Söz&Kalem Dergisi - Berat Turan
Mustafa Akkad, 1930 yılında Suriye'de dünyaya geldi. Babası din eğitimi alıp imam olmasını istiyordu, bu nedenle inancına ve kültürüne bağlı bir genç olarak yetiştirildi. Lise döneminde kamera ve çekimlere olan ilgisi nedeniyle lise bitiminde babasına imam değil, sinemacı olmak istediğini söyledi. O dönem sinema eğitimi ve teknolojisi sadece Amerika'da olduğunu için Amerika’ya gidip sinema eğitimi almak istediğini söyledi.
Yönetmen olmak istiyordu ama bu karardan babası pek hoşnut değildi. Babası ona, ben senin kaderini belirleyemem ama nasıl yaşamak istersen hep yanındayım, derdi. Ama bu sefer babası oğlunu Amerika'ya hangi para ile göndereceğini düşünüyordu, Mustafa ise hem okuyup hem çalışacağını, babasından sadece hayır duasını eksik etmemesini söyledi. Hatta vedalaştığı anı bir röportajda şöyle anlatır:
“Babamın ellerini öptüm, babam on üç yaşındaki oğlunu saçından öpüp sağ göğsüne küçük bir Kur'an'ı Kerim koydu. Bunu sakın alçaltma, sakın bundan şaşma ve değersiz hayat yaşama. Ben seni değersiz yetiştirmedim, senin adına değersiz bir ad vermedim, senin adın Mustafa..! Sonra ise cebime 200 doları koyup beni uğurladı.”
Mustafa Akkad girdiği mülakatlar sonunda California Üniversitesi Sinema Bölümünü kazandı. Okul okurken aynı zamanda çalışıyordu, ara sıra film setlerine gidip gönüllü olarak çalışıyordu, böylece mesleğini sahada öğreniyordu. Birçok yönetmen ve oyuncu ile burada tanıştı. Okulda ders aralarında gittiği mescit okula uzak olduğundan, yeni bir mescidin açılması için okul yönetimine dilekçe yazıp diğer Müslüman öğrenciler ile imzalar topladı. Mustafa Akkad okulda herkes tarafından çok seviliyordu, bu isteği için gereken desteği alınca, Amerika üniversitelerine mescidi ilk getiren kişi olarak tarihe geçecekti. Okulu bitirdikten sonra yardımcı yönetmen olarak Hollywood’da çalıştı. Ayrıca beşten fazla filmin yönetmenliğini yaptı.
Amerika’da olduğu süre boyunca batılıların Müslümanlara karşı ön yargılarına yakından şahit oldu. Orada doğan çocuklarına din eğitimini kendisi veriyordu, bu süreçte hem çocuklarına miras bırakabileceği hem de batıya mesaj olabilecek bir film çekmeye karar verdi. Hz. İsa ve Hz. Musa üzerine sayısız filmler, belgeseller yapılmıştı, o da Hz. Muhammed (sav) tanıtmak istemişti. Birçok Arap ve Müslüman ülkede o dönem ismini duyduğu birçok âlimin kapısını çaldı, İslam dinini ve Kur'an'ı Kerim'e en uygun olanı yapmak istedi, bir kaç sene süren araştırmanın sonunda senaryo hazırdı, senaryoyu son kez Mısır el-Ezher Üniversitesinin öncü hocalarına gösterip onaylattırdı ama o dönem yaklaşık 20 milyon Euro’yu bulacak filmin çekimi için sponsora ihtiyaç vardı. Amerika'da tanıdığı hiç bir kimse bu senaryoya yardımcı olmadı. Rotasını Müslüman devletlere çevirdi.
Çoğu sömürge devleti, dünya savaşından yeni çıkmış, Müslüman ülkelerin çoğu ise kıtlık ve ekonomik sorunlarla uğraşıyordu. O dönem bölgenin en güçlü üç Müslüman ülkesi Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’dı. Türkiye ve İran Mustafa Akkad'ı reddetti. Suudi Arabistan ise önce sponsor olmayı kabul etti çekimler başladıktan sonra ise vazgeçtiğini duyurdu.
Libya’da Kaddafi yeni başa geçmişti, Mustafa Akkad sponsorluk için Libya’ya başvurunca Kaddafi, Mustafa Akkad’ı bizzat dinlemek ve senaryoyu görmek istedi. Karşılıklı konuştukların da Kaddafi kendisine şöyle söyledi:
“Her harfine and içerim hiç eksiğin yanlışın yok. Filmin platosunu Libya’da kurabilirsin, güvenlik güçlerinin emrinde olacak. Işığından, oyuncusuna; çaycısından işçisine kadar her şeyi karşılayacağım. Ama bir şartım var. Bu filmden sonra, Libya’yı sömürgeden kurtaran büyük âlim ve önder Ömer Muhtar’ın filmini de çekeceksin.”
Mustafa Akkad Kaddafi’nin bu teklifini büyük mutlulukla kabul etti. Libya çöllerinde küçük bir Mekke şehri kuruldu. Peygamberimiz ve dört büyük sahabenin yüzünü yansıtmayacaktı ama Hz. Hamza için güçlü bir karakter aradı; o dönem bütün oyuncuları Hollywood’dan seçecek, filmin sadece bir din değil sanat ve tanıtım filmi olarak göstermek için Batı’nın dikkatini çekecekti. Filmin daha çok doğu ve batı arasında bir köprü kurmak, Müslümanlığı merak eden gayrimüslimler için gerçek kaynağından tanıtmak istiyordu. Hz Hamza rolü için o dönemin en popüler oyuncularından Oscar ve Altın Küre ödülü alan Anthony Quin ile iletişime geçti. Hamza rolünü çok beğenen Quin, bu teklifi kabul edecekti. Quin’in yanı sıra Irene Papas, Michael Ansara, Johny Sekka, Michael Forest, Garrick Hagon ve Damien Thomas gibi ünlü oyuncular da film ekibinde yer alacaktı. Müzikleri içinde Oscar Müzik Ödülü almış İngiliz orkestra şefi: Maurice Jarre ile anlaştı. Bu çalışmadan haberdar olan ünlü boksör Muhammed Ali, ezanı ilk kez okuyan Bilal-i Habeşi’yi gönüllü okumak istedi. Fakat Mustafa, Muhammed Ali’nin spor kariyerinin, filmi gölgeleyeceğini düşünerek kabul etmedi.
Libya çöllerinde çağrı filminin çekimlerine başlandı ve çağlara hitap eden o eşsiz filmi başarıyla bitirdi. Yıllar sonra sette çalışan çoğu Hollywood oyuncusunun çekimden sonra İslam’ı araştırıp gizlice Müslüman olduğu söylendi. Quin’in daha sonra katılacağı ödül töreni ve davetlerde içki içmemesi, bir süre inzivaya çekilmesi, elinde İngilizce Kur'an'ı Kerim gözükmesi bu ihtimalleri güçlendirecekti. Amerikalıların bile Anthony'e, ‘Hamza’ diyeceği o eşsiz film tamamlanmıştı. Mustafa Akkad, filmi babasıyla beraber özel bir gösterimde doğduğu şehir Halep'te izledi ve babasına şöyle dedi: “Ben imam olup kürsüden değil, Allah'ı ve Peygamberi böyle anlattım. Sağ cebimdeki Kur'an'ı Kerim'i ve üzerimde gezen duana yemin olsun ki bundan hiç şaşmadım. Bana ve adıma verdiğin değeri hiç düşürmedim.” Öyle bir film idi ki hiç bir ufak ayrıntıyı atlatmamıştı. İlerleyen yıllarda Kaddafi'ye verdiği sözü tutup yine başrolünü Anthony ve ünlü oyuncuların oynadığı ‘Çöl Aslanı Ömer Muhtar’ı ve çekmeyi istediği birçok filmin çekimlerini gerçekleştirdi.
Mustafa Akkad, 2000 yılında Selahattin Eyyübi’nin hayatını çekmek için benzer bir araştırmaya başlamıştı. Dört dil bilen yönetmen; Suriye, Kudüs ve Irak'tan tarih âlimleri ile eski kaynaklardan araştırmalar yaptı. Bu defa filmin uygun şartları nedeniyle Türkiye'de çekmek istiyordu. Çağrı filmini dünyada en çok izleyen ikinci ülke olmuştu Türkiye, Selahaddin filmi için de Türkiye sponsor olmayı kabul etmişti.
Bir gün Irak'ta bir âlimin yanından ayrılıp baba evi Suriye’ye giderken bu projeden çekilmesi için tehditler aldı. Mustafa Akkad kararlıydı, boyun eğmedi. Gizlilikle yürüttüğü projesini bütün engellere rağmen hazırladı. 2005 senesinde İstanbul Küçükçekmece'de filmin platosunu hazırladı. Selahaddin filmi çekimlerine henüz başlanmamıştı. Başrol olacak kişiyi Mustafa Akkad’dan başkası bilmiyordu. Çekimden bir kaç hafta önce bir film festivali için gittiği Ürdün'de otelin bombalanması sonucu katledildi.
Basın bunu el-Kaidenin düzenlediği bir intihar saldırısı olarak lanse etse de patlamadan hemen önce Mustafa Akkad'ın aracına silahlarla suikast girişiminde bulunulması, oteldeki patlamadan yaralı kurtulup hastaneye yetişmeden yolda ölmesi, vefatından sonra senaryonun kaybolması, Selahaddin rolü için kiminle anlaştığının hiç bilinmemesi onun bir suikaste kurban gittiği iddialarını güçlendirmişti.