Kavramların kendisiyle vücûd bulduğu efendimiz.. Bir müddet sonra yine gölgenize sığınmak ve kelimelerimizi sizinle güzelleştirmek için kapınızdayız..
Hangi güzellik ele alınırsa alınsın, sizsiniz ilk akla gelen şüphesiz.. Çünkü siz vahyin hayata taşındığı ân’sınız.. Güzelliğin, karşısında dudak büktüğü cemal sahibisiniz.. Sizinle hayat bulur tarihin raflı tozlarındaki kavramlar ve sizinle aydınlanır cahiliyenin kör kuyuları..
Sevginizden bahsetmiştik.. Tam da mübarek veladetinizin olduğu Nisan ayında.. Ne de güzelleştirmiştiniz o sayımızı.. Ve farkında olmadan bir naat yazdırmıştınız bize.. Muhabbetiniz.. Erdeminiz.. Faziletiniz.. O sayıdan sonra anlamıştık ki dokunduğunuz her yer yeşeriyordu..
Merhametinizden bahsetmiştik.. El uzatmıştık o yüce gönlünüze.. Kadın haklarını savunanların, en büyük kapitalist yatırımlarını kadınlar üzerinden yaptığı bir çağdan.. Trafik kornaları arasında ruhunu teslim edenlerin, sofrayı kurmuş kocasını bekleyen kadınların morga davet edildiği bir çağdan.. Tebessümleri hayat veren çocuklarına siyanür içiren babaların çağından.. Ve, çocukların bile yaşayamayacak kadar bunaldığı bir çağdan..
Tabelalarımızın yön değiştirdiği ve ‘yâ muqellibe’l-qulûb’ nidalarımızın arştan geri döndüğü bir zaman diliminde yine size koştuk.. Semtlere indirgenmesin diye kavramlarımız.. Tozlu raflara dönüşmesin diye kalbimiz.. Ve, ‘nesiyyen mesiyya’lardan olmasın diye ismimiz..
Siz öyle güzel bir ahlaka sahiptiniz ki sizi görmeyenler bile sizi çok sevdi.. Eli kalem tutan herkes size bir methiye dizmek istedi.. Size tabi olanlar, her defasında, Musa’nın ümmeti gibi olmadıklarını ispat ettiler.. Sizi, her güzel şeye en layık olan olarak gördüler.. Siz de onları en iyi olana layık gördünüz hep.. Her defasında nefsine uyana, rahmet kanatlarınızı gerdiniz..
Âmine anneniz vefat ettiğinde sizi Mekke’ye getiren Ümmü Eymen’i hatırlıyoruz.. Sizi gözünden bile esirgeyen Ümmü Eymen.. Ona ‘annemden sonra annem’ diye hitap eder ve sık sık onu ziyaret ederdiniz.. Büyümüş olmanız, artık onu sormayacağınız manasına gelmiyordu.. Siz bizim gibi değildiniz tabi.. Biz, büyüdükten sonra en kıymetli hazinemiz olan annemizi bile unutur olduk efendim.. Bankalardan arayan operatörlere ayırdığımız vakti annemize ayıramaz olduk çoğu kez..
Peki ya diğer anneniz Fatıma’yı kabre indirdiğiniz günü hatırlıyor musunuz? Anneniz vefat etmiş gibi ağlamış, hüzünlenmiştiniz.. Gömleğinizi ona kefen yaptırmış, cenaze namazını bizzat kıldırmış ve onu kabre indirmeden, siz bir müddet kabrinde uzanmıştınız.. Yaptıklarınız karşısında şaşıranlara ise, onun anneniz olduğunu söylemiştiniz.. Ne de garip geliyordu değil mi sizin vefâ’nız? İnsanların ancak kendi derdiyle ilgilendiği bu asırda da bir o kadar garip geliyor bu davranışlarınız..
Siz sadece yakınlarınıza göstermiyordunuz bu vefâyı.. Mescidinizi temizleyen siyahi bir Müslüman vardı.. Vefat etmiş ve size haber verilmeden defnedilmişti.. Onca işin arasında rahatsız etmek istememiştiler sizi belki de.. Ama siz sormuştunuz ‘nerde?’ diye.. Vefat ettiğini duyunca üzülmüş ve ‘Bana haber vermeniz gerekmez miydi?’ diye sitem etmiştiniz.. Kabrine gitmiş, başında cenaze namazı kılmış ve dua etmiştiniz..
Vefânız sadece ‘sizden olanlara’ değildi.. Taif dönüşü Mekke’ye himayesi altında girdiğiniz Mutim bin Adiyy’i yıllar sonra bile hatırlamış, vefâ göstermiştiniz.. Bedir’de esir olan Mekke’li müşriklerle alakalı sizinle görüşmeye gelen oğlu Cubeyr bin Mutim’e ‘Eğer baban Mutim bin Adiyy sağ olsaydı ve benimle konuşsaydı, bu kokmuşları onun hatırına serbest bırakırdım’ buyurmuştunuz.. Oysaki Mutim bin Adiyy sizden değildi.. Bizim vefâmız, bizden olanlara bile kalmadı efendim.. Birbirimizi ancak işimiz düştüğünde arar olduk.. Ve dünyevi hanemize artı yazdıranlarla mekanımız değiştiğinde, ahlakımız da değişti..
Vefâkâr olanlara siz de vefâ ile muamele ederdiniz.. Birbirlerini çok seven Amr bin Cemuh ve Abdullah bin Amr bin Haram’ı Uhud günü şehidlerin arasında görmüş ve üzülmüştünüz.. O gün amcanıza ayrı, Mus’ab’a ayrı üzülmüştünüz.. Her şehit, sizin bir evladınız gibiydi.. Hepsine ayrı ayrı şefkat ve merhametiniz vardı.. Definler esnasında her kabre iki şehidin defnedilmesini emretmiş, iki kişiye ise özel bir ayrıcalık göstermiştiniz: Dünyada birbirini seven iki vefâkâr dosta.. Amr bin Cemuh ve Abdullah bin Amr bin Haram’ın aynı kabre defnedilmesini istemiş ve ‘Onlar, dünyada bir safta omuz omuza idiler, çok samimi arkadaştılar. Dünyada birbirlerini çok seven bu iki şehidi, aynı kabre, yan yana koyunuz’ buyurmuştunuz.. Ne de unutulmaz bir vefâ örneğiydi bu..
Ve şüphesiz ki gösterdiğiniz en büyük vefâ örneği, hanenizin en tâhire kişisi olan Hatice annemiz içindi.. Siz onu öylesine sevmiştiniz ki, bir kurban kestiğinizde, ilkin onun dostlarına ve akrabalarına dağıtırdınız.. Onun vefat ettiği sene, ‘hüzün senesi’ olarak isimlendirilmiş ve defnedildiği yer, sizin en çok ziyaret ettiğiniz yerlerden oluvermişti..
Sizin Hatice annemize olan vefânızı, sizden çok Âişe annemizden dinledik biz.. Kendisi, gösterdiğiniz vefâyı her defasında anlatmış ve Hatice annemizin yerinde olmak istemişti.. Kim istemez ki sevginize mazhar olmayı? Vefânıza şahit olmayı? Kim istemez ki tarafınızdan sevildiğini bilmeyi? Âhh..
Bir keresinde yaşlı bir kadın yanınıza gelmiş ve kendisine çok alaka göstermiştiniz.. Bu alakanın sebebini merak eden Âişe annemiz size sebebini sorunca, gelen kadının, Hatice annemizin dostlarından olduğunu söylemiş ve akabinde Âişe annemizin dilinden bize miras kalan şu cümleyi kurmuştunuz: ‘Vefâkârlık imandandır..’
Fetih için geldiğiniz Mekke’de, herkes sizi misafir etmek için heyecanlanmıştı.. Lakin sizin kalacağınız yer belliydi.. Hatice’nizin kabrinin yanında bir çadır kurulmasını istemiş ve orda konaklamıştınız.. Vefânızın bu derecesini anlatmaya açıkçası ne ben ne de kelimelerim güç yetirebilir.. Bu örneği her hatırladığımda, size olan muhabbet ve özlemim biraz daha artıyor efendim..
Sizden hatırladıklarım bu kadar.. Lakin biliyorum ki bilmediklerim de var bi bu kadar.. Siz sadece insana vefâ gösteren biri değildiniz.. Her hayat sahibi, sizin o güzel ahlakınızdan istifade ediyordu..
Oysa biz efendim..
Telefon rehberlerimizin tıka basa isimlerle dolu olduğu ama bir iki isimden başka aranılanın olmadığı bir zamandan size yazıyoruz.. Biz, işimiz bittikten sonra unutabilen bir ‘makine’ haline getirilmek istenen varlıklarız.. Kopulmasını istemediğiniz bağları koparabilecek ve memuriyetlerimizin selameti için dostlarımızı satabilecek özelliklere sahibiz.. Yıllarca omuz omuza verdiklerimizle aramıza resmiyet duvarlarını örmek bizim için çocuk oyuncağı.. Teknolojinin son harikası olan bu özelliklerimize her gün bir yenisini daha ekliyoruz..
Aramızda veba hızıyla yaygınlaşan vefâsızlık hastalığına doktorların çare bulamadığı bir asırdan yazıyoruz size.. Ama üst model telefonlara geçersek, hastalığımızın hafifleyebileceğini söylüyor bazı araştırmacı yazarlar..
Doğaya poşet atmamamız, hayvanlar için seferber olmamız gerekiyormuş.. Bir yerlere gelince, güvenlik soruşturmalarına takılmamak için dikkat etmeli ve öyle her önüne gelenle el sıkışmamalıymışız.. Samimi olduklarımızla olan irtibatı gevşetmeli ve yılları eskittiğimiz dostlarımızı bir çırpıda silebilmeliymişiz, bir yerlere gelmek için.. Ha bir de herkesin inancına saygı göstermeli, bizim inancımıza hakaret edenlere ise hoşgörü ile yaklaşmalıymışız..
Enkazlar altında kalan mavi emzikli bebekler, ellerinde mahcubiyetle eve dönen muhacir erkekler ve namusları çiğnenen kadınların bizimle bir alakası yokmuş.. Daha doğrusu bizim onlarla alakalı olmamamız gerekiyormuş.. Onlarla pek fazla ilgilenmemeliymiş.. Biz daha çok, sene başında olacak indirimlere odaklanmalı ve bayramda akraba dırdırı çekmemek için, erken rezervasyon fırsatlarını kaçırmadan tatil biletimizi ayırtmalıymışız.. Öyle diyorlar..
Söz&Kalem - Serdar Ayhan