Tarih boyunca insan topluluklarının gidişatına yön veren birtakım temel unsurlar söz konusudur. Bu temel unsurlar insan ilişkilerinden yaşayış biçimine, davranış şekillerinden inanç ve değerler sistemine değin insan hayatının tamamına yakınını kapsayan bir bütündür. Bahse konu bütünün parçalarından biri ise kuşkusuz ki kültür olgusudur.
Kültür kavramını “Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü.”[1] şeklinde tanımlayabiliriz. Zaman içerisinde toplumların düşünce yapısı ve yaşam biçiminin değişkenlik göstermesine paralel olarak kültür olgusu da farklılık arz etmektedir. Zaman ilerledikçe kültür dünyanın her yerinde çeşitli evreler geçirerek değişim, değişkenlik göstermektedir. Kültür değişimini tetikleyen en önemli faktör ise dini inançlardır. Bir toplumun benimsediği din, o halkın öteden beri süregelen kültürel değerlerin bir kısmını sahip olduğu kriterler çerçevesinde yeniden anlamlandırır, bir kısım gelenek ve ritüelleri ise törpüleme yoluna gider.
Kadim bir din geçmişine sahip olan milletlerde bazı temel hususlarda kültür ve din olgusunun iç içe geçirilme hatasına rastlanabilmektedir. Söz gelimi yüce dinimiz olan İslam 1400 yılı aşkın bir süre boyunca birçok milletin benimsediği bir din olagelmiştir; dolayısıyla İslam dininin kırmızıçizgisi olan namaz, oruç ve tesettür gibi önemli hususlar kültürel değer olarak algılanabilmekte ve esas manasından uzaklaşılabilmektedir.
Önceki yazılarımızda işlediğimiz bazı konularda Sanayi Devrimi’nin insan hayatına yeni bir boyut kazandırdığına, asırlar boyu sabit şekilde ilerleyen zaman akışını hızlandırdığına değinmiştik. Bu devrim hemen her konuda olduğu gibi kültür olgusunun da farklı bir zeminde analiz edilip topluma arz edilmesini sağlamıştır. Küresel sermaye, buhar gücü ile çalışan makineler ve ham maddenin bulunmasıyla üretim mekanizmasını tekeline almıştır. Sermaye odaklarının ürettikleri ürünlere olan taleplerin hiç azalmaması, bilakis artarak devam etmesi amaçlanmış ve bu doğrultuda ‘tüketim kültürü’ dediğimiz bir alışkanlıklar silsilesi meydana getirilmiştir.
Esas konumuz olan ‘popüler kültür’ kavramındaki ‘popüler’ sözcüğü Fransızca kökenli olup ‘halk tarafından beğenilen, halkça sevilen’ anlamlarına gelmektedir. Bu kelime tüketim kültürünün insanlığa benimsetilme sürecinde sıklıkla kullanılmıştır. Çünkü kapitalist sistem ürettiği her malı halka sevdirmek ve her dönemde farklı bir ürünü ön plana çıkarıp halk tarafından hızla tükenmesine zemin hazırlamak gibi bir amaç gütmüştür. Böylece toplumun beğendiği eser ‘popüler’ olarak nitelendirilmiştir. Tüketim alışkanlığının diri tutmak amacıyla üretilen mallar sürekli değişkenlik göstermiş, dönemsel olarak ön plana çıkan ürünün mutlaka tüketilmesi gerektiği anlayışı bir kültüre dönüşmüş, ortaya ‘popüler kültür’ kavramı çıkmıştır.
Menşei Avrupa olan popüler kültür, 20. yüzyılın başlarında tüm Avrupa’ya yayılmaya başlamıştır. Popüler kültür I. Dünya Savaşı ve sonrasında dünyanın geneline yayılma yolunda bir tıkanma yaşamıştır. 1945’ten sonra başlayan soğuk savaş her ne kadar siyasi bir mücadele gibi görünse de temelinde kültürel değerlerin kozlarını paylaştığı küresel bir arena profili sergilemiştir. Bu süreçte kapitalist blok tıpkı moda gibi değişkenlik gösteren tüketim alışkanlığı ağını genişletip popülerliği kültürel bir değer olarak dünyaya sunmuş; sosyalist blok ise dışa karşı korumacı bir politikayla tüketim ağını devletle sınırlı tutmuştur.
ABD’nin başını çektiği Batılı ittifak elinde bulundurduğu ekonomi ve medya imkânlarını kullanarak bir popüler kültür kuşağının yetişmesini sağlamıştır. Özellikle doksanlı yılların gençliği popüler kültürün gönüllü birer fedaisi oluvermiştir. O dönemdeki film, müzik ve moda tutkunluğu doruklara ulaşmış, egoizm tavan yapmıştır. Madden sahip olduklarının hiçbirinden memnuniyet duymayan, daima en yenisini, en popülerini isteyen günümüz gençliğinin tohumu doksanlı yıllardaki gençlik portresiyle atılmıştır.
Doksanlı yılların popüler kültür rüzgârı ülkemizde de büyük bir hızla esmiştir. Adnan Menderes’in Batı’ya doğru başlattığı liberal politika açılımını Turgut Özal kültür politikası penceresiyle genişletmiştir. Söz konusu dönemde Batı dünyasında popüler olan tüm itiyatlar olduğu gibi benimsenmiştir.
Son bir buçuk asırdan beri tüketim alanındaki zenginliği artırdığı, zevk ve haz algısını çeşitlendirdiği söylense de popüler kültür insanlığı kısa süreli mutluluklara mahkûm etmiştir. Popüler kültür sadece anlık haz duygusu tatmin etmekte ve insanlığa madde merkezli bir hayat sunmaktadır. Bu kültürün doğurduğu yeni olanı elde etme hırsı insanı doyumsuz bir arzu hissine sürüklemektedir. Mevzubahis tüketim kalıbı içerisine hapsolmuş insanlar, arzularını elde edemediği durumda hayatın anlamının tükendiğini düşünmekte ve adım adım intihara sürüklenmektedir.
İnsan fıtratı gereği manevi doygunluğa da ihtiyaç duymaktadır. Popüler kültür felsefesinde hayat sadece tüketmekten ibarettir ve maneviyata yer yoktur. Günümüzde tıpkı bir din gibi kutsallaştırılan popüler kültür, insanın manevi boşluğunu doldurma ihtiyacını karşılamamaktadır. Onu kutsayan bireyler ise popüler intiharı iliklerine kadar yaşamaktadır.
Allah’a emanet olun, selam ve dua ile.
Söz&Kalem Dergisi | Yusuf BİNGÖL
[1] https://sozluk.gov.tr/