Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Karaduman
Hamd, hayatı ve ölümü yaratanın üzerine olsun.
Hayat, Allah’u Teâla’nın insanın varlığını yokluğuna tercih etmesinin bir tecellisidir. Ölüm bu tercihin, yine aynı müreccih tarafından sonlandırılmasıdır. Varlığın ve ölümün arasında olan ve hayat diye isimlendirdiğimiz o süre ise insanın cüzi iradesinin tecelli ettiği zaman dilimidir.
Ahiret hayatı ise, insanın kendisine verilen cüzi iradeyle yaptığı tercihlerin sonucuyla kendisine konum belirlemesidir. Dünya hayatının asıl var olma gayesi, yaratılanın var olma nimetine olan şükrünün eda edilip edilmeyeceğinin sınandığı zaman dilimidir.
O yüzden ölüm, bir yok oluş değil dünya hayatımızdaki tercihlerle ahiret hayatında kendimize belirlediğimiz mekâna intikaldir. Ölüm, sınanmışların artık sınav sonucunu görmeye koyulduğu bir köprüdür.
Dünya hayatı ise, bir ağacın gölgesi altında gölgelenmek gibidir. Asıl yola koyulmak için bir dinlenme ve istirahat etmektir. Hiçbir yolcu istirahat ettiği yeri mesken edinmeyeceği gibi hiç bir insan bu dünyayı kalıcı mesken olarak görmemelidir. Allah’u Tealâ ayeti kerimede bu durumu çok güzel ifade etmektedir: “Ey insan! Sen rabbine doğru büyük bir çaba içindesin; sonunda kuşkusuz O’na kavuşacaksın da.”[1]
Dünya hayatının sonu, Âlemlerin Rabbi olanla buluşmadır. Ölüm, işte bu buluşmadan kısa bir durak. Herkes heybesindekiyle Rabbiyle buluşacak. Ağacın gölgesini mesken edinenlerle, edinmeyenlerin hesap vereceği bir hayat olacak.
Bu dünya hayatını ve içindeki tüm nimetleri geçici görenler, imtihan bilincinde olanlar, hayatı rıza-ı ilahi de yaşayanların ahiret hayatı cennete dönüşür. Onların Allah’ı dünya hayatında hatırladığı gibi, Allah’u Tealâ’da onları hatırlayacak ve nimetleriyle donatacaktır. Fakat bu dünyada ağacın gölgesini mesken edenler, gölgeyi sağlayan ağacı inkâr eder, nankörlük eder ve nimetin asıl sahibini unutup zevk ve sefaya dalarsa, Allah’u Teala’da onları unutur ve kimsenin kimseye sahip çıkamadığı o günde, sahipsiz bırakır.
Allah’u Teala, ayeti kerimede şöyle buyuruyor: “Ey Allah’ım niye beni âma haşrettin? Ben tam aksine dünya hayatında görüyordum. O’da şöyle buyurdu: Aynı şekilde bizim ayetlerimiz sana ulaştığında sen kulak asmayıp hemen unuttun, bugünde sen unutulacaksın.”[2]
İman edip Allah’a hatırlayanlar ise: “İman edip, salih amel işleyenler için sayısız nimetler vardır.”[3]
Ahiret hayatı, dünya hayatında ekilen ekinin hasadının yapıldığı yerdir.
Mümin, imanıyla kendisini ahiret hayatındaki çetin azaptan emin kılan kişidir. Mümin, Allah Resulünün ifadesiyle şudur: “Mümin (Keyyis), kendini hesaba çekip ölümden sonrası için çalışan kişidir.”[4]
Günümüz insanın ve Müslümanın belki de en çok unuttuğu temel nokta, hayatın ve içindekilerin bir gün son bulacağı fikrini kaybetmek. Ölüm insana insan oluşunu hatırlatan en önemli ve her şeyin geçici olduğunu hatırlatan en büyük nimettir.
Onun için İmam Şafi bir beytinde şöyle dile getirir dünya ve içindeki olayları:
“Gecenin olaylarını takma, dünyada olup bitenler geçicidir.”
Bizler o kadar çok dünyaya daldık ki, sıkıntıların ve nimetlerin ebedi olacağını zannettik. Bu dünyanın bir gölge olduğunu ve zamanı geldiğinde kaybolacağını unuttuk. Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenmedir.
Müminin dünyaya bakışı budur. Dünya hayatı sadece Allah’ın bahşettiği nimetlerle onun belirlediği süre zarfında vakit geçirmektir.
Üstad ölümü çok güzel açıklar: Ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekândır, baki bir meyveyi sünbül vermektir.
Ölüm bir ayrılık değil hatta sevip görmediğimiz insanlarla buluşmaktır. Ölüm, insanın dünya hayatında kiracı olmaktan çıkıp ev sahibi konumuna ulaşmasıdır.
Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır. Ehl-i dalalet için zulümat-ı ebediye kuyusudur.
Ölüm, tarih boyunca inkâr edilmemiş tek hakikattir. Tarihte Allah’ı ve Resulünü inkâr edenler olmuş, ama bir gün bu dünyadan göç edeceğini kimse inkâr etmemiş. İman ölüme başka bir anlam katarak, onun sadece bir göç değil, aynı zamanda hesaplaşmanın ilk adımı olarak görür.
Ve işte o gün, dünya da sahip olduğun ne mal ne evlat,[5] hiçbir şey fayda vermez ancak ve ancak Allah’a karşı gelmemiş, temiz bir kalp[6] ve salih amel fayda verecek.
Temiz bir kalp; Allah’ın varlığından ve birliğinden hiç şüphe duymamış, mümin kardeşlerine kin beslememiş, Allah’a ve mümin kullarına karşı daima hüsn-ü zanla bakan kalptir.
Salih amel ise; İnandığı dava uğruna her şeyi kaybetmeyi, dünyalık hiçbir nimete ebedi gözüyle bakmamayı, bu dünyanın fani nimetlerine baki muamelesi etmemektir.
Ölüm, müşahede âleminden, gayb alemine intikaldir. Yani bir zamanlar gayb olan âlemin, müşahede edilir hale gelmesidir.
Madem ölüm var, madem hiçbir şey elimizde ebediyen kalmayacak. Her şey asıl sahibine geri dönecek, o zaman bize emanet verilmiş tüm bu nimetleri sahibinin istediği şekilde istihdam edeceğiz.
Ölüm, bizde dünya hayatının yaşam arzusunu öldürmeye kadir nadir nimetlerinden. Bundan ötürü Peygamber efendimiz şöyle buyurur: Lezzetlerin tadını kaçıran ölümü çokça anın!