PAPATYA
Otobüs yavaşlayıp dönüş aldı. Derme çatma bir yola girmiş tekerlekler yoldan tozu kaldırırken yol otobüsün hızını emerek intikam alıyordu. Onlar cedelleşirken olan otobüsün içinde zıplayıp duran yolculara oluyordu fakat bu durumu pek umursuyor gibi görünmüyorlardı. Büyüklerin yüzüne yansıyan hüzün, yorgunluk ve memnuniyetsiz ifade çocuklarda hiç yoktu. Onların yüzünde masumiyetlerinin yanı sıra şaşkınlık ve (garip ama)mutluluk vardı. Otobüsün içindeki 5-6 çocuğun ara sıra sordukları sorular dışında, bir de derinden gelen bir şarkı sesi vardı. Kısık sesli şarkı sanki ortama uygun olarak özellikle fona konulmuş gibiydi.
Nihayet tekerlekler yolla cedelleşmeyi terk etmiş ve durmuştu. İnen yolcuların bir kısmı karşılarındaki büyük binaya yönelirken, bir kısmı da kapıya yakın banklara oturmuştu. Sağda ikinci bankta oturan yaşlı kadın, elinden tuttuğu torununun sorularına maruz kalmanın memnuniyetsizliğini ve gece boyu yaptığı yolculuğun yorgunluğunu harmanlamış cehresiyle oturuyordu. Çocuk kocaman ela gözlerini nenesinin yüzüne dikip:“babaanne babamın yanına ne zaman gideceğiz?” yaşlı kadın: “sıramız gelince ”dedi umursamadan. Çocuk biraz düşünüp:“ben babamın doğum gününü de kutlayacağım” torununun yüzüne kederle baktı; “babanın doğduğu gün geçti kızım” itiraz gecikmedi: “ama olsun ben yine de kutlayacağım. Babama, senin doğum gününde görüş değildi, bugün doğum günün olsun diyeceğim.” Heyecanla konuşan kız durdu, aklına aniden gelen soruyu sormakta gecikmedi, “babaanne hediyesiz doğum günü kutlanır mı?” Sorduğu sorunun cevabını, hüzünlü bir ses tonuyla yine kendisi verdi:“kutlanmaz tabi kutlanmaz ki!” Omuzları düşmüş başı önüne eğilmişti. Yaşlı kadın kederlendi. Babasız büyüyen torunlarına üzüldü. Bir çocuk babasız büyüdü mü, her şeyi yarım kalırdı, her şeyi eksik! Tek ayakla yürümeyi öğrenir, tek kanatla uçmaya çabalardı. Hayatı boyunca o eksiği kimse dolduramazdı. Sadece zaman içinde onunla yaşamayı öğrenirdi. Kırışmış göz kapakları, yaşlı gözlerini örttüğünde kenarından bir damla firar ettiyse de torununa fark ettirmeden sildi.
Küçük kız, az önceki hüznünden çabuk sıyrılmış gözlerini diktiği yerdeki manzara aklına çok iyi bir fikir getirmişti. Tam karşısında kümelenen irice papatyaların yanına geldi. Eğilip en güzellerini topladı. Topladıkça mutlu oluyordu, hediyesi yoksa bile babasına çiçek verecekti. Kesin çok mutlu olurdu. Odasına götürüp suya koyar, böylece hiç kurumazlardı. Nenesinin sesiyle irkildi:“Elif gel! Bizim sıramız geldi.” Elindekilere bakıp ”kızım onları içeri almazlar ki! Hadi at gidelim.” Babaannesi ilerlerken küçük kızın aklına bir çözüm geldi. Sırtını döndü, montunun zincirini indirdi, çiçekleri içine sıkıştırıp zinciri çekti. Böylece kimse görmeden, hediyesini babasına verecekti. Koşarak nenesinin elini tuttu, içeriye girdiler. Yaşlı kadın, kimlik kontrolünden sonra arama odasına yöneldi. Küçük kız tedirgin oldu umutsuzca: “Babaanne beni aramasalar olmaz mı?” yaşlı kadın tereddütsüz cevap verdi: “olmaz kızım ararlar,” iyice korkmaya başladı. Belki de montumu açmadan ararlar, diye düşündü.
Kabinde onları, biri genç, biri orta yaşlı, üniformalı iki bayan karşıladı. Zindanın soğukluğu yüzlerine yansımıştı. Genç olanı, küçük kıza yöneldi: “gel bakalım seni arayalım” sesi de yüzü gibi soğuk ve sertti. Küçük kız iyice korktu. Kadın elini montunun fermuarına attığında küçük kalbi müthiş bir hızla atıyordu. Fermuarın aşağıya varmasıyla küçük kızın göğsünden bir demet papatya döküldü. Kadın neye uğradığını şaşırmıştı. Çocuğa baktığında yanaklarını ıslatan gözyaşları onu daha çok şaşırttı. Babaannesi atıldı: “kızım sana onları at dedim, içeriye almazlar ki!” elif gözyaşlarına rağmen diklendi: “ben onları babama verip doğum gününü kutlayacaktım.” genç gardiyan kendince yardımcı olmaya çalıştı: “babanı öper, doğum gününü kutlarsın. Şimdi bunları çöpe at, içeri almamız yasak” derken köşedeki çöp kutusunu işaret ediyordu. İki görevli de bıkkın ve buyurgan ifadelerle işlerini yapıp çıktılar.
Küçük kız onlar çıktıktan sonra eğilip yerdeki çiçekleri aldı ve çöp kutusuna doğru isteksizce gitti. Babası için topladığı çiçekleri atmak istemiyordu. Yanaklarından süzülen yaşları silerken aklına bir fikir geldi ve uygulamakta hiç gecikmedi. Bir elinde papatyaları tutarken, diğer eliyle çiçek kısımlarını saplarından ayırdı. Minik avucunu hızla doldururken babaannesinin sesini duydu: “hadi kızım gidelim” avucundaki papatyaları (sığdığı kadar) ağzına doldurup dudaklarını sıkıca yumdu. Koşup babaannesinin elini tuttu. Uzun koridorlardan geçerken içi içine sığamıyordu bir an önce babasına kavuşmak istiyordu.
Görüş salonuna girdiklerinde babaannesi masalardan birine geçip oturdu. Elif, Ona sırtını dönüp ağzındaki çiçekleri avucuna boşalttı. Ağzında ağır, yoğun bir papatya tadı vardı ve boğazı yanıyordu. Avucunu kapadı, demir kapının açılma sesiyle hızla dönüp gözleriyle babasını aradı. Nihayet göz göze geldiklerinde, çocuk tarifsiz mutluluğunu, masumiyyetle ama en çokta hasretle, babasının gözlerine aktardı. Koşup sarıldı. Babası da onu kucakladı, Annesinin elini öpüp bir sandalyeye oturdu. Küçük kız: “babacığım geçen gün senin doğum günündü, babaannem bize söyledi. Görüş günü değildi biz gelemedik. Bugün senin doğum günün olsun mu?” cevap vermesini beklemeden “İyi ki doğdun, iyi ki benim babam oldun.” Babasının elini tuttu minik avucundaki papatyaları onun avucuna koydu. Adamcağızın gülümseyen yüzü birden donup kaldı. Önce annesine sonra avucunda ezilmiş, ıslak kır çiçeklerine baktı. Demek dışarıda bahar olmuştu. Sahi kaç yıldır baharı, kır çiçeklerini görmemişti. Kaç yıldır papatya kokusu almamış, ayaklarını toprağa, yeşil çimlere basmamıştı. Bu küçük kızın avucuna doldurduğu baharı ne çok özlemiş, ne çok şeye hasret kalmıştı. Gözlerini kızına çevirdi şefkatle baktı, çocukta ona gülümsüyordu. Dudağına ve çenesine yapışan papatya yaprakları, onu, bu küçük hediyenin avucuna nasıl konulduğu hakkında bilgilendiriyordu. Kızını bağrına bastı ve hüzünlü gözlerini annesinin yaşlı gözleriyle buluşturdu. Sıktığı avucunda hayatında aldığı en güzel, en anlamlı hediye bulunuyordu.
Meryem VAROL