Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Karaduman
Hamd, müminlerin kalbine sebat veren Allah (cc)’ya olsun.
Mümin, hem güvenendir hem de güvenilen. Mümin, imanı gereği Rabbine mutlak bir güven besler, aynı zamanda diğer mahlukatlar da onun imanına binaen ona güvenir ve sırtını dayar. Mümin, bu dünya hayatını bir imtihan hayatı olarak görür ve imtihan gereği rüzgâr her ne taraftan eserse essin yılmaz, bükülmez, asla diz çökmez. Çünkü o daima şunu hatırında tutar: “Her şey onun izni dahilindedir”. Onun (Allah cc) izni olmadığı müddetçe ağaçtan bir yaprak tanesi bile dökülmez ve her şey ona döner.
Dünya imtihan dünyasıdır. İmtihan, doğası gereği sadece doğru ve iyiyi barındırmaz. Hem yanlışı hem de doğruyu barındırır. Dünya hayatı ise sınav süresidir. Bu süre zarfı için de insan bazı tercihlerde bulunur. Bu tercihlerden kimisi doğru, kimisi yanlıştır. Fakat bu sınavın güzelliği, bize yanlış ve doğruların yazılı bulunduğu “Kur’an ve Sünnet”i bırakmış olmasıdır. Fakat insana mükellef olma özelliği ve diğer tüm varlıklardan daha üstün olabileceği yetisini de verdiği için bu iki kaynağa muhalif hareket edebilecek özgür alanı insan için sunmuştur. İnsanın nefsine hem takva hem de fücur yetisi verilmiştir. (Şems, 8)
İnsanın takva üzerine süreklilik arz etmesi, Allah Teala’nın “Fesbutü” ayetinin tecillisidir. Bu, Allah’ın mümin kullarına emridir. Mümin; haram ve kötülükler ile karşı karşıya kaldığında, helal, doğru ve iyilik üzerine sebat etmelidir. Sebat, İlahî olanı Şeytanî olana tercih etmektir. Ve Allah’u Teala’nın mümin kullarından istediği de bu hal üzere kalmasıdır.
Sebat etmek, sonunda ilahî olanın şeytanî olana galip geleceğine, şeytanî olanın süreli, ilahî olanında süresiz olduğunu bilmedir. Sebat ehli olmak, Allah’ın davasına karşı hasbi olmayı gerektirir. Hesaplı olmak mümin kulların vasıflarından değildir. Hasbiler yola çıkar, hesaplı olanlar ise yola çıkanların, yolun sonuna sağ salim yetişip yetişmediğini beklerler. Yani onlar menfaatperesttirler. Dağı görmeden tırmanmazlar.
Sebat ehli olanlar ise eğer yapılması gereken imanî bir mesele ise yolun rahatlığına, zorluğuna bakmazlar. Yolun sonunda kendilerini bekleyecek zorluklar veya kolaylıklarda değildir onların arzuladıkları. Onların tek arzuladıkları, Allah’ın rızasıdır. Onlar, ellerine tek bir silah aleti olmadan, savaşa biat edenlerdir. (Fetih,18) İşte onlar, Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan razı olduğu kimselerdir. (Beyyine, 8) Onlar konjektüre göre pozisyon belirlemezler. Onlar Allah’ın adamlarıdırlar. Kimsenin menfaati için İslamı, olması gerekenden farklı göstermezler. İbadetiyle Müslüman olup, ticaretiyle kapitalist değildir. Vakıaya uygun hareket etmezler, vakıayı İslamileştirirler. Onların hayatı, ölümü ve ibadetleri salt Allah içindir. (En’am, 162) Onlar rüya gördüklerinde tevile koşmazlar, Allah emretti der ve yerine getirirler. (Sâffât, 102) İşte onlar yaratılmışların en hayırlılarıdırlar. (Beyyine, 7)
İslam dini bugünlere sebat edenlerin omuzlarında bize ulaşmıştır. SEBAT EHLİ OLANLAR, HASBİDİR, HESAPLI DEĞİL.
Bir gün peygamber efendimiz Kabe’nin duvarına sırtını dayamış otururken sahabeden biri gelip Resulullah’a şöyle dedi: Ey Allah’ın Resulü, daha ne zamana kadar bu süreç devam edecek? Her gün bir kardeşimiz eziyet görüyor. Allah’ın Resulü, bu davanın uğruna sebat edenlerin örneğini sahabeye şöyle ifade ediyor: Sizden önceki ümmetlerden mümin kullar demir taraklarla derileri kemiklerinden koparıldı. Sabredin! Öyle bir zaman gelecek ki uzun bir mesafeyi güven içinde kat edeceksiniz. (Müslim) Evet o gün sebat edenler ya yolda şehit oldular ya da o uzun yolu güven için sürdürdüler. Ama hepsi sebat etti. Sebat etmek demek, illa ki bu dünya hayatında yaşanılanların meyvesini yemek anlamına gelmiyor. Tabi ki bazı sebatların meyvesi bu dünya da alınır ama Allah için yapılan hiçbir eylemin semeresi sadece bu dünyaya has değildir.
Allah’u Teala, Fetih süresinde yanlarında savaş aletleri getirmeyip Peygamber’e savaş üzerine biat edenlerin bu bağlılık ve sebatlarına karşılık “Onların kalplerine bir sükûnet ve huzur indirdiğini” ifade ediyor ve sonrasın da “yakın bir fetih” ve “ganimetlerle” müjdeliyor. (Fetih, 18) İşte sebat ve sabır edenlerin bu dünya da elde edecekleri güzellikler bunlardır.
İslam tarihi bu tür kahramanlıklarla doludur. BEDİR’DEN AKSA TUFANI’NA KADAR.
Evet!
Bu dava hep sebat edenlerin, savaşta düşmana sırt çevirip kaçmayanların omuzlarında bir sonraki nesle aktarılmıştır. Bu da peygamber efendimizin “Ümmetimden bir topluluk daima hak üzere sabit kalacaktır” (Müslim) hadisinin bir tecellisidir.
Evet, bugün Aksa Tufan’ında şahit olduklarımız, İslam’ın bir sonraki nesle taşıyıcılarının görüntüleridir. Şeyh Ahmet Yasin, Fethi Şikaki ve Rantisi’nin ektiği tohumların semeresidir bunlar. Elbette ki bu tohumlar hiç de kolay ekilmedi. Ama hepsi sebat etti. Sebat ettiler ve Allah’u Teala “onların kalplerine bir sükûnet” verdi ve “onları yakın bir fetihle” müjdeledi. Sebat edenlerin üzerlerine hep bunlar görünür. Yoksa evi bombalanmış, babasını kaybetmiş, annesini kaybetmiş, enkazdan zor kurtulan 10 yaşında ki bir çocuktan “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” cümlesinin işitebilir misin? Yoksa yanında ki mücahit kardeşi şehit olduğunda, onun silahı alıp bir daha cenk eder mi? Şehid olacağını bile bile hem de…Yoksa elinde ki patlayıcı tanka yerleştirmek için mücahit kardeşiyle çekişmeyi, anlayabilir mi insan?
Bunu ancak Allah’ın kalbine sükûnet indirdiği kulları anlayabilir. Yoksa eğer salt maddi açıdan ve güç bakımından anlaşılsaydı, dünyanın en büyük askeri donanımına sahip askerler bunu yapardı. Tam tersine o kadar desteğe ve teknolojiye rağmen, mücahitlerin bölgesine gönderileceğini öğrenen Siyonist sözde asker, sırf bu endişeden kalkıp kafasına silahı sıkar mı?
Bugün Gazze’de yaşananlar, özelde Müslümanların genelde dünya tarihinin yeni bir merhalesinin başlangıcı olacaktır. Onun için yeni bir dünya mümkündür. Bu ilahi bir vaattir.
“Biz kullarımızdan mustazaf olanları yeryüzünde imam ve varislerimiz kılmak istiyoruz”.(Kısas, 5)
Ey Allah’ım bizleri sebat edenlerden kıl!
Ayaklarımızı sabit ve bizleri yeryüzünde imam kılacağın kullarından eyle!