Söz&Kalem Dergisi - Mustafa Gözel
Ve sana Zül-Karneyn’i soruyorlar. De ki: “Ondan size mesaj yüklü bilgiler okuyacağım.” (Kehf/83)
Mekke dönemi… Resulullah (s.a.v)’in kararlı mücadelesine bir türlü engel olamayan müşrikler, Nadr b. Hâris ile Ukbe b. Ebû Muayt’ın öncülüğündeki bir heyeti Medine’deki Yahudi din adamlarının yanına gönderirler. Soluğu Yahudi din adamlarının yanında alan müşrik heyet “Bizim içimizden bir adam çıktı ve peygamber olduğunu iddia ediyor. Biz onun durumu hakkında sizden bilgi almak üzere buraya geldik” dediler.
Yahudi din adamları da Hz. Muhammed’e, Ashâb-ı Kehf, yeryüzünün doğu ve batısına giden kişi ve ruh konularında soru sormalarını, eğer bunları bilirse ona inanıp uymalarını tavsiye etmişlerdir.
Bu tavsiyeleri alan müşrikler, soruları Resulullah (s.a.v)’a sormak üzere yanına geldiler.
“Ey Muhammed! İlk çağlarda mağaraya sığınan gençlerin durumu nedir? Ruh nedir ve yeryüzünün doğu ve batısına giden kişi kimdir?” şeklinde soruları yönelttiler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) bu soruların cevabını yarın (kendisine vahiy gelmesi üzerine) vereceğini söylemiştir. Bunu söylerken “inşaallah” demeyi unutmuştur. Bu nedenle on beş gün geçmesine rağmen Resulullah’ın beklediği vahiy gelmemiştir.
Nihayet “Allah izin verirse demedikçe hiçbir şey için şu işi yarın yapacağım deme” (Kehf/23-24) mealindeki uyarının da yer aldığı Kehf sûresi nazil olmuştur. Kehf suresinde bu soruların cevabı verilmiştir.
Yazımızın baş kahramanı Hz. Zülkarneyn… Zülkarneyn, onun gerçek ismi değil, lakabıdır. Kimi tarihçiler, miğferinin üzerinde iki boynuz bulunduğundan dolayı ona “iki boynuz sahibi” anlamına gelen Zülkarneyn demişlerdir. Kimi tarihçiler hem batıya hem de doğuya yaptığı seferlerden dolayı “doğunun ve batının sahibi” anlamına gelen Zülkarneyn demişlerdir. Lakabının anlamıyla alakalı birçok iddia bulunmaktadır. Fakat Kuran-ı Kerim’in asıl vurguladığı şey, isimler değil, kıssalardaki asıl ibretlerdir.
Zülkarneyn (a.s.)’in peygamber mi yoksa Allah’ın veli bir kulu mu olduğu konusunda net bir fikir birliği yoktur. Nitekim Kuran-ı Kerim’de peygamberliklerine vurgu yapılan ve açıkça peygamber oldukları net bir şekilde anlaşılan 25 peygamber ismi geçmektedir. Fakat Lokman, Üzeyir ve Zülkarneyn (a.s.) isimlerinin peygamberliklerine dair bir ifade kullanılmamıştır. Dolayısıyla onun peygamber mi yoksa bir veli kul mu olduğu konusu tartışmalı bir konu olup, bizim üzerinde duracağımız bir mesele de değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim bir ders vermek istediğinde, bunu bazen bir peygamberin, bazen bir zalimin, bazen bir hikmet ehlinin, bazen sıradan bir insanın hayatı üzerinden anlatarak ders verir.
Yüce Rabbimiz, Zülkarneyn (a.s) için şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten biz onu, yeryüzünde iktidar ve hâkimiyet sahibi kıldık. Ve onu hedeflerine ulaşmak için lâzım gelen akıl, ilim, kuvvet ve idarecilik gibi vasıflarla ve imkânlarla donattık.” (Kehf/84)
Bilindiği üzere; yeryüzünün tamamına 4 kişi hâkim olmuştur. Hz. Zülkarneyn, Hz. Süleyman, Bühtunnasır ve Nemrut.
Yüce Allah (c.c.) dileseydi yeryüzünün hakimiyetini müminlere tahsis edebilirdi. Fakat Allah (c.c.)’ın bir sünettullahı vardır ki bütün işler ona göre hareket eder. Kişi mümin olduğundan dolayı yeryüzüne hâkim olacak diye bir kaide yoktur. Yeryüzünün hakimiyeti tamamen çaba, gayret ve sabra bağlıdır.
Allah (c.c.), azgın bir kafire yeryüzünün iktidarını ve imkanlarını verdiğinde iki yönlü imtihandan ötürü yapar. Azgın kafirin inkâr ve zulmünü daha da artırması için. Diğer yandan o hakimiyet altında yaşayan müminlerin sabır ve gayretlerini ortaya çıkarması için bunu yapar.
“Allah'ın gerçekten iman etmiş olanları ortaya çıkarması ve aranızdan şehidler edinmesi için bu günleri böyle aranızda döndürürüz. Allah zalimleri sevmez.” (Ali İmran/140)
Allah (c.c.), mümin bir kimseye yeryüzünün iktidarını ve imkanlarını verdiğinde iki yönlü imtihandan ötürü yapar. Mümin kimsenin iktidarı süresince gösterdiği adaleti ve onun hakimiyeti altında yaşayan insanların ona karşı samimiyeti, itaati ve güvenlerini ortaya çıkarması için bunu yapar.
“Onlar, kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar. İşlerin sonu Allah'ındır.” (Hac/41)
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin, sizden olan ulü'l-emre de.” (Nisa/59)
Kuran-ı Kerim’de Zülkarneyn (a.s.)’ın yolculuklarından bahsedilirken, onun önce batıya gittiğini, orada güneşin, denizdeki su gözenesine batarcasına gördüğü ifade edilir. Daha sonra doğuya gittiğinde ise, güneşin doğduğunu ve oradaki insanlara güneş ışınlarının vurduğundan bahsetmektedir. Yani orada yaşayan insanlar ile güneş arasında herhangi bir ağaç, dağ ve evlerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Doğu ve batıdan bahsedilirken güneş esas alınarak bahsedilmiştir.
“Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar (gibi) buldu. Orada bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz, “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandıracak veya haklarında iyi davranma yolunu seçeceksin” dedik.” (Kehf/86)
Ayet-i Kerimeden de anlaşıldığı üzere; batıda yaşayan bu topluluk, zalim bir kavim olduğundan Allah (c.c.) onları cezalandırmak veya uyarmak suretiyle Zülkarneyn (a.s.)’ı gönderiyor.
Zülkarneyn (a.s.)’a iki seçenek sunuluyor: Ya onları cezalandıracak ya da onlara öğüt verecek. Birçok peygamberin yaptığı gibi Zülkarneyn (a.s.) da af yolunu seçiyor ki bu da peygamberler ve davetçilerin temel özelliğidir. İnsanlara karşı merhametli olmak, onları hatalarıyla kabul edip, onlar için iyilik yolunu seçmek.
“Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve bilgisizlerden yüz çevir.” (Araf/199)
Zülkarneyn (a.s.) elbette onlara sadece iyi davranıp, eski durumları üzerine bırakıp gitmeyecekti.
O, şöyle dedi: “Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, rabbine gönderilecek; Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak.’’ (Kehf/87)
Davetin temel ilkesi; insanları, Allah’ın azabına karşı uyarmak, cehenneme gitmemeleri için korkutmak. Zülkarneyn (a.s.) davetçi olmasının yanı sıra bir kral olduğundan onları yapacakları zulümlerden dolayı dünyada cezalandıracaklarını söylüyor. Dünyadaki cezanın, ahiretteki cezanın yanında çok ufak kaldığını, asıl büyük ve korkunç cezanın ahirette olduğunu da hatırlatarak ahiret hayatına vurgu yapıyor.
“Ancak kim iman eder ve salih amel işlerse ona en güzel karşılık vardır.” (Kehf/88)
Zülkarneyn (a.s.) sadece onları ceza ile korkutmamış, aynı zamanda onları (eğer iman eder ve güzel işler yaparlarsa) onları hem dünyada hem de ahirette güzel bir karşılığın beklediğini de bildirmiştir.
“Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendilerine güneşe karşı bir siper yapmadığımız bir kavmin üzerine doğar gördü.” (Kehf/90)
Kuran-ı Kerim’de bu kavim ve Zülkarneyn (a.s.) arasında gerçekleşen münasebete yer verilmemiştir. Burada Zülkarneyn (a.s.)’ın doğuya yaptığı sefere dikkat çekilmiştir sadece.
Bir sonraki sayımızda kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah. Kalın sağlıcakla…