Adil olan Allah’ın Adıyla…
Hukuki literatürde kişi ikiye ayrılmış ve hukuki olarak iki farklı kişi tanımlanmıştır. Bunlardan biri gerçek anlamda bireyi ele alan, temel hak ve sorumluluk sahibi olmanın yanında akıl ve ahlak özellikleri bulunan kısaca insanı tarif eden gerçek kişidir. Hukukta düzenlenen bir diğer kişi ise tüzel kişidir. Tüzel kişi ise çeşitli ticari veya sosyal amaçları yerine getirmek ve bu doğrultuda hareket etmek için gerçek kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları, mal edinme, borçlara ve varlıklara sahip olma, kanunlar önünde bağımsız bir şekilde muhatap sayılabilme hakkına sahip toplulukları tanımlayan kavramdır. Tüzel kişilere; şirketler, vakıflar, dernekler, belediyeler, üniversiteler, siyasi parti ve sendikalar örnek verilebilir. Ayrıca en büyük tüzel kişilik ise devlettir.
Hukuki anlamda bir insanın gerçek kişiliği tam ve sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü an başlamaktadır. Dolayısıyla gerçek bir kişinin sahip olduğu tüm haklar ana rahmindeki bebeğin de tam ve sağ doğmak koşuluyla hakkıdır. Bu haklar en temel haklar olup kişiyle sıkı sıkıya bağlı ve başkasına devredilemeyen haklardır. Bu hakların en temelini de yaşama hakkı oluşturmaktadır. Bununla beraber gerçek kişilerin eğitim, sağlık, seyahat gibi hakları da vardır.
Tam ve sağ doğan gerçek kişi, haklarını ve sorumluluklarını doğduğu çevre ve toplumsal grup vasıtasıyla edinmeye başlayacaktır. Tam ve sağ doğan gerçek kişi temel haklarından faydalanabilmek için en büyük tüzel kişilik olan devletin gücünden faydalanır ve devletin sunmuş olduğu eğitim, sağlık, seyahat gibi olanakları kullanabilir. Söz konusu hakların eksiksiz ve özgürce kullanımı ise vatandaşlık terimi ile mümkün olacaktır. Başka bir deyişle herhangi bir ülkede yaşayanların devlet tarafından vaat edilen haklardan yararlanmaları için o ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olmaları gereklidir.
Vatandaşlık ise o ülkede doğma, ana-babanın o ülke vatandaşı olma gibi durumların yanı sıra sonradan ilgili yetkinliklere sahip olunup bireysel başvurular ile kazanılabilmektedir. Gerçek kişiler tek bir ülkenin vatandaşı olabilecekleri gibi birden çok devletin de vatandaşları olabilirler. Bununla beraber hiçbir devletin vatandaşı olmama durumu da mevcuttur ve bu durumda ise vatansızlık kavramı ortaya çıkmaktadır.
Vatansızlık mülteci veya sığınmacı kavramlarıyla karıştırılmamalıdır. Nitekim vatansızlık yani diğer bir deyişle Haymatlos kavramı hiçbir devletle vatandaşlık yani uyrukluk bağının olmaması durumunu ifade eder. Vatansızlık kavramı bir ülkenin vatandaşlarına tanıdığı birçok hakkın kullanılamaması anlamına da gelmektedir. Zira bir devletin olanaklarından faydalanmak için o devletin vatandaşı olma önkoşulu vardır. Günümüzde yaklaşık 10 Milyon vatansız bulunmaktadır. Adolf Hitler, Albert Einstein, Karl Marx ve Usame bin Ladin de bazı vatansız isimlerdendi.
Hukuki kişilik konusunda bir diğer önemli nokta ise kişiliğin sona ermesi durumudur. Kişiliği sona erdiren haller de hukuki olarak düzenlenmiştir. Kişiliğin doğal olarak son bulması durumu ölümdür. Ölümün yanında kişiliği sona erdiren bir diğer durum ise gaiplik durumudur. Ölümle birlikte kişilik ve şahıs varlığı hakları sona erer. Kişiye bağlı haklar ölümle ortadan kalkarken, diğer haklar mirasçılarına geçer. Kişilik sona erdiği için hak ehliyeti de sona erer. Ölümün saptanması bakımından tıp verilerinden yararlanmak gerekmektedir. Saptanması için iki yöntem vardır bunlar; biyolojik ölüm ve beyinsel ölümdür. Biyolojik ölüm, kalp durduktan sonra tekrar çalışabildiği için genellikle kabul edilmemektedir, genel kabul gören ölüm durumu beyinsel ölümdür. Beyinsel ölümde de tereddüt durumunda 4 hekimin öldü tespiti yapması gerekmektedir.
Ölüm noktasında diğer bir önemli mesele ise kişinin ölümüne kesin gözle bakılacak bir durum içinde kaybolmasıdır. Hiçbir kuşku duyulmamasına rağmen cesedin bulunamaması durumunda ölüm karinesi işletilir. Medeni Kanun’un 31. maddesine göre, bir kimse ölmüş sayılmasını kesin gösterecek bir hal içinde kaybolur ve cesedi de bulunamazsa o kişi ölmüş sayılır. Cesedi bulunamayan kişinin kütüğüne, mahalli en büyük amirin emriyle ölü kaydı düşülür. Burada önemli olan nokta, kişinin cesedinin bulunmamasına sebep olan olayın, kesin olarak ölüm sonucunu doğuracak nitelikte bulunmasının gerekliliğidir. Sadece ölüm tehlikesinin bulunması yeterli değildir.
Ölüm dışında kişiliği sona erdiren ikinci hal ise gaiplik kararıdır. Gaiplik, ölüm tehlikesi içinde kaybolmuş ya da kendisinden uzun bir süre haber alınamayan ve ölme olasılığı yüksek olan kişilerin, mahkeme kararı ile hukuki olarak kişiliğine son verilmesine denir. Gaipliğe kendiliğinden karar verilemez. Ölüm tehlikesi içinde kaybolan kişinin, kaybolmasından itibaren 1 yıl geçtikten sonra ilgililer mahkemeye başvurabilir. Uzun zamandan beri haber alınamayan hallerde son haber alma tarihinden itibaren 5 yıl geçtikten sonra ilgililer mahkemeye başvurabilir. Ayrıca gaiplik kararı, evliliğe kendiliğinden son veremez. Gaipliğine karar verilen kişinin eşinin, evliliğin feshini istemesi gerekir. Bu feshi ya gaiplik davasıyla birlikte ya da daha sonra açacağı ayrı bir dava ile isteyebilir. Bununla birlikte gaipliğine karar verilen kişinin eşi, mahkemece evliliğin feshine karar verilmedikçe yeniden evlenemez.
Söz&Kalem Dergisi | Muhammed Yusuf OKTUAY