Yıl 2030… Pandemi bitmiş, kazanımları(!) kalmıştı. İnsanların nadiren dışarı çıktığı, yüz yüze iletişimin tamamen koptuğu yıllardan bahsediyorum. Hayat o kadar robotlaşmış ki evden çıkmaya ihtiyacın bile kalmadığı yıllardan… Hani sabah evden çıkarken karşılaştığımızda selam verdiğimiz kapıcı var ya, o artık yok. Peki ya sabahları ekmek aldığımız o fırıncı? O da yok artık. Otobüse binerken kafa salladığımız şoför amca da yok artık. Kapıcının yerine robot kapıcı dedikleri teknolojik şeyler(!), fırıncının yerine ekmek otomatlarında ekmek pişiren ‘akıllı kürekçiler’, otobüs şoförlerinin yerine otonom sürüşler geçmiş durumda. İnsanlardan çok robotlar sokaklarda kol geziyor, modern çağın modern köleleri olarak sahiplerinin isteklerine koşturuyorlardı. Bir de ‘Robot İmam’ diye halkın başına bela ettikleri, çok güzel Kuran okuyan fakat her gelen güncellemeyle İslam dinine yenilik(!) getirdikleri Yahudi asıllı bir robot var. İnsanların manevi boşluklarını tatmin etmek için evlerinde bulundurduğu, yapay zeka algoritmalarıyla işleyeceğin günahlara fetva veren bir robottan bahsediyorum. Müslüman olmayanların bakmadığı, Müslümanların çocuklarına İslam’ı öğreten bir robot. İlk çıkınca aklımın sınırlarını zorlamıştı. Elbette bu dediklerim tarih boyunca rahata meyilli olan insanlık için paha biçilmez şeylerdi.
İnsanlar ve insanlık yalnızlaşmış, teknolojik gelişmelerle beraber evlere hapsolmuştu. Değişmeyen şeyler de vardı elbette: Allah’ın kanunları ve sorumluluklarımız. Allah’ımız ve Hz. İbrahim’in karşısında durduğu putlar da değişmedi. Değişen şeyler de var elbette; nemrutların ateşi ve firavunların zulmünün dozu. Unutmadan söyleyeyim tebliğ vazifemiz de hiç değişmedi mesela. Fakat bir problemimiz vardı; insanlarla yüz yüze gelememe problemi. Rahatlığa meyletmiş insanlık yüz yüze gelmekten çekinir olmuş, her şey online ortama dökülmüştü. Kocaman vakıfların bile çalışmaları internet üzerinden devam ediyor, gerçek manada insanları bir araya getirmeleri imkansızlaşmıştı. Bu da sorumluluklarımızı zora sokuyor, insanlara ulaşmamızı engelliyordu. Teknolojik imkanların bu kadar geliştiği bir çağda insanlara ulaşmanın neden bu kadar zor olduğunu merak ediyorsunuz değil mi?
Teknolojinin evlere hapsettiği insanlar ile iletişim kurmak 2010’lu yıllarda Afrika’nın en ücra kabilesiyle iletişim kurmaktan daha zor haldeydi. Teknik olarak insanlara ulaşmak kolay olsa bile zihinlerine ulaşmak zorlaşmıştı. Bu zorlaşmanın en büyük sebebi ise geçmiş yıllarda olduğu gibi o yıllarda da teknolojik platformların Müslümanların elinde olmayışıydı. Müslümanlar her ne kadar mevcut platformları aktif olarak kullanmaya çalışsa bile yapay zekayla oluşturulan filtreler yüzünden sadece platform sahiplerinin izni dahilindeki ‘Black İslam’ anlatılıyordu. Bu durum zihinlerine ve gönüllerine ulaşmaya çalıştığımız insanlıkla aramıza mesafe koyuyordu. Bırakın Müslüman olmayanları İslam’a davet etmeyi Müslümanlarla iletişimimize bile engel oluyordu. Niye uğraşıyorduk ki? Robot İmam’lar bu işi halledemez miydi? Sanırım müsaade etseydik bu işi kökten halledebilirlerdi.
Müslümanların sesi iyice kısılmış, İslam coğrafyalarında zulümler artmış fakat her zamanki gibi algı operasyonlarıyla bunlar meşru bir zemine yatırılmış ve destekçi toplanmıştı. Ülkeler de zihinler gibi robotlarla işgal edilmeye başlanmış, robotik ordularla şehirlere havadan ve karadan giriliyor, sivilleri ayırmaksızın kıyımdan geçiriyorlardı. Medyanın kıyımı da cabası. Bireyselleştikçe zihinlerimizin kontrolü kolaylaşmış, sürüyle hareket etmeyeni dijital kurtlar kapmıştı.
O yıllar için tam bir dijital zorbalık çağından geçtiğimizi söyleyebilirim. Keşke yeni yeni yapmaya çalıştığımız işletim sistemlerimiz, yapay zeka ürünü robotlarımız o zaman da olsaydı diyorum bazen. Ama dönüp baktığımda bu zorbalığa maruz kalmasaydık bizler de dijital kurtlara yem olur muyduk acaba diye düşünüyorum. İşte tam da o yıllarda zorluklarla beraber yakın çevremizden başlayarak sorumluluklarımızı yerine getirmek için ev ev gezdiğimizi hatırlıyorum. Kimimiz sanal ortamda zorbalara karşı mücadele verirken kimimiz de yüreklere dokunma işini üstlenmişti. Ziyaret ettiğimiz evlerden edindiğimiz izlenim bu işin sanal ortam ile olmayacağını, sosyal bir varlık olan insanın fıtratına uygun olan yüz yüze bir iletişimle olacağını anlamıştık. En azından böyle olması başarı şansımızı arttırıyordu. Sanaldaki mücadelemiz sadece zihinleri bulandırmak isteyenlere karşı bir savaş olmalıydı. Daha önce geldiğimiz nokta öyle bir hal almıştı ki; bu işin sadece sanaldan yapılacak bir vazife olduğu düşünülmeye başlanmıştı. İlk tökezlediğimiz nokta orasıydı diyebilirim. Sonraları esas metot ve yöntemimiz; zihinlerle beraber yüreklere dokunmak olduğundan bunun sanal ile mümkün olmayacağının kanısına varmıştık.
Allah’ın ayetlerini evlere taşımak için verdiğimiz uğraş netice vermiş ve evlerine hapsolmuş insanlığı İslam’la özgürleştirdiğimiz 2050’li yıllardan tarihe not düşüyorum.
Söz&Kalem Dergisi / Murat Çöklü