Mutlu olmak bir tür sevinç ve huzur halidir, herkes için göreceli bir kavramdır. Bir bebek için mutluluk, annesinin sıcak kolları iken, 20 yaşında olan bir genç için mutluluk bütünleme tarihi bayrama denk gelen dersin finalinden geçmek veya çok sevdiği bir giyim markasının başlattığı sezon sonu indirimi olabilir. 80’lik dede için mutluluk ise onu seven, ona saygı ve hürmette kusur göstermeyen evlatları ve şirin torunlarıdır. Dolaysıyla insanları mutlu eden şeyler herkes için ihtiyacına göre farklılıklar arz edebilmektedir.
Fakat ne var ki Postmodern diye tabir edilen ‘yaşadığın anın tadını çıkar gerisi önemli değil’ mantıklı günümüz kullan-at dünyasında her şey gibi sevinçler ve mutluluklar da kullan-at formatına büründürülmüş, bu yüzden insanlar bir anlık mutluluklara karşı kalıcı hüzün ve ıstıraplara razı edilir hale getirilmişler. Bir “like” almanın mutluluğu, uzun süre etkisini gösterecek bir hayır duası almanın önemini kaybettirirken, elektronik emojik gülümsemelerde aranan mutluluk, sadaka olan sıcak canlı tebessümlerin önüne geçmiştir. Sanaldan dürtülmeyi marifet görenler, mutluluğu onda ararlarken sıcak bir elin omza değmesiyle dürtülen dostun mutluluğunu bulamaz oldular. Takipçi sayısının fazlalığını ‘sosyal’lik sananlar; beraber samimiyetle muhabbet edebileceği, bir çay içebileceği dostu bulamayacak kadar asosyal ve mutsuz olduklarını başlarını yastığa koyduklarında ve kendileriyle yalnız kaldıklarında anlamışlardır.
Hâsılı aslında herkes bir şekilde mutluluğu arıyor, mutlu olmak istiyor, tüm uğraş ve çabaları mutlu olmak için eğer biraz iyilerse belki de birilerini mutlu edebilmek için. İnsanlar artık sahte selfie gülümsemelerine inat gerçekten gülmek istiyor, karşımızdakinin ona acımaması için yaptığı zoraki gülümsemelerden çok tüm kalbi ve ruhuyla gülmek ve tebessümü etrafına yaymak istiyor. Hatta mutlu olma yolunda o kadar isteklidir ki karşılığında özgürlüğünü verecek kadar ister onu. George Orwel’ın “İnsanlık özgürlük ile mutluluk arasında tercih yapmak zorundadır ve insanların büyük çoğunluğuna mutluluk daha uygundur” demesi bu hali izah eder sanırım.
Yukarıda biraz bahsini ettiğimiz bu mutsuzluk tablosunun şahit olunduğu ve sözün söylendiği batı toplumlarından sonra kendi toplumumuzda aynı problemlerle yüz yüze kalmış durumdadır. Gel gelelim bizim meselemize yani Müslümanların mutluluk hikâyesine, sevinç kronolojisine. Aslında bizim mutluluğu aramak gibi bir derdimiz olmadı hiçbir zaman, sadece mutlu kalabilmek içindi tüm uğraşımız. Çünkü Kalu bela da başladı bizim mutluluk hikâyemiz. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna muhatap olan bizlerin vermiş olduğu “Evet sen bizim Rabbimizsin” cevabı ile O’na kul olduğumuzun ilk nişanesi olarak başladı mutluluk serüvenimiz. Doğduğu fıtrat üzerinde kalıp ölene kadar o fıtrat üzere yaşayabilmekti mutluluğumuz. O’nu razı etmekti aslında mutluluk kaynağımız. Bize hayat bahşeden Rabb’e karşı hürmetkâr durabilmekti neşemiz. Yapın dediklerini yaptığımız, sakının dediklerinden uzak kaldığımız kadarıylaydı sevincimiz. Bir kere bile olsun istikametimizden şaştık mı o zaman başlar hüznümüz, gider mutluluğumuz ve sevincimiz. Tekrar mutlu olmak için açılır ellerimiz bir dağ başında; 250 yıl bile olsa inmez elimiz, durmaz ‘tövbe’ diyen dillerimiz. Çünkü mutlu olmanın tadını almışız bir kere, o tat bozuldu mu geri gelmesi adına gereken her şeyi yapmak içindir tüm çabamız, uğraşımız.
Elimizdeki en kıymetli malları, hazineleri O’na sunmamızın sebebi budur, Habil’in öz kardeşi tarafından kanının akıtılması sırasında ki tebessümünün sebebi de buydu. Zaten bu dünya da her şey mutlu olmak için değil miydi? Bir kere gelmişiz bu dünyaya onu da mutsuz mu geçirelim? Aslında Rabbin rızasına niyet etmekle mutlu olunur yoksa haşa mutlu olmak için Rabbin rızasına niyet edilmez, yani kalp mutmain olduktan sonra ortaya sinemizi ferahlatan ve adına mutluluk denen o duyguyu yaşarız. Hâsılı aslında biz mutluluğu değil, mutlu kalabilmeyi aradık.
Şunu fark ettik ki bizim mutluluğumuza engel olan en önemli düşman günahlardır. Zira işlediğimizin her günahın bizi Allah’ın rızasından uzaklaştıracağının bilincindeyiz. Din çağı geçti denen, bir anlık mutluluk karşılığında bir ömür eziyet ve ıstırap verilen, günah işlemeyenin aforoz edildiği, günahın alenileştiği ama iyilik ve güzelliklerin ise flulaştırıldığı bu Postmodern çağ mutluluğa dair ne varsa aldı götürdü insanlardan. Mutluluğu haramda ve günahta arayan, fıtratı bozulmuş insan yığınları meydana getirdi. İnsanlık bir nebze de olsa mutluluk ararken bu günah çağı hep yanlış yerden konum attı insanlara. Ama ne var ki köprüden önceki son çıkışlar geçildikten sonra fark edildi yanlış yollar. Geriye dönüşü olmayan yollar yapıldı insanlığın önüne, ne bir kavşak ne de bir çıkış yoktu bu yollarda. Hâlbuki mutlu olmak için her yolu denemesi gereken insanlık günah çıkmazından çıkabilmenin yolunu bulamadı. Tövbe çıkışından mutluluğa kapı aralanacağını idrak edemedi.
Evet, dedik ya bizim mutluluğumuza en büyük engel günahlardır. Mutlu olmak ve mutlu kalabilmek için kaçarız günahlardan. Görünüşte en şatafatlı hayatı yaşayan, model alınması gerekenler gibi gösterilen ama hakikatte günah bataklığında debelenen ve arayışlarını bu bataklıkta yapan ama debelendikçe battığının farkında olmayanlar gibi olmadığımız için, onlar gibi yaşamadığımız için asla ama asla üzülmeyiz. Hele ‘keşke bizde yapabilseydik’ gibi bir şeyi asla içimizden geçirmeyiz. Çünkü yaşamın tadının, hayatın lezzetinin ve mutluluk kaynağının O’na kul olmaktan geçtiğinin bilincindeyiz. Günahkâra özenmek diye bir mefhumumuz yok bizim. Sevinci ve neşeyi günahta değil bilakis helal olanda buluruz biz. Zaten helal dairesi keyfe kâfi değil midir? Bu hayatta mutluluğumuza engel olacak her türlü haram ve günahtan uzak dururuz ama bunu yaparken utanarak, sıkılarak topluma rol-model olarak sunulan ama bataklıkta hayat mücadelesi verdiklerinin farkında olmayan nefsperestlerden çekinerek değil bilakis bu hakikati onların yüzüne haykırarak ve onların sahte mutluluk pozlarına inat gülerek yaparız/yapmalıyız biz. Zira zavallı olanlar, acınması gerekenler Allah’a kul olanlar değil, Allah’a isyan içinde olanlardır. Mutlu olmak en çok Allah’a kul olanlara yakışmaz mı?
“Mutsuz/Şaki olanlara gelince; onlar ateştedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır” (Hud-106). Ayette geçen ‘Mutsuz olanlar’ aslında dünya hayatında tüm ömürlerini mutluluğu bulmak için sarf eden ama bu yolda mutluluğu günah ve haramda arayan insanları işaret eder. Her şeyde keyif almak için bir çaba içerisinde olan ama nihayetinde zevkperizmin kurbanı olarak bu âlemden göçen insanları anlatır. Dedik ya bir anlık sahte mutluluklar uğruna ebediyetlerini mahfeden insanlar. Ne yazık!
Bu mutluluğumuzun kaynağını anlatmalıyız her yerde, insanları mutlu edebileceğimizin garantisini verebilmeliyiz. Onlara, Allah’a kul olmak ve O’nu razı etmeye niyetlenmek karşılığında mutluluk sigortası yapabileceklerini anlatmalıyız. Ama en nihayetinde anlatmadan önce mutlu olduğumuzu tüm benliğimizle gösterebilmeliyiz.
Bir anlık mutluluk için ömürlerini günahlar içinde heba eden zavallılara, sahte gülüşlülere, kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşayan ümitsizlere ve sözde mutlu olmak için uğraş verdiğini söyleyip nefsine köle olanlara gönderilen; her biri “mutluluk sigortacısı” olan peygamberleri anlayanlar, onların söyledikleri hakikati kavrayanlar en nihayetinde bu âlemden kalbi mutmain ve mutlu bir şekilde gidip ebedi mutluluğu/saadeti buldular. Mutluluklarını, keyiflerini ve zevklerini bozacaklarını söyleyip kendilerine gelen mutluluk sigortacılarını yalanlayan, onları öldürecek kadar gözü dönmüş şehrin zevkperestlerine karşı duran davetçinin ölümden sonra söylediği “Keşke kavmimde bilseydi” hakikati Rabbine karşı kulluk görevini yerine getiren insanın bu âlemden kalbi mutmain ve mutlu bir şekilde ayrılıp ebedi mutluluğa/saadete ulaştığının alameti değil midir?
“Keşke toprak olsaydım” diye dilden dökülen acı ifade sözde mutlu olabilmek için dünyasını heba eden, mutluluk sigortacılarını yalanlayan; nefsperest ve zevkperestlerin ebedi mutsuzluğa ve helaka uğradıklarının alameti değil midir?
O halde bu çağın sahte gülüşlü günah baronlarına şunu haykırıyor ve diyoruz ki; Sizler mutlu olmanın kaynağını ve yollarını aramaya durun, bizler bu kaynağı insanlığın başlangıç serüveninden beri bulmuşuz. Hz. Âdem’in tövbesinde, Hz. Nuh’un davetinde, Hz. İbrahim’in arayış ve teslimiyetinde, Hz. Eyüp’ün sabrında, Hz. Yusuf’un dürüstlüğünde ve en nihayetinde Âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed (sav)’in adalet ve merhametinde bulduk bu mutluluğu. Sizin günaha çağıran hiçbir mutluluk arayışınızı kabul etmiyor ve asla ona tevessül etmiyoruz. Biz mutluluğu Allah’a kullukta bulmuş ve onun hoşnut olmayacağı şeylerle asla mutlu olunamayacağını biliyoruz. Eğer sizde gerçekten mutlu olmak istiyorsanız ve gerçekten mutluluğu arıyorsanız biliniz ki aradığınız şey İslam’dadır, Allah’a kul olmaktadır.
Son söz, hep mutlu kalın ve asla bu mutluluğunuza halel getirecek günahlara tevessül etmeyin. Ayrıca mutluluğunuzu ve neşenizi herkes görsün, herkes bilsin. Belki sizin gibi mutlu olmak isteyenler olur, değil mi?
SELMAN TALAYHAN