Yakın bir arkadaşımın babasının İstanbul’da 28 yıl taksicilik yaptığını duyunca bir an önce kendisiyle sohbet etmek ve bu koca şehirdeki tecrübelerini dinlemek istedim. Kendisi taksici olması nedeniyle bu şehrin insanlarının karakteristik yapısını az çok çözmüş ve kime nasıl davranacağını bilen biri olmalıydı. Yani konuşacağımız konular bizzat İstanbul ve İstanbullulardı. Malumunuzdur, bir konunun hâkimiyle veya uzmanıyla konuşmak istiyorsanız, konuşmadan önce ilgi konu hakkında bir araştırma yapmanız ve konu hakkında en asgari düzeyde bilgi sahibi olmanız gerekmektedir. Konuşacağımız konunun yazılı olmaması ve okuyacağım bir metnin bulunmamasından dolayı bu ‘asgari düzey’deki bilgiyi bizzat yaşayarak tecrübe etmem gerekecekti. Ben de bu güzel sohbete gitmek için toplu taşımayı tercih ettim ve konuyu yerinde izledim, varacağım yere uluşana kadar.
Bir iş çıkışı saatine denk gelmenin çekilmez anlarıydı. Araç tıklım tıklım... Araçta kişi başına düşen m2 alanı hesaplamak bir yana, kişi başına düşen m3’ lük havayı hesaplıyor insan. Acaba herkese nefes alacağı bir iki solukluk hava kalıyor mu kalmıyor mu diye. Herkes yorgun ve herkesin acilen bir yerlere gitmesi gerekiyor. Aracın ağzına kadar dolması ve içerdekilerin dörtte üçünün ayakta durması, buna trafikten dolayı aracın yavaş hareket etmesi de eklenince sinirler iyice geriliyor haliyle.
Yüzündeki kırışıklıklardan 50-60 yaşlarında olduğu kolaylıkla anlaşılan yaşlı bir teyze, zamanın değiştiğinden, gençlerde saygı kalmadığından ve zamane gençlerinin ‘terbiyesizliklerinden’ sesli bir şekilde bahsediyor. Tabi bahsederken gözleri, cam kenarında oturmuş ve kafasını cama dayamış uyumaya çalışan bir lise öğrencisinin üzerinde. Toplu taşımadaki klasik taktiklerden, uyuyor numarası yapmak… Demek ki yaşlılar da artık kanmıyorJ
Başka bir koltukta yine cam kenarında oturmuş orta yaşlı, kulağında kulaklık ama kulaklık demeye bin şahit çünkü ses olduğu gibi dışarıya geliyor. Bu şekilde dışarıyı seyreden biri. Çalan parça arabesk. Gözleri çok uzaklarda… Dalmış… Belli ki ya yaşadığı olaylar geçiyor aklından ya da yaşamak istedikleri sahneleniyor camlardan…
Rotam Üsküdar Çamlıca tepesi, tepeye doğru yol aldım. İstanbul’un o eşsiz güzellikteki manzarasını çok iyi göreceğiniz nadir yerlerden biri Çamlıca tepesi. Önceden arkadaşımla kararlaştırdığımız yerde bir araya geldik ve dinlemeyi sabırsızlıkla beklediğim hikâyeye doğru yol aldık.
28 yıllık bir çalışan, bir emektar, bir aile reisi, bir baba…
‘Ben Ziya, 48 yaşındayım. Aslen Giresunluyum ama 6 yaşından beri İstanbul’da yaşıyorum. Ben altı yaşındayken babam evi Giresun’dan taşımıştı. İstanbul’a geldiğinde üstünde bir ceketi bile yoktu ve iş bulmak ta hiç kolay değildi. Yapacağı bir iş arıyordu. Bulamayınca aklına çay ocağı açmak geldi ve Üsküdar’ın Altunizade mahallesinde bir dükkân kiralamış ve işletmeye başlamış. Zaman geçtikçe müşterileri çoğalmış ve işleri de rayına girmiş. Para biriktirmiş ve şuan bizim oturduğumuz bu 3-4 katlı binanın arsasını satın alıp, inşa ettirmiş.
Ben de 20 yaşına kadar babama çay ocağında yardım ettim. 20 yaşında askere gittim. Dönünce başka bir iş yapmak istiyordum. Çünkü çay ocağı işletmek bana göre değildi. Arabaya da merakım vardı ve seviyordum. Bir vesileyle taksiciliğe başladım aradan 28 yıl geçti hâlâ aynı işi yapıyorum.’
Türkiye’de taksici denilince insanın aklında az çok bir profil oluşur:
Eli sopalı, kaba saba, dolandırıcı, para kazanmak için her türlü yol arayan, araç sürerken kural tanımayan, sabırsız ve elinde tespih sallayarak durakta düşünceli bir şekilde yolcu bekleyen biri… v.b.
Ama taksici Ziya Abi konuşurken kendisinin; çok sabırlı, güler yüzlü ve bir o kadar babacan olan tavrı aklımdaki profile tam zıttı. Bunu kendisine söylediğimde;
‘Bu tanımı, meslekle ilgili görmekten ziyade kişisel görmek lazım. Evet, meslek bazen tetikleyici unsur olabilir ama kişilik sağlamsa bütün bu olumsuzlukların üstünü örtebiliyor.’
Son zamanlarda tekrardan gündeme gelen taksicilerin müşterilere kötü davranışları, kısa mesafe ve uzun mesafe yolcular arasında haksızlığa varan seçimler yapma, Uber ile olan problem, kısa mesafede gitmek varken uzun mesafeden gidip fazla para kazanma gibi birçok konu hakkında samimi bir sohbetimiz oldu.
‘Taksicilikte minibüsteki gibi bölge ayrımı yoktur. Bulunduğunuz ilin sınırları içerisinde her yer sizin için iş sahasıdır. 28 yıllık meslek hayatımda İstanbul’un hemen hemen her yerini dolaştım ve biliyorum. Bazen bir yolcu biniyor onu İstanbul’un en ücra köşesine götürüyoruz. Dönüşte direkt gelemiyoruz. Yolda biri biniyor, onu gideceği yere bırakıp, bıraktığı yerden başkası biniyor. Onu da varacağı yere ulaştırayım derken saat gece 3-4’ü buluyor.’
‘Gece çalışınca daha büyük problemlerle karşılaşabiliyoruz. Müşteri taksiye binince zaten senin onu dolandıracağını düşünerek biniyor. Bu önyargı yüzünden güvenmiyor. Hemen akıllı telefondan haritayı açıp takip ediyor. Bunu yapmasında bir sakınca yok. Elbet yapabilir. Ama bazen akıllı telefondaki uygulamanın bilmediği veya o an göstermediği yollar oluyor. Bu yollar mesafeyi kısaltıyor hem bana hem müşteriye yardımcı oluyor. Oradan gidince müşteri telefonu göstererek hemen itiraz ediyor. ‘Neden bu yoldan gitmedik?’ diye soruyor. Gideceğimiz yolun faydasını anlatsam bile dinlemiyor. Dediğim gibi o önyargıyla direkt itiraz edip, haklarının yendiğini düşünüyorlar.’
‘Biz taksicilerle ilgi bu önyargılar haksız değil tabi. Buna sebep veren sözüm ona üç kağıtçı taksiciler var. Ahlaktan, edepten, hak ve hukuktan anlamayan, Allah korkusu olmayan meslektaşlarımız var. Sen, sen ol biz taksicilere güvenme. Çünkü bu işi yapanların %60’ı şahsi olarak sıkıntılı kişiler ve müşterileri dolandırabiliyorlar.’
‘Bahsettiğim işini kötü kullanan ve bu şekilde müşteri seçme gibi bir sıkıntı var. Mesela otogar çıkışında taksi bekleyen bir sürü yolcu var. Yolcularla tek tek konuşup en uzun yolu gidecek olan müşteriyi seçiyor. Kısa mesafe yolcusunu almıyor. Tabi bu normalde yasak ama kural ve ahlak tanımayanlar için bu yasak anlam ifade etmiyor. Ben meslek hayatım boyunca hep bu şahıslardan ve bu davranışlardan uzak durmaya çalıştım. Çünkü bu kötü işleri yaparak elime geçecek haram parayı eve yani aileme götüremezdim. Bunu asla doğru bulmadım.’
Araya girip biraz empati yapmak istiyorum. Gerçekten zor bir durum iman ve ‘imkan’ arasında kalmak; Düşünsenize taksicisiniz ve durakta meslektaşınızla bekliyorsunuz, yanınızdaki adam çıkarıyor haram yoldan kazandığı o paraları ve sayıyor. Para üstüne para, para üstüne para ve saydıkça sayıyor. O ay siz de ekonomik olarak zor durumdasınız ve yanınızdakinin yaptığı gibi yapıp daha fazla kazanıp o ay rahatlayabilirsiniz. Ama yapmıyorsunuz. Niçin? ‘Ailemin, evladımın boğazına haram lokma girmemesi için.’
‘Müşteri seçme durumu bazı durumlarda meşru kabul edilebiliyor. Gece vardiyasındaysanız ve görünüşü itibariyle içinize sinmeyen ve tehlikeli olacağını düşündüğünüz yolcuları almama hakkınız var. Neticede bu işi yaparken güvenliğinizi de düşünmek zorundasınız.
‘Uber meselesine gelince, bunlar hırsızların daniskası. Hiçbir vergi vermeden, sadece uygulamaya üye olarak müşteri alıyorlar. Yani bildiğin korsan taksicilikten hiç farkları yok. Bizim kendini bilmez taksici arkadaşlarımız da o uygulamaya üye oluyor ve uber için hizmet veriyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi?
Bir insan nasıl olur da kendi işine alternatif olan, kendi işine rakip olan ve tamamen yasal bir dayanağı olmayan bir iş yapabilir?
Bahsettiğim bu insanlar taksiciler içinde bir nevi hain olarak görülüyor. Kimse onlarla pek muhatap olmuyor, olmak istemiyor.
İtaksi ve Bitaksi gibi uygulamalar var. Bu uygulamalar da biz taksicilerin içine su serpiyor. Kimlik bilgilerimizi girerek üye oluyoruz. Mesai saatlerimizi, ne zaman çalışıp ne zaman çalışmayacağımızı vs. hepsini ayarlıyor. Bu uygulamalar üzerinden taksici çağıran müşteriler de kendilerini çok iyi hissediyorlar. En azından taksici ile ilgili bir sorun yaşadığında şikâyet edebileceği bir yer olduğunu biliyor. Bunun faydası bize de var. Mesela müşteri o gönül rahatlığıyla uygulama üzerinden bizi çağırıyor. Çağırdığı yere gidiyoruz. Taksiye binince selam verip rahat davranıyor. Bunu görünce sende ona karşı iyi bir tutum takınıyorsun. Hoş bir sohbet oluyor ve keyifli bir yolculuk sürüyor.
Tabi bunların yanında hatırladıkça beni hâlâ güldüren olaylar da var. Bir defasında 3 lise öğrencisi genç beni durdurdu. Onları aldım taksiye gidecekleri yeri söylediler. Arabayı çalıştırdım ve yolculuk başladı. Sohbet ediyorduk. İçlerinden biri ‘abi sen spor yapıyor musun? Sporla aran nasıl? Hızlı koşar mısın?’ gibi sohbet arasında birkaç soru sordular. Ben de sohbete kapılmış gidiyorum. Yolun yarısına geldiğimizde biri ‘abi ben burada ineyim. Babam gelip beni alacak’ dedi. Onu indirdim. Varacağımızı yere ulaşınca birden arkada oturan 2 genç, araba daha durmadan atlayıp kaçtılar. Ben de arabadan inip onları izledim. Tabi gülerek izliyordum. Genç olmalarından dolayı paralarının olmamasını normal karşılıyordum. Onların kaçışlarını gülümseyerek izleyince biraz önceki soruların niçin sorulduğunu da anlamıştım. ’
Sohbet böyle devam ededursun ben de ikide bir son otobüsün saatini kontrol ediyordum. Son otobüsün saatini ve evden çıkmam gereken ortalama zamanı ayarladıktan sonra izin isteyip ayrıldım. Durağa vardım 5-10 dk bekledim ama gelen otobüs olmadı. Gözüm minibüs aradı ama o da yok. Etrafıma bakınırken bir an ‘onun’la göz göze geldik. ‘Yok artık’ diye düşündüm. Sonra ‘niye olmasın’ diye ekledim. Yavaş ve ürkek adımlarla ‘ona’ doğru yürümeye başladım. Cebimdeki paraya ve gideceğim yola baktım. Ölçtüm, tarttım, biçtim ve ‘tamam’ dedim. Yaklaştım ve sarı taksinin kapısını açıp bindim. Eve doğru yol aldım.
Bence o tatlı sohbetin kurbanı oldum. Yoksa 55 dk yürümek varken niçin taksiye bineyim? Değil mi?:)
Allahaısmarladık.
Ömer POLAT