Bu ay mantık hataları ile ilgili olan yazımıza kaldığımız yerden yani altıncı safsatadan devam edeceğiz. Tekrar mantık ilminin önemli mevzularından olan safsataları bilmenin gerekliliği ve önemi üzerinde uzun uzun yazmayacağız. Dileyenler geçen ayki yazımızın giriş kısmına başvurabilirler. Sözü daha fazla uzatmadan asıl meselemize geçelim:
Kör Genelleme Safsatası: Matematiksel olarak doğru gelir insana. Ama işin içine reel hayat, şartlar ve yeterlilikler dahil edildiğinde fark edilir mantık hatası. Bundan dolayı şartları, yeterlilikleri kısacası gerçeği göremeyenleri kandırmak için çok geçerli bir metottur. Örneğin; Bir işçi bir ağaç çukurunu bir dakikada kazıyorsa altmış işçi bir ağaç çukurunu bir saniyede kazar. Mantıklı mı sizce? Demek ki bazı şeyler kağıt üzerinde çizildiği gibi olmuyormuş. Bazı şeylere düz mantık yetmiyor, şartları ve yeterlilikleri bilmek gerekiyormuş.
Aceleci Genelleme Safsatası: İnsanoğlu acelecidir. Bu nedenle sık düşer bu safsataya. Gördüğü birkaç örnekle hemen kırar genelin kalemini. Bitmiştir artık onun gözünde tüm X’ler çünkü bir X görmüştür hata yapan. Muhtemelen siz de çok karşılaşmışsınızdır hatalı birini görünce aynı meslekten olan, aynı memleketten olan, aynı partiden veya aynı milletten olan herkesle ilgili hükmünü verenlerle. Cahilce bir mantık(sızlık)tır hep zarar verir insana ve topluma. Aceleci genelleme yeni tanıştığın bir insana düşman eder seni. Genelleme yapabilecek tek kişi hakkında genelleme yapacağı kitlenin tümünü tanıyandır. Bunun dışında hiç kimse genelleme yapamaz.
Önyargılı Genelleme Safsatası: Burada kişi düşüncesini kanıtlaya bilmek için yanlış veri toplar veya doğru bir biçimde toplanmış verileri önyargıları sebebiyle yanlış bir biçimde yorumlar. Nihayetinde vardığı sonuç ve elde ettiği verilerle toplumu yanlış yönlendirir. Buna Alfred Charles Kinsey’nin sapkın fikirlerini yaymak, normalleştirmek için Amerikan Medeni Hukukunca suçlu (sapık) kabul edilenlerden topladığı istatistikler örnek olarak sunulabilir.[1] Bir seçim sonucunu tahmin edebilmek için yalnızca bir şehirden istatistik çıkarmak doğru olmaz değil mi?
Bütünü Parçayla Açıklama Safsatası: Yapbozun tek bir parçasını gören kişinin bütünü hakkında yorum yapması gibidir. Tek bir parçada gördüğü bir hususla bütünü yorumlar. Oysa bütünleşince parçalar da farklı özellikler kazanır. Örneğin küçük bir kısmını gördüğünüz fotoğraf karesindeki yeşil bir alan sebebiyle; “doğal bir alan, yeşili çok iyi korunmuş” yorumunda bulunabilirsiniz ama aslında fotoğrafın tamamı yüzlerce ağacın kesilmesiyle açılmış bir golf sahası alanına ait olabilir. Başka bir örnek verecek olursak; bir hücrenin gözle görülmediğinden yola çıkarak tüm insan vücudunun gözle görülemeyeceğini iddia etmek büyük bir yanılgıdır. Gözleri kapalıyken file dokunup onun dokunabildikleri kısımlarından filin neye benzediğini tahmin etmeye çalışan insanların hikayesi buna güzel bir örnektir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki safsata türleri ortak noktalar sebebiyle birbirine benzemektedir.
Parçayı Bütünle Açıklama Safsatası: Bir önceki safsata türünün zıddıdır. Burada da görülen bir bütünün özellikleri ile parçalar yorumlanır. Oysa parçalar bütünden ayrılınca bazı özelliklerini kaybederler veya yeni özellikler kazanırlar. İnsan vücudunun görünür olmasından yola çıkarak hücrelerinde görülebileceğini iddia etmek buna benzer. Ya da deniz tehlikelidir diye tek damla suyu da tehlikeli görmek gibi.
Önyargılı Soru Safsatası: Bezen soru cümleleri öyle bir tarzda tasarlanır ki soru sorulan kişiye bir şeyi kabul ettirme veya istenilen biçimde cevap verdirme endişesi taşır. Bir futbolcuya “Bugünden sonra antrenmanlara düzenli katılarak bir sonraki maça hazırlanmayı düşünüyor musun?” sorusu sorulduğunda “evet” cevabı alınırsa futbolcu o güne kadar antrenmanlara düzenli katılmadığını kabul etmiş olur. Dolayısıyla bu soruda sadece soru sorulmamış bir yargıda iletilmiştir. Cevap veren kişinin sorunun hangi yargılarıda beraberinde onaylattığını iyi analiz etmelidir.
Müphemlik Safsatası: Tartışmalarda açıklık önemli bir kuraldır. Tarafların birbirini anlayıp doğru bir sonuca varabilmeleri için elzemdir. Vurgunun yanlış yerde yapılması, anlamı açık olmayan kelimelerin kullanılması veya yazıda noktalama işaretlerinin iyi kullanılmaması müphemliğe yani anlamda belirsizliğe sebep olur. Hepimizin doktorların hastalıklarla ilgili yaptıkları ilk tanımlarla ilgili anımız vardır. Ne kadar anlamsız cümlelerdirler bize göre. “Yani” diye sormadan anlayamayız ne dediğini. İşte doktorların kendi ilimlerinden yaptıkları bu tanım bizim için müphemdir. Dolayısıyla müphemlik konuşulan kitleye göre de değişir. Eğer bulunulan meclis bir ilim meclisiyse müphemliğin sınırı genişler ama karşımızdaki kitle bir halk kitlesiyse müphemliğin sınırı daralır ve bizim onların yanında anlamı açık olan kavramları kullanmamız icap eder. Halk arasında yaygın olan şu atasözü de örnek verilebilir bu konuda; “Oku baban gibi eşek olma” bu söz virgülü koyacağınız yere göre anlam kazanacaktır.
Bazen müphemliğe dinleyicileri etkilemek için başvurulur. Birçok dinleyici bu tılsımlı, anlamı müphem sözler dolayısıyla konuşmacının ilmine(!) hayran kalıp en olmadık fikirlerini kabullenirler. Aynı bir ilim talebesinin bineğini ararken ilmini de göstermek için sorduğu şu soruda olduğu gibi: “Şu sahra-i azimde, himar-ı nazifimin rü’yeti ile müşerref oldunuz mu?” Oysa sadece kaybolan merkebini sormak için avama müphem olan bu kelimeleri sarf etmiştir. J
İspatlanamamışlık Safsatası: Bu safsatada birbirine zıt iki tez vardır. Tezlerden birinin savunucusu kendi tezini karşı tezin ispatlanmamış olmasıyla desteklemeye çalışır. İnsanlar günlük hayatta bu safsataya çok düşerler. Şurası gerçektir ki bir iddianın doğruluğunun ispatlanmamış olması yanlış olduğuna, yanlışlığının ispatlanmış olması da doğru olduğuna gerekçe olamaz. İnsanların görüşlerinin temelinde varsayımsal normların olması mümkündür. Örneğin hukukta kanun yetkisini anayasadan alır, anayasa yetkisini insan haklarından alır, insan hakları yetkisini hukukun temel ilkelerinden alır denmiştir. Zincirin bu şekilde uzayacağını anlayınca zincirin başına doğruluğunun herkesçe kabul gördüğü varsayılan bir varsayımsal norm yerleştirmişlerdir. Esasında iman dediğimiz mefhumda bir noktadan itibaren ispatlanamamışı kabul etmeyi gerektirir ki buna “gayba iman” denilmiştir. Her ne kadar bizim için kainattaki mükemmel nizam, dinimizdeki mükemmel tutarlılık ispat olarak yeterli olsa da bu durum böyledir. Hatta her şeyi bir sebebe dayandırmada en başarılı olan (!) evrimciler dahi teorilerinin başında kaynağı belirtilmeyen maddelerin varlığını tutarlılıklarını yitirmiş olmalarına rağmen kabul etmişlerdir. Kısa bir örnekle daha iyi anlaşılacaktır; “Uzaylıların varlığı ispatlanamamıştır. O halde uzaylılar yoktur” diyen bir kişi gibi “Uzaylıların yokluğu ispatlanamamıştır. O halde uzaylılar vardır” diyen kişi de bu safsataya düşmüştür.
Bu ay bu kadarıyla yetinmiş olalım gelecek ay diğer safsata türleri ile devam edeceğiz inşallah.
Söz&Kalem - Muhammed Harun Vergili