Siyah
Ofisten çıkıyorum. Gömleğin üzerine her zamanki gibi bir telaş giymişim. Şehrin karmaşası... Kulaklık bunun için icat edilmiş meğer. Takıyorum. Bir şeyler çalıyor. Mütemadiyen sanatsal, fakat fark etmiyorum. Kulaktan içeri giren sesler kafatasında duruyor. Beyin çok meşgul. Gelen sesleri kabul etmiyor. 'Aptalsın sen. Dünkü işten daha fazla kazanabilirdin'. Beynimi susturacak takatim yok. Karnım aç. İhtiyacım olan güzel bir yemek. Kalabalıktan sıyrılıp lokantalara göz gezdiriyorum. Karnım doyduktan sonra beynimle savaşacağım elbette. Hatta onu yeneceğim. Dünya'nın hiçbir beyni yenilmez değildir. Tüm beyinler kandırılabilir. Savaşacağım, muhakkak. Ama şimdi değil. İşte orda. Herkes şu yolun karşısındaki dükkânın yemeklerini övüyor. Kesinlikle yemeliyim. Bu kadar çalışıyorum. En güzel yemekleri hak ediyorum değil mi? Şimdi karşıya geçeceğim. Yola adım atıyorum. Bir ses geliyor. Bu seferki beynimden gelmiyor eminim. 'Namazı yine erteliyorsun'
Ama çok çalışıyorum. İşim önemli. Bu noktaya ciddi emekler harcayarak geldim. Tamam bazen namazlarımı kaçırıyorum. Kılacağım. Kazalarını bir bir kılacağım. Önce karnımı doyurmalıyım. Yola doğru bir iki adım daha... Ve bir ses daha. Bu seferki içeriden değil. Bir çığlık sesi. Tanıdık bir ses. Ne oluyor anlamaya çalışıyorum. Yorgunum fakat merakım bir iki gram daha ağır. Kalkmaya çalışıyorum. Ne zaman yere düştüm ki. Bilmiyorum. O çığlık sesini merak ediyorum hâlâ. Ayağa kalkmalıyım. Bana doğru koşan insanlar, hızla yanımdan geçen arabalar. Dur bir saniye. Neler oluyor. Daha fazla merak ediyorum. Etraf kararıyor. Daha akşam ezanına var. Hem daha ikindiyi kılacaktım. Neden karanlık çöktü.
Görüntüler bir bir siliniyor. Bir ses daha. Bu seferki pişmanlık dolu bir haykırış. Bana bakıyor haykırırken. Bahanelerini sıralıyor. 'Görmedim' diyor. Ben de seni görmedim. Bu neden önemli. 'Bakamayacağım' diye uzaklaşıyor bazıları benden. Neden bakamıyorlar. İçim merakla doluyor. Olayı çözmeye çalışıyorum. Beynim hâlâ 'daha fazla kazanç sağlayabilirdin' diyor. Arabalar, insanlar; hiçbiri artık yok. Simsiyah bir mekandayım. Birini görüyorum az ileride. Simsiyah giyinmiş. Kim bu? Yaklaşıyorum. Benim. Daha fazla yaklaşıyorum. Geçmiş yıllardaki ben. Hem de geçmişin olayları içerisinde... Birisi kaydetmiş yaptıklarımı. Ama farklılıklar var. Nereye gitsem kararıyor. Etrafımda acayip suretli yaratıklar. Bana bakıp gülüyorlar. Yaptığım her kötülüğü izliyorum. Neden izliyorum ben de bilmiyorum. Bakmak istemiyorum. Yüzümü nereye çevirsem ben ve yaptıklarım. Karşı karşıyayım. Amaç ne? Görmek istemiyorum. Artık iradem devre dışı bırakılmış. Tüm bu olayları isteksizce izliyorum. Her iğrençliğimden bir parça siyah kopuyor ve uçuşuyor. İleride bir terazi var. Benden kopan siyah; teraziye gidiyor ve sol tarafa usulca yerleşiyor. Hâlâ anlam veremedim. Merakla bekliyorum.
Beyaz
Çocukların cıvıltısı, huzur katıyor. Camide bu kadar çocuğun olması gurur verici. Yaptığım hiçbir işten bu denli zevk almamıştım. Sesler birbirine karışıyor. Rafların üstündeki kitaplar, rahlelerin önündeki çocuklar, arkada birbirlerine tesbih atan haylazlar, kelimeleri seçemeyecek kadar karışan sesler, gürültü, ama tatlı bir gürültü. Ümidi şu an somut olarak görüyorum cami saflarında. İçeride dolaşıyor bakın. Şu uzaktaki de "zafer". Uzaktan gülümsüyor. Var olması bile yeterli. Çok güzel gülümsüyor. Ona doğru gitmeliyim.
Koşuyorum. Yoruluyorum. Daha fazla devam edemeyeceğim. Biraz dinlenmem gerekiyor. Camiden çıkıyorum. Müthiş bir kalabalık. İnsanlar ağlıyor. Yerde birisi var. Ayakları görünüyor. Mekânı cennet olsun. Ölümü her an düşünüyorum. Kim ölmüş merak etmiyorum. Her saniye aklımda zaten. Kalabalığı fazla umursamadan camiye dönüyorum. Çocuklar ayaklanmış. Ah, onlar da zaferin tatlı tebessümüne kanmış. Ona doğru koşuyorlar. Kimisi yolda kan içerisinde kalıyor. Ayakları paramparça. Durmak bilmiyorlar. Oturup ağlıyor bazıları. Yoruldukları için... Yavaş yavaş siliniyor görüntüler. Bir beyaz kaplıyor her tarafı. Bembeyaz bir mekân. İleride birisi var. Yaklaşıyorum. Daha da... Kim bu? Benim. Bir şeyler yapıyorum. Daha da yaklaşıp izlemek istiyorum. İzlediğim ben de bir şeyler izliyor. İlerideki cami çocuklarını... Ama hepsi büyümüş. Genç olmuşlar. Çalışıyorlar. Camiye sığamayacak kadar kalabalık olmuşlar. Uzaktaki ben de onları izliyor. Ben de beni izliyorum. Anlamsızca, ama güzel. Tat veriyor. Bu tadı dilim değil, kalbim alıyor. Gelecekten sahneler bunlar. Fark ettim. Her sahneden bir beyaz kopuyor ve uçuşuyor. Usulca ilerideki terazinin sağ kefesine yerleşiyor. Sol taraf simsiyah. Çözmeye başladım.
Nur
Zaman tükenmiş. Hangisi ağır gelirse final sahnesi öyle olacak. Beyazların içerisindeki vicdanım; başı dik. Her zaman doğruyu istedi. Onurlu bir şekilde duruyor. Siyahların içerisindeki nefsim; pişman, üzgün. Şeytan çok uzaklarda duruyor. Ahmakça gülüyor. Zafer sevinci mi yoksa elinden geleni yaptığından dolayı mı mutlu? Korkmuyorum desem yalan olur. Korkudan kirpiklerim titriyor hatta. Teraziye ne oldu? Gözüm her yerde onu arıyor. Yukarılardan bir nur iniyor. Adı merhamet. Hangi renk ayırt edemiyorum. Dünya'da böyle bir renk yoktu sanırım. Nur iniyor, teraziye doğru. Sağ kefeye hafifçe temas ediyor. Dengeler değişti. Alt üst oldu. Terazi rahmete dayanamadı. Paramparça. Karanlıklar yok oluyor. Nefsim cansız yerde yatıyor. Camideki çocuklar belirdi tekrar. Zafere ulaşmışlar. Birbirlerine sarılıyorlar. Sonunda beni fark ettiler. Gülümseyerek geliyorlar...
“Bende sığar iki cihân ben, bu cihâna sığmazam,
Cevher-i lâmekân menem, kevn ü mekâna sığmazam.”
Nesimi
Söz&Kalem - Hüseyin ÇAMTAY