Adalet, toplum mekanizmalarının uygulama hiyerarşisidir. Hak ve hukuk çerçevesinde idare etme, hüküm verme eylemlerine karşılık gelmektedir. Elbette ki bu mekanizmanın işleyiş metodu ise doğruluğu esas alıp hikmetle hüküm vermedir.
Resulullah (sav)’in adalet modelinden önce iki hususu bilmemiz gerekiyor. İlki Resûlullah (sav), Resul olmadan önceki Arap toplumunun adalet modeli, ikincisi ise peygamberlik ile birlikte gelen Allah’ın adalet modelidir.
Arap toplumunda tek bir yönetimin aksine kabilelerin kendi yönetim mekanizmaları vardı. Kabileler kendi aralarında bir birlik oluşturmak yerine kendi aralarında yaptıkları kavga veya savaşlalar yüzünden sürekli kan davaları mevcuttu. Köle-sahip ilişkisine dayalı bir sömürü ve kapitalist bir yönetim hâkimdi. Siyasi mecraları atalardan gelme örf ve adetler halinde yerine getirilmekteydi. Buna binaen toplumun içine indiğimiz de ise zengin ailelerin fakir aileleri borçlandırarak kendilerine muhtaç konumuna getirme, kız çocuklarını ellerinden alma, akrabalık bağı olmayanlara karşı sert bir tutumda bulunma, fakir ailelerin kızlarını diri diri gömmeye mecbur kalması, kadının sadece eşyadan ibaret sayılıp zina aracı olarak kullanılması gibi insani olmayan durumlar gelenek haline getirilmişti. Bununla birlikte özellikle ticaret ve borçlanma da faizin otorite olarak kabul görmesi ve bu faizle oluşturulan sömürü politikalarında da her zaman için fakir ve düşkünleri kendilerine bağımlı kılmaları toplum içinde adaletsiz bir hiyerarşinin olmasına sebep olmaktaydı.
Dini anlayış kısmına bakıldığında ise Allah inancının olduğu fakat ekseriyette ahiret inancının olmadığı görülmektedir. Bunun yanında dini anlayışlarında da siyasi anlayışları kadar özgür ve serbest idiler. Her Kabilenin kendine has putu ve ibadet şekli vardı. Kimileri putlara taptıkları gibi aya, yıldızlara ve güneşe tapan kabileler de vardı. Dolayısıyla o toplumun dini anlayışında da bir birlik ve düzen yoktu.
Kültürel etkinliklerine bakıldığında Arap toplumu; cesur, mert, cömert ve misafirperver insanlardır. Aynı zamanda belagat ve fesahatte, şiir ve müziğe eskiden beri tutkun idiler. Bu nedenle Araplar edebiyata oldukça önem vermişlerdir.[1] Aynı zamanda bu Millet hürriyetlerine düşkün, yiyecek ve giyimlerinde sade, soylu ve seçkin, şen, zeki, uyanık, çevik ve gururlu bir millettir.[2]
Allah’ın Adalet Modeli
Farklı birçok perspektiften bakıldığında Arap toplumu kapitalist bir zihniyetin ürünüdür. Aynı zamanda siyasi otoriter bakımından birlik olmayan bir toplumdur. Psiko- sosyal durumda bakıldığında ise cehalet ile perçinleşmiş bir toplumu teşkil etmektedir. Fakat aynı dönemde Sasani, Roma devletlerinin yanı sıra İskender’in acımasızlıkları da dile getirilmekteydi. Zevk düşkünü aristokratlar ve sefalet içinde yaşayan insanların durumu; Asya, Avrupa ve Afrika bölgelerinde zülüm içinde yaşayan fakat bir krallığa bağlı olan toplumların durumları gibi.
Bu bağlamda son peygamberin Arap taifesinden çıkmasının bir nedeni bu görülebilir. Allah insanlık için sosyal durumu da gözeterek daha önce hiçbir devlet modeli ile karşılaşılmayan, şuan ki tüm modelleri yıkacak ve alternatif olacak Arap toplumunu seçmiştir. Bu Allah’ın adaletidir. Var olan sistemin üzerine yama yapmak yerine yepyeni bir model inşa ettirmiştir. Allah yine adildir ki peygamberini okuma yazması olmayan birisinden seçmiştir. Çünkü cehaletin esas damarlarından biride bilgi ile cahillik etmek idi. Allah yine adildir ki peygamberini 40 yıl peygamberliğe eğiterek Resûlullah yapmıştır. Buradan da toplumu, sosyal ve kültürel dinamiklere vakıf bir peygamber modeli ile ihya etmek istemiştir. Bu bağlamda Allah, zaman ve mekândan münezzeh olduğu bir âlemden Kur’an-ı Mübin’i Resûlullah (sav)’e edebi bir şekilde Arapça indirmiştir.
Resûlullah (sav) Nasıl Bir Adalet Modeli ile Hükmetmiştir?
Resulullah (sav)’in adalet modeli Allah’ın adalet modelidir. Sanatçını sanatını büyük bir titizlikle icra ettiği gibi Allah’ta son peygamberini 40 yıl boyunca her türlü psikolojik, sosyal ve ahlaki duruma karşı eğitmiştir. Allah acıyı, hüznü, yetimliği, öksüzlüğü, çobanlığı, ticareti, doğruluğu, güvenirliği, evlenmeyi, babalığı, aile reisliğine kadar her şeyiyle peygamberini yetiştirmiştir. Aşama aşama bunu uygulatarak toplumun dinamiklerinden devletin dinamiklerinin oluşmasına kadar bu süreci götürmüştür.
Bu bağlamda Resulullah (sav) toplumu imar etme görevini devralmıştır. Adil toplum düzenini hayata/topluma entegre ederek kurmuş olduğu İslami düzeni idare etmiştir. Kadına verilen değerin eşyadan ibaret olmadığını göstermek için kızların diri diri gömülmesini yasaklamıştır, faizi kaldırarak sömürü ve kapitalist hegemonyayı yıkmıştır. Köle-sahip ilişkisini yıkarak tüm insanların toplum mekanizmasında aynı haklara sahip olduğunu göstermiştir. Adalet metodunda akrabalığı bir kayırma aracı görmemiştir. Bu durumun en iyi örneklerinden birisi şudur:
Benî Mahzûm kabilesinden bir kadın hırsızlık yapar. Bu durumda kim Resûlullah (sav) ile konuşabilir diye kendi aralarında müzakere ederler. Bunun sonucunda Üsame İbni Zeyd’e rica ederler. Üsame bu konuyu Resûlullah (sav)’e açınca: “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” diye sordu. Buna binaen ayağa kalkarak şunları dile getirdi: “Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler: Aralarından soylu, mevki ve makam sahibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim.”[3]
Resulullah’ın cahiliye taassubunu çok iyi bildiğinden dolayı tolerans göstermedi. Çünkü adaletin temelinde hak ve hukukun hikmetlice tayin edilmesi vardı. Şayet Resûlullah çok sevdiği Üsame’yi kırmasaydı, onu ricasını kabul etseydi; biz bugün Resulullah’ın getirdiği o bu muhteşem adalet anlayışından söz edebilir miydik?
Resulullah’ın hicreti, devletleşme girişiminin son safhasıdır. Medine’ye vardığında Resûlullah, Yahudiler ve Müşriklerinde bulunduğu bir mecliste aralarında bir antlaşma yaptılar. Bu antlaşma yani Medine vesikası, şimdiki Arap toplumunun siyasi ve yönetim olgusunu gölgede bırakmaktadır. Devletleşme sürecine girerken Resulullah’ın esas noktalarından bir adil bir modelin çerçevesinde vahdeti oluşturmaktır. Kabile artık statü bakımından o kadar önemli olmayacaktır. Medine vesikasında bulunan “İhtilafların Allah ve Resulü' ne arz edilmesi (mad. 23), Hz. Muhammed'in izniyle askeri sefere çıkabilme (mad. 36.a),[4] gibi maddeler toplumun siyasi niteliğini de oluşturduktan sonra hüküm ve idare biçimi Allah ve Resulü’ ne bırakıldığının örneğidir.
Son olarak “Resul Model” diyebileceğimiz adalet metodu; bir milleti cehalet bataklığından uygar toplum düzenine çıkaran müstesna bir modeldir. Batılıların 11. ve 15. yüzyılları arasında Müslümanların eğitim modelinden, ilmi meşguliyetlerine ve en önemlisi de adalet anlayışlarını inceleyip, öğrenmeye sevk olmaları bunun en önemli kanıtlarından biri olsa gerek.
Söz&Kalem - Ahmet Şimşek