Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Karaduman
İslam, insanın maddi ve manevi olarak hayatta huzurlu, mutlu ve güvende yaşaması için tek teminattır. Din dışında hiçbir fikir ve ideoloji insanı tüm yönleriyle teminat altına almayı vadetmemiştir.
İslam, insanın her yerde maslahatını gözetmiştir. Hatta hayatın en önemli alanı olan inanç konusunda; İslam, inanç davetini engelleyen sistemlere savaş açmış ve devletlere savaş açmanın temel sebebi olarak görmüştür. Aynı şekilde insanın bu dünyada idamesi için şart olan Muamelatta (alış-veriş) bile insanın malının muhafazası üzerine bir felsefe kurmuştur. Örneğin İslam muamelatında yapılan herhangi bir akitte (sözleşme) var olan belirsizlik, satıcı veya alıcının zararına olabileceği için haram kılınmıştır. Aynı şekilde ayakta su içmenin insan vücuduna verdiği zarardan ötürü, ayakta içmesini uygun görmemiştir.
İslam, bireyin sadece bulunduğu yerde değil, bulunmadığı mekânlarda ırzından ve kişiliğinden emin ve güvende olması için yasalar koymuştur.
Tüm bu hüküm ve yaşam kuralları veya toplu yaşam kuralları, Allah’ın Hakîm ve Âlim sıfatının tecellisidir.
Bu yazımda özellikle günümüzde müşahede ettiğimiz veya fail durumda olduğumuz, ademinden toplumsal güven ve huzurun kalktığı, diğer birçok günahında beraberinde getirdiği Gıybeti ele alacağım.
Kur’an’ı Kerim’in Hucurat süresi baştan sona okunduğunda, toplumun huzur ve güveni için aslında aklen gerekli olan tüm ahlak ve fıtrat misakını okuyor gibi hissedilir. Sure, tamamıyla bireylerin, toplumların dikkat etmesi gereken toplumsal ahlaki ilkelerle donatılmış.
Bu ahlaki ilkelerin en önemlisi de: Gıybetten sakınmaktır.
Gıybet, insanın kendisinin olmadığı bir yerde kendini Allah’ın vaadiyle güvende hissetmesidir. Bundan ötürü İslam’ın Zaruratı Hams’e diye ifade ettiği, olmazsa olmaz şeylerden biride: İnsanın ırzı ve kişiliğidir. İslam, Zaruratı Hamse’yi (can, din, akıl, mal ve ırz) korumakla yükümlü kılınmıştır. Onun için Müslüman toplumlarda kişi tüm bunlardan emin bir şekilde yaşar. Var olan Had cezaların hepsi, bunların muhafazası içindir.
Bundan ötürü de Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de zikredip, insanı tiksindirecek bir eylemle kıyaslaması, gıybetin ne kadar kötü ve çirkin bir şey olduğunu ortaya koymuş ve temiz fıtratın kabul etmeyeceğini göstermiştir.
Allah’u Teâla ayeti kerimde şöyle buyurur: “Siz ey iman edenler! (Birbiriniz hakkında kötü) zandan şiddetle kaçının! Unutmayın ki zannın bir kısmı ağır bir vebaldir! Birbirinizin gizli saklısını da asla araştırmayın ve birbirinizin gıybetini etmeyin! İçinizde ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanan biri var mı? Bakın, tiksindiniz işte!”[1]
Bu ayeti kerimede, insanların daha çok birbirinin gıyabından yaptığı temel eylemlerden sakındırılır insan. Zan, tecessüs ve gıybet. Toplumun manevi güvenin inşasında olması gereken temel ahlak ilkeleri.
Zan, kişinin kesin bilgi sahibi olmadığı bir konuda, kesinmiş gibi konuşması.
Tecessüs, zannettiği şeyi kesinleştirmek için, başkasının özelini araştırmaktır.
Gıybet, bir kişinin hoşlanmadığı bir şeyi ister yüzüne ister arakasından söylemektir.
Yazımda ele alacağız temel konu gıybet olmakla birlikte, Zan ve Tecessüs konusuna da kısa bir şekilde değinmek istiyorum.
Zan, kişinin kesin bilgeye sahip olmadığı durum için kullanılan bir kavramdır. Onun için İslam hukukunda Hadler zanla yerine getirilmez.
Tecessüs ise, insanın onu ilgilendirmeyen, zararlı olacak şeylerin veya kişilerin özeliyle ilgili bilgi sahibi olmak için çaba sarf etmesidir. İslam’da birine ceza veya had uygulanması için kesinlikle bu yönteme başvurulmaz.
Ebu Kilabe şöyle anlatır: Biri, Hz. Ömer’e, Ebi Mihcen’in evinde arkadaşıyla beraber içki içtiğini söyledi. Hz. Ömer kalkıp evine doğru gitti ve evine girdi, onun bir adamla gördü. Bunu gören Ebu Mihcen, Hz. Ömer’e şöyle dedi: Ey Ömer yaptığın şey, uygun bir davranış değil, Allah’u Teâla ayeti kerimede “Tecessüs etmeyin” diyor. Hz. Ömer bunun üzerine bir şey söylemeden çıktı.
İslam, hiç kimseyi, birilerin başına ahlak bekçisi olarak bırakmamıştır. Günah yaygınlaşır veya toplumda yaygınlık kazanacağı kanaati oluşunca, İslam devleti bu görevi üstlenir ve gerekli yaptırımlar uygulanır.
Günümüz insanların hiç fark etmeden veya umursamadan işlediklerin günahların başında ise Gıybet gelmektedir. İnsanlarımızda artık onsuz muhabbet ve sohbetin olamayacağı kanaati oturmuş durumda. Herkes kalktığı yerden, hakkında nelerin konuşulacağı merakı ve korkusunda. İslam ise bunun katiyen kerih ve haram görmektedir. Çünkü bunun en büyük toplumsal güvensizlik getireceği düşüncesindedir.
Kişi Müslüman kardeşine karşı hüsn-ü zan beslemekle emrolunmuştur. Peygamber efendimiz hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Müslümanlara karşı hüsn-ü zanda bulunuz.”
Kişi mümin kardeşine karşı güzel düşünmek ve hayırla yad etmekle mesuldür. Bu aynı zamanda kardeşliği pekiştiren en temel noktalarından biridir.
Örneğin Hz. Aişe kendisine atılan iftiradan sonra Peygamber efendimizin Üsame’ye Hz. Aişe hakkında soruduğunda, Hz. Üsame’nin genç yaşına rağmen verişmiş olduğu “ben onlar hakkında sadece hayır bildim” demesi, Hz. Aişe’nin muhabbetini kazanmasına sebep olmuştur.
Gıybet, bireylerin arasında temel bir güvensizlik sebebi ve toplumu içerden yıkma girişimidir. Onun için Allah’u Teâla onu, temiz fıtratın kerih gördüğü bir şeye benzetmiştir.
Gıybet nedir?
Bu soruyu Peygamber efendimiz sorar, Sahabeler şöyle cevap: Allah ve Resulü daha iyi bilir. Peygamber efendimizde şöyle cevap verir: Kardeşin hakkında hoşlanmadığı bir şekilde konuşmandır. Sahabe sorar: Eğer söylediğim şey, onda bulunuyorsa? Peygamber efendimiz de şöyle cevap verir: Eğer onda var olan bir şeyi söylersen gıybet etmiş olursun, yok eğer ondan olmayan bir şey söylersen iftira etmiş olursun.
Peygamber efendimiz çok önemli bir hususa parmak basar: “Eğer varsa gıybet, yoksa iftira”
Toplumda belki de en çok karşılaştığımız cevaplardan biri de belki: “Ben onda olmayan bir şey söylemiyorum ki”. Ne kadar uzağız inancımıza öyle değil mi?
Gıybet birde sadece arkasında çekiştirmek değil, aynı zaman ortamda olan birinin hoşuna gitmediği bir yanlış veya eksik bir yönünü söylemektir. Ahlak ilkelerimizden çok uzağız değil mi?
Öyle bir hale gelmişiz ki, artık sıkıntılarımızı ve sorunlarımızı söyleyip, bize çözüm bulabilecek ve sırrımızı namusu gibi koruyacak kişileri bulmakta zorluk çekiyoruz. Hepimiz bu sıkıntımızı buna söylersek, bir gün zora girdiğinde veya aram açıldığında ortamda özelimi konuşacak diye sıkıntılarımızı içimize atıyor ve bir ömür sıkıntılarımızla yaşıyoruz. Oysa Peygamber efendimiz, ayıplarımızın kıyamet günü örtünmesi için bize şöyle buyuruyor: “Kim bir kardeşinin ayıbını örterse, Allah’ta kıyamet günü onun bir ayıbını örter.”
Evet, kişinin herkesin önünde hesap vereceği o gün Allah’ın ayıbınızı örtmesini istiyorsanız, kardeşinizin, arkadaşınızın ayıbını örtün.
İslam rahmettir.
İslam, huzurlu toplumun inşasında başarılı olabilecek tek hayat nizamdır.
Hepimizin yaptığı ve aynı zamanda hepimizin de muzdarip olduğu bu konuda gelin bir seferberlik oluşturalım.
Kardeşimiz hakkında hüsn-ü zanda bulunalım.
Ortamlarda, kişiler hakkında konuşmayalım, yanlışlar ve doğrular hakkında konuşalım. Allah’u Teâla, ayetleri olay ve şahısların yaptığı yanlışlar veya doğrular üzerine indirmesine rağmen kişileri zikretmemesinin sebebi, belki de budur. Biz şahısları değil, yanlış ve doğruları değerlendiririz. İlahi metod budur.
Hayat refahının üst seviyelerde olduğu bu imtihan sürecinde, arkadaşlarımızı, aileleri ve kişileri çekiştirmeyelim. Kardeşimiz bir yanlış yaptığında, bizde üstüne ikinci bir yanlışı yapıp aynı kefeye girmeyelim. Elinden tutalım ve doğruyu öğretelim. Müslüman budur. Müslüman, kişinin dilinden ve elinden emin olduğu kişidir.
Mümin, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaya çalışan bireydir.
Mümin, adı üstünde karşısındakinin onun karşısında kendini, malını, ırzını güvende hissettiği kişidir.
Mümin, etrafına güven aşılayandır.
Mümin olup, müminlerle beraber olmak dileğiyle…
Allah’a emanet olun.
[1] Hucurât Suresi, 12.