgilendiler. Sonra -Türkiye özelinde- devlet, 1839’daki Tanzimat’la birlikte kısmen sekülerleşti. İttihat ve Terakki’nin 1908 İhtilali ile devlet, sekülerliğe daha da yaklaştı. Cumhuriyet’le birlikte ise sekülerlik devlet nizamı haline geldi.
Ancak, sekülerliğin en katı biçimi olan Fransız laikliğinin devlet nizamı haline geldiği ve o nizama uymayanın sert cezalara maruz kaldığı günlerde bile Türkiye’de Müslüman toplumunun sadece küçük bir kesimi seküler bir yaşam tarzını benimsedi. Görünüşte o yaşam tarzını benimsemiş olanlar da bulundukları resmi konumun baskısıyla sadece bir taklit içindeydiler. Hani Fransızların kurbağa çorbasını içip ardından gizlice istifra edenler misali onlar da evlerine döndüklerinde tören alanlarındaki veya resmi balolardaki davranışlarından utanır, kendilerine uymayan babaannelerine, anneannelerine geçmişte olduğundan daha çok saygı duyarlardı. Çoğu sokakta laik, evinde ise bir dindar gibi sıkı bir aile düzeni içinde yaşardı.
Devlet nizamları zamanla, topluma sirayet eder ve o nizamın ürünü olan bir toplum yetişir. Bugün, Türkiye, Mısır, Tunus gibi ülkelerde Müslüman toplum içinde “Biz, laik bir aileyiz” diyen, öyle olduğuna inanan ve inandığı gibi yaşamaya çalışan ciddi bir kitle oluştu.
Buna karşı ise resmi tutuma, eğitim sisteminin bütün yönlendirme, fikren şekillendirme çabalarına rağmen kendisini koruyan ve “Biz Müslüman bir aileyiz” diyen bir ezici çoğunluk söz konusudur. Onlar, Müslüman kimliğini öylesine benimsemiş ki… “Coğrafyam kimliğimdir; burası İslam, ben de Müslümanım” dercesine bu yönde bir kimlik beyanında bulunmayı dahi abes sayar.
Bu ezici çoğunluk en azından “Biz, laik bir aileyiz” diyenler kadar beyanında ve inancında samimidir. Ama söz konusu olan amel (pratik) olduğunda durum ne yazık ki değişiyor. İnancın resmi ile pratiğin resmi uyuşmayabiliyor.
Daha önce bu sayfada konu edildiği üzere dünya bugün bir “gizli sekülerleşme” gerçeğiyle yüz yüzedir. Gizli sekülerleşme, dindar kişilerin farkında olmadan hatta sekülerizme karşı çıka çıka sekülerleşmesini ifade ediyor. Kişi, şuurlu bir Müslümandır, İslamî bir hayat yaşamayı kendisi için amaç edinmiş ama pratiği seküler birinin pratiğine doğru yol alıyor.
Gizli sekülerleşmenin belki en çok fark edildiği alan ailedir. Daha önce “Yoksa saklı seküler miyim?” sorusu sormuştuk. Bu kez “Yoksa biz seküler bir aileye mi dönüştük?” sorusunu sormamızda yarar vardır.
Nedir Seküler Aile?
Sekülerlik yani laiklik, hep politik bir tutum değildir. Bir aile, her tür siyasi tercihin tamamen dışında kendisini “seküler” olarak tarif edebilir ya da böyle bir tarif yapmasa da böyle bir kimlik beyanında bulunmasa da gerçekte seküler aile sınıfında olabilir.
Burada esas olan pratiktir. Seküler aile pratiğine, “seküler ahlak” hâkimdir. Ailenin nikâh töreni, düğünü, düğünden sonra kurduğu ev ortamı, o evde çevreyle kurulan ilişki dinden tamamen uzaklaşmıştır, İslam’dan tamamen bağımsızdır.
Nasıl bir nikâh töreni?
Nasıl bir düğün?
Nasıl bir ev ortamı?
Dostlarla nasıl bir aile ilişkisi?
Sorularının cevabı seküler bir aile tarafından Kur’an-ı Kerim’de, Resulullah’ın Sünnetinde, İslam toplumunun bilinen pratiğinde aranmaz. Onlar, ölçü kabul edilmez. Bir “Yaşam Rehberi” olarak bilinmez. İslam âlemindeki sekülerizmin “Yaşam Rehberi”, Batı’daki seküler pratiktir. Buradaki sekülerler, oraya bakar, onlar nasıl yaşıyorsa kendileri de onu taklit eder. Evliliğe onlar gibi hazırlanır, onlar gibi nikâh töreni ve düğün yapar, evini onlar gibi düzenler, onlar gibi aile dostları edinir, onların dostları ile ilişkileri gibi dost ilişkileri geliştirir.
Bir bakıma Paris’teki, Londra’daki, Washington’daki bir aile pratiği buraya taşınır. Aile ilişkilerinin sürdürülmesinde yine orası esas alınır. Aile ne üzerinde ayakta kalacak? Sevgi mi deniyor? Bu durumda Washington’daki bir aile, sevgiden ne anlıyorsa kendileri de sevgiden onu anlamaya çalışıyor. O anlamdaki sevgi bittiğinde Washington’daki, nasıl boşanıyorsa kendileri de öyle bir boşanma süreci yaşıyor. Washington’daki kadın veya erkek boşandıktan sonra nasıl bir yaşam sürüyorsa kendileri de öyle yaşamak istiyor ve imkânı varsa öyle yaşıyor.
Onların hayatında İslam, belki içinde İslam’a ait terimlerin bulunduğu, belki de bulunmadığı bir yemek duasıdır ya da değildir ama ölürken İslamî bir cenaze törenidir. Bu kitlenin çoğu, dünyada iken Batı’daki gibi olmaya; ahirette ise Müslüman olmaya niyetlenmiş. Onlar gibi yaşamış ama ahiretinin onlar gibi olmasını istememiş.
Nedir Müslüman Aile?
İslam’a inanmış ve şu veya bu mezhep pratiğinde, şu veya bu camianın gerçeğinde İslam’ı yaşamaya çalışan, ölçü olarak Kur’an’ı, Resulullah’ın Sünnetini ve İslam toplumunun kendi mezhep ve camiasına uygun düşen pratiğini kabul eden ailedir.
Bu ailenin İslamî anlamda eksiği olabilir, sorunları olabilir ama kesinlikle iskeleti İslamîdir.
Müslüman aile için,
Nasıl bir nikâh töreni?
Nasıl bir düğün?
Nasıl bir ev ortamı?
Dostlarla nasıl bir aile ilişkisi?
Sorularının cevabını Kur’an’da, Resulullah’ın Sünnetinde ve İslam toplumunun pratiğinde arar. Bazen bu pratik “gelenek” adını da almış olabilir. Bunun ilk noktada önemi varsa da pratikte farkı yoktur. Bir âlimin ailesi, “Biz, Kur’an, Sünnet ve falan âlimin yolu üzerinde yaşıyoruz” derken sıradan bir Anadolu insanı, “Geleneğimiz şunu gerektirir” diyebilir ve ikisinin yaşadıkları birebir aynı olabilir. Burada ilim düzeyi farklı olsa da şuur düzeyi değişse de pratik aynıdır.
İslam’ın bir gelenek olarak benimsenmiş olması, iddia edilenin aksine yüzde yüz olumsuz bir durum değildir. Aksine biz geleneği “bir tutumu özümseme” yönüyle alırsak İslam’ın gelenek olmuş olması bir kazanım olarak da kabul edilebilir. Bazen gelenek diye benimseyen, şuurla benimsediğini söyleyenden de daha iyi yaşayabilir.
Burada önemli olan “Yaşam Rehberi” tercihinin doğurduğu sonuçtur. Sorgulama da bu sonuca göre yapılacaktır.
Sekülerizmin toplum zemininde kazandığı mevzi, hepimiz için şu soruyu kendimize sormamızı zorunlu kılıyor: “Biz, Müslüman bir aile miyiz? Yoksa Seküler bir aile miyiz? Seküler bir aile değilsek gizlice sekülerleşiyor muyuz?”
Evliliğe niyetlenirken Müslüman, nişan sürecini yaşarken Müslüman ama nişanı bozma bahanesi ararken “seküler bahaneler”…Ya da evlenirken Müslüman, evliliği sürdürürken Müslüman… Ama bir sorun yaşadığında o soruna çözüm ararken seküler…
Bugün yaşanan çelişki budur ve ne yazık ki bu tehlikeli bir çelişkidir. Zira aile, hassas bir kurumdur, çok sorun kaldırır, çok çözüm bulur ama “Yaşam Rehberi” konusunda çok çelişki kaldırmaz. Böyle bir çelişki çatışmaya, bozulmaya, dağılmaya yol açar.
Bu yazı www.abdulkadirturan.com.tr sitesinden alınmıştır.