Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Karaduman
Hamd kullarına tevbe kapısı açan Allah’a, selât ve selam günde yüz defa tövbe eden Hz. Muhammed’e âline, ashabına ve kıyamete dek onun yolunu takip edenlerin üzerine olsun.
Sözlükte “günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yanması” anlamlarındaki ramad masdarından veya “güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer” mânasındaki ‘ramdâ’ kelimesinden türeyen Ramazân kamerî yılın Şaban’dan sonra, Şevval’den önce gelen dokuzuncu ayının adıdır. [1]
Ramazan orucu Medine döneminde, Hicretin 2. yılında, Şaban ayında farz kılındı. Orucun farz kılındığını bildiren ayetlerin meali şöyledir: “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.[2]
Yüce Allah beldelerden Mekke’yi, ibadethaneler arasında Kâbe’yi, cennetler içinde Firdevs’i, melekler içinde Cebrail’i, Peygamberler içinde Hz. Muhammed Mustafa’yı (s.a.v), indirdiği kitaplar içinde Kur’an’ı, ümmet içinde ashab-ı kiramı, günler içinde Cuma’yı, aylar içinde Ramazan’ı kendi cinslerine üstün kılmıştır.
Allah’u Teâla mümin kuluna o kadar düşkün ki, gün içerisinde beş vakit namazla, yıl içerisinde Ramazan ayı orucuyla onu affetmeyi ve bağışlamayı dilemektedir. Allah’u Teâla insanoğluna vermiş olduğu her ân, onun tevbe ve bağışlama için verdiği değerli bir nimettir. Onun içindir ki, Allah’u Teâla kitabında zamana and içmiştir.
Ramazan ayı, günahlardan, yılın setresinden, dünya emellerinden ve fani sevgilerden paslanmış ve kızışmış kalbin; ibadetle, itikaf ve oruçla hayat bulduğu, aslına döndüğü ve fani olandan ebedi olana bağlanma ayıdır.
İşte bu ayın heyecanını dorukta yaşamış ve manasının iliklerine kadar hissetmiş olan Peygamber ve ashabın bu ayı nasıl ihya etmişlerse, bizlerinde onlar gibi ihya etmeli, bir şahsi devrim ayı kılmalı ve bir sonraki yılımıza eski benliğimizden arınmış ve yaratıldığımız fıtrata yakınlaşmalıyız.
Ramazan ayı bir Müslüman için, kâmil insan olma mertebesine ulaştıran bir basamak olarak görülmeli. Efendimiz’in (s.a.v) Ramazan’a nasıl bir anlam yüklediğini şu tablo üzerinden anlayabiliriz.
Taberani’nin el-Mu’cemü’l Kebir, adlı hadis kitabında aktarıldığına göre, Sahabe diyor ki: Efendimiz (sas) Mescid’inde hutbe vermek için minberine çıkıyordu. Baktık ki her basamak da birazca duruyor ve yüksek ses ile ‘âmin’ diyerek diğer basamağa çıkıyordu. Üç kez böyle yaparak minbere çıktı, hutbesini verdi ve aşağı indi. Biz hemen yanına koştuk. İlk kez Efendimiz’den gördüğümüz bu eylemin hikmetini öğrenmek istedik, dedik ki: ‘Ya Resullulah neden bugün minbere çıkarken böyle davrandınız?’ Dedi ki: Bugün minbere çıkarken Cibril bana eşlik etti. Birinci basamakta geldi ve bana dedi ki: ‘Ana ve babası ya da onlardan biri yanında ihtiyarlar da o adam bu fırsatı iyi değerlendirmez, onlara iyi davranıp mağfireti kazanacağı yerde onlara kötü davranırsa o adama yazıklar olsun, Allah o adamın burnunu yere sürtsün.’ Bende bu söze âmin dedim. İkinci basamakta da geldi ve dedi ki: ‘Bir yerde senin adın anıldığı halde sana saygı göstermeyen salât ve selam ile sana bağlılığını dile getirmeyen adamın Allah burnunu yere sürtsün.’ Bende yine âmin dedim. Üçüncü basamakta da geldi ve dedi ki: ‘Ramazan ayına varmış, ama bu ayı hakkıyla idrak edememiş, mağfiret ve tevbe imkânını kullanamamış adamın Allah burnunu yere sürtsün.’ Bende buna da âmin dedim.”
Tercümanü’l-Kur’an olan Abdullah b. Abbas’ın şu sözü zan edersem, meseleyi anlamamız açısından yeterlidir. İbn Abbas şöyle diyor: “Hz. Peygamber (s.a.v) hayır konusunda insanların en cömert idi. Özellikle Ramazan ayında Hz. Cebrail (as) ile görüştüğünde bu cömertliğinin sınırı olmazdı. Hz. Cebrail (as) ile görüşmesi ise, Ramazan ayı boyunca her gün gerçekleşirdi. Onun da hayır-hasenattaki cömertliği esen rüzgâra benzerdi.”[3]
Ebu’d-Derdâ -radıyallahu anh- oruca ne kadar kıymet verdiğini ifâde ederek şöyle buyurur: “Üç haslet olmasaydı dünyada kalmak istemezdim: Alnımı yere koyarak gece-gündüz Yaratan’ıma secde etmek ve bu şekilde ebedî hayatıma hazırlanmak, günün en sıcak anlarında (oruç tutarak) susuzluğa katlanmak, meyvenin iyisi seçildiği gibi sözlerin iyisini seçen kimselerle oturmak.”
Selmani Farisi Hazretlerinin rivayet ettiği hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır: Selman (ra) diyor ki: "Resulullah (s.a.v) Şaban ayının son gününde bizlere bir hutbe irad ederek: ‘Ey insanlar! Sizi büyük mübarek bir ay gölgesi altına almaktadır. İçinde bir aydan daha hayırlı Kadir Gecesi vardır. Orucu farz, kıyamı (teravihi) sünnettir. Onda nafile bir ibadet yapan farz sevabını, farz işleyen de yetmiş katını alır. Karşılığı cennet olan sabır ve ihsan ayıdır. Müminlerin rızkı onda çoğalır, bir oruçlunun orucunu açtıranın günahlarını Allah bağışlar ve hiçbir şey eksiltmeden onun sevabını kendisine de verir. Hepimiz bulamayız, diyenlere de bir hurma ve bir yudum su ile de açtırana aynı sevabı verir. Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden âzâd günleri olan Ramazan’da ikisi rıza-i ilâhiyeyi tahsil, ikisi de müstağni olamayacağınız dört haslette çok bulunun. Bunlar şehadet kelimesi ve istiğfar ile cenneti talep, cehennemden istiazedir. Oruçluya iftar zamanı su içireni de Allah’a Teâlâ, içtiği takdirde cennete girinceye kadar susaması mümkün olmayan Havz-ı Kevser’den içirir." buyurdu.[4]
Ramazan ayı, tam anlamıyla bir arınma ayıdır. Bunun en büyük delili Peygamber efendimizin ve ashabının hayatlarıdır. Bize düşen onu bir daha yaşamak ve yaşatmaktır.
Ramazan ayı bizim için günahlarımızı yıkayan bir rahmet damlasıdır. Her susuzluğun, açlığın ve bitkinliğin günahları temizlediği bir aydır. Ramazan, Allah’ın müminlere maddi manevi zaferler nasip ettiği bir aydır.
Bin yıldan daha hayırlı olan geceyi de bu ayın içine gizlemiştir.
Bizler için Bedir zaferinin gerçekleştiği Ramazan olması dileğiyle…