“Burçlara sahip gökyüzüne,
Geleceği bildirilmiş olan güne,
(O günde) tanıklık edene ve edilene andolsun ki,
Kahroldu o hendeğin sahipleri,
O çıralı ateşin ,
Onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar,
Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı.
Onlardan, sırf, Aziz ve Hamid olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar. (85/1-8)”
Şahit olmak cümlesinin anlamını aşağı yukarı hepimiz biliriz. Bir olaya tanık olmak, olayın gözlerimizin önünde cereyan etmesi anlamına gelir. Her gün gözlerimiz binlerce olaya şahit olur. Kimi hadiseler hayatımızı çok derinden etkilerken kimi hadiseler göründükleri anın hemen sonrasında unutuluverirler. Kısacası biz yaşadığımız anda gördüğümüz her şeye şahitken bizi görenlerde bize şahit olarak yaşamlarını devam ettirmekteler. Hiç düşündük mü bir gün gördüklerimizden ve gösterdiklerimizden dolayı ödüllendirilebileceğimizi veya cezalandırılabileceğimizi? Bize öğretilen şey beynin düşündüğüdür. Kavrama ve karar verme organımız beyindir. Oysa Kur’an “Kalplerinizde kilitler mi var Kur’an’ı hiç düşünmez misiniz?” der. (Muhammed-24)
Yani Allah beyinle düşünmekten ziyade kalple düşünmeyi hatırlatır insana. Biz buna kalple görmeyi ve kalple şahitliği de ekleyip konuyu daha etraflı düşünmeye başlasak yanlış mı yapmış oluruz? Beyin gözle gördüğü, burunla kokusunu aldığı, kulakla duyduğu veya dokunuşla hissettiği şeyleri direk algılar ve yorum yapmadan olduğu gibi insan zihnine net bir şekilde aktarır. Beynin algıladıklarını kalp yorumlar ve algılanan şeyler yaşam dünyamızda bir yer edinir. Kalp düşünme eylemini onu beslediğimiz inanışlarımızla yapar. Müslümansak Müslümanca bir yorum, Hristiyan isek ona göre bir yorum. Kalple düşünmek ve kalple şahitlik yapmak, insanın kendini yaşatan organını yaşadığı şeye ortak etmesi demek. İnsanın kalbinin katılaşması yahut kalbinin çok geniş olması da onun yaşamının güzelliği ve çirkinliği ile ilgili bir durum olmaktadır. Kalbinizi inandığınız değerler adına ortaya sürebilme cesaretiniz varsa bunun karşılığında cezalandırılmayı veya mükafatlandırılmayı da kabulleniyorsunuz demektir. Öyleyse süreç nasıl başlayıp nasıl devam ediyor?
Önce şahit olacağız, sonra şahitlik edeceğiz ve en son şehit olacağız. Şahit olmadan şahitlik, şahitlik olmadan da şehitlik olamaz. Her biri birbirine bağlı olarak devam eden birer olgudur. Şehadet kavramı İslam’ın kavramlarından biri ve en güzellerindendir. Çünkü insana Allah’ın huzurunda şeref ve onur bahşeden bir kavramdır. Yaşadığı hayata ben varım dedirten ve ben varım deme sorumluluğunu yükleyen bir kavramdır. Ben varım demeden önce bireye; sen varsın ve değerlisin, hiçbir sömürü çarkı sana bir metaymışsın gibi yaklaşamaz, yaklaşmamalı çünkü sen Allah’ın yarattıkları içinde en şerefli olansın. Allah sana izzet ve onur vermiştir haykırışını ona duyuran bir mesaj iletir. Bu öyle bir mesajdır ki yaşayan hiçbir insanın ben bu mesajı almadım deme hakkı yoktur. Bütün şahit olmalar ve şahitlik yapmalar ve uğrunda şehit olmalar yalnızca Allah’a özgülenir. Tevhit, şahitliğin toplandığı merkez konumundadır. Her şeyi birlemek ve her şeyi tek bir şey adına yapmak. Birey ilk önce yaratıcısına şahit olur. Yaratıcısına şahit birey yine de tek başına bırakılmaz. Yaratıcısının ona sunduğu mesaja da şahit olur. Bu süreçte birey henüz şahit olmakla meşgulken diğer yandan da sorumluluk yüklendiğini fark eder. Çünkü her öğrendiği şey gördüğü yanlışla da mücadele etmesini gerekli kılar. Birey artık yalnızca gözleriyle gören değil kalbiyle de görebilen bir varlık olma yolundadır. Feraset kazanmaya başlar. Evrenin sırları ona açılmaya başlar. Birey ne düzeyde kendini Allah’a karşı sorumlu hissederse o ölçekte zihni aydınlanır ve kalp gözü genişler. Çünkü Allah kişiye kaldıramayacağı yük yüklemeyeceğini vaat etmiştir.
Kim ki kapasitesinin üzerinde, hak etmediği bir sorumluluğu alacak olursa Allah onu başarıya iletmeyecektir. Bu da Allah’ın sünnetullahıdır. Artık birey ne yana dönse şahit olduğu mesajların sesi hem kulaklarında hem gönüllerinde onu rahat bırakmayacaktır. Onu iki tercihten birini yapmaya zorunlu kılacaktır. Eğer kişi Allah için yeryüzündeki tüm müstekbirlere karşı bir mücadele başlatacak olursa ve inancı için uğruna tüm yeryüzünü karşısına almayı göze almışsa şahitliği başlamış demektir. Ama sırt çevirmişse şahit olduklarını arzularına tercih etmiş ve yerinde oturanlarla birlikte oturmayı tercih etmiş demektir. Bu grubun yeryüzünde hayır adına üretecekleri hiçbir şeyleri yoktur veya değersizdir. Şahitlik yapmak, gördüğün ve duyduğun mesajı yaşamınla özdeşleştirip yaşadığın kuşaklara ve senden sonraki kuşaklara iletebilmektir. Şahitlik yapmak bireye karakter kazandıran bir olgudur. Şahit olduğunuz şey sizin yaşamınızın değişmez bir parçası olur. Yaşadığımız çağda şahitlere o kadar fazla ihtiyaç var ki.
Bir toplumu inşa etmenin bireyin kendini inşa etmesiyle başladığına inanan bir zihniyete o kadar çok ihtiyaç var ki. Yeryüzünün düzenini ancak yeryüzünü imar edene iman etmiş kimseler kurabilir. Ancak bu kimseler emanete, ahde vefaya sadakatle davranırlar. Şahitlik yapmak her eşyaya ve herkese olması gerektiği gibi yaklaşmayı zorunlu kılar. Oysa bugün emperyalizm, her şeyi ve herkesi birbirine karıştırarak kaos yaratıp bundan nemalanmayı arzulamaktadır. Ayetinde deyimiyle“Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar” (Bakara-11,12). Erkeği kadınlaştırır, kadını erkekleştirir. Bu bozguncu zihniyete karşı durabilecek şahitliklere hem kendi adımıza hem de insanlık adına ciddi ihtiyaç vardır. Tek sorun kimin kendini şahit olarak adayacağında. Şahitlik yapmalı ki insan şehit olabilsin. Şehitlik, şahitliğin son mertebesi. Öyle ucuz değil. Şehit yalnızca Allah’ın mesajına kulak vermiş, duyduğu şeylere büyük bir güç ile iman etmiş ve iman ettiği mesajı insanlara tavsiye etmiş kişinin ulaşabileceği bir mertebedir.
Mesaja gerektiği gibi şahit olabildi mi? Şahit olduğu mesajın şahitliğini gereği gibi yapabildi mi? Ve son olarak bir şehadet beklentisi içinde yaşıyorsa şehadeti ne kadar hak ediyor? İnsan en ciddi soruları kendine sormalı. Zira sorgunun ağır olduğu bir zaman gelmeden önce tüm soruları anması önemli olandır. Birey, kendiyle sürekli yüzleşmek zorundadır. Kendimizi sürekli sorgulamalıyız ki çocukların saçlarını ağartan o günde tüm cevaplarımız kolay olabilsin.
Söz&Kalem - Yusufcan Keskin