Söz&Kalem Dergisi - Zeynep Özmen
Müezzinin "Haydi namaza! Namaz uykudan hayırlıdır " nidalarıyla açtı gözünü. Abdest alıp kıyama durdu. Kendisine, hem namaz kılmayı nasip ettiği için hem de namaz kılabilecek iman ve takati verdiği için Rabbine şükretti. Zira uyku yarı ölüm haliydi. Akşam gözünü kapatan sabaha erişir miydi, belirsizdi. Sabah namazı bundan dolayı yeniden bir dirilmeydi; var olmanın farkına varmaktı. Yaşadığını sanan ölüler arasında...
Kar bütün haşmeti ile yağarken gözü takvim yapraklarına ilişti. Aylardan Şubat ayıydı. Yani Şehadet Ayı… Düşüncelerle yaklaştı pencere kenarına. Gezindirdi gözlerini. Ne hüzünlü bir ay ne mahzun bir havaydı esen. Hüznü ve mahzunluğuyla esen rüzgâr bir şeyleri müjdeleyerek esmişti. Çok uzak diyarlardan gelen bu esinti, gitmiş ve gelmekte olan kervanların müjdeleyicisiydi. Her bir kar tanesi bir şehidi andırarak yağıyordu zalimden ve mazlumdan habersiz insanlığın üzerine.
Bu ayı farklı kılan bir şeyler vardı. Sanki bu ay, bu diyarlara daha fazla kervan uğramıştı. Bu ay daha fazla melek inmiş, yerküre rahmetle dolup taşmıştı. Bu ayda daha fazla yürekler yanmış, daha fazla ağıtlar yakılmıştı. Şehadet dedi usulca. Ne kutlu bir diriliştir şehadet! Buruk bir ses tonuyla, “ancak hak edenler kazanır” dedi. Yüzü düştü birden.
Elbette, kutlu diriliş hak edenleri bulurdu. Onlar ki dünyanın cazibesinden vazgeçip, yalnız Allah'a adanmışlardı. Doğum ile ölüm arasındaki bu hengâmede yılmadan çalışmış, izzetli bir mücadelenin tarihini yazmışlardı. Sürgünler ağırlamıştı onları, gözü yaşlı hicretler...
İslami değerlerin hiçe sayıldığı dönemde, tozlaşmış ve yozlaşmış beyinlerin üstündeki kara bulutları dağıtmak için çalışmışlar. Akıttıkları kan filiz vermiş. Bugün yiğit erler, bırakmış oldukları mirası sahiplenmenin çabası içerisinde minnetle yad ediyorlar onları. Yadına düştü bir bir kutlu yolun öncüleri. Ne çok şehit vermişti bu ay. Ne çok cemre düşmüştü toprağa: İskilipli Atıf Hoca, Hasan El-Benna , Malcolm X, Metin Yüksel ve niceleri...
Onlar yolunu bulsun diye insanlığa gönderilen seçkin yıldızlardı. Duasına aldı hepsini. İmanla süslü bir hayat, şehadet sonlu bir ölüm diledi. Hem Şubat'ın soğuğu da başkaydı bugün. Adanmışların döktüğü kan ruhuna işlemiş, akıtılan iman teri ile yoğrulmuş bir ömrün şahitliğine tanıklık etmişti. Bütün ağaçlar, dağ, taş şehitleri hatırlatıyordu. Hatta kefen giymiş toprak bile...
Bu duygularla üniversitenin yolunu tuttu. Başı önünde usul usul çıktı basamakları. Bütün koridorları bir şehidi yad etmekle bütün dönemeçleri bir öğütle geçmekteydi. İlerledi bir süre. Ardından yürüyüşü yavaşladı. Gözüne bir idam sehpası ilişti. Ne çok şahitlik etmişti kendisini seyreden gölge kalabalıklara, mazlumca ölümlere ve sonu gelmeyen hicretlere.
Şahitliğine bir ayrılık daha eklenmişti. 4 Şubat'ın cemresi yürekte idi.. Mümtaz bir âlimi ağırlamıştı bu sefer. Haklı olduğu bilinmesine rağmen içlerine sinmiş kin ve öfke galebe çalınca olanlar olmuştu…
"Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır." dediği için asılmıştı. Yürüyüşü vakurlu, ölüme giderken bile heybetliydi. Zalimler için bu bir son olsa bile şehitler için onur vericiydi. Zira yapılan Allah için yapılmıştı. Zaten yaratılış amacı da bu değil miydi? "Katil ve zalimlerle mahşerde hesaplaşacağız" müjdesini vererek ayrıldı. Kutlu olsun dedi içinden. Bir Atıf olmak vardı.
Not düştü hayat defterine. Sonu ölüm olsa da doğrulardan ödün verilmeyecekti. Ölüm madem bir defa uğrayacaktı, Allah için yapılan işler üzerinde olunmalıydı. Korku ise bu deftere hiç yazılmamalıydı. Gözü bir noktaya kitlendi ve düşündü derin derin. Bugünlere kolay gelinmemişti.. Bedeller ve fedakarlıklar..
Bunlar kuru bir bilinmeyle anlaşılmazken bütün bunlardan uzak sözde ihtisas sahipleri, teknolojiye hapsolmuş haz ve hız çağının gençleri, yaşamı eğlenceden ibaret sanıp konfor alanını her gün biraz daha büyüten bunlarla büyüyeceğini sanan ve çocuklarının geleceğinin bunlara bağlı olduğunu zanneden ebeveynler Şubat'ın ruhunu nasıl anlasın ki...
Belki de bütün bunlar unutulmasın diye şehadet Şubat'ta birikmişti. Ne mutlu dedi İslam meşalesini tökezlemeden taşıyanlara, ne mutlu yürekleri hala ifsad etmeyenlere ve ne mutlu ki vefa sahiplerine...
Karakteri oturmuş şahsiyetler tarihe kazılırdı. Onların kitaplarında ve dualarında ayrım söz konusu değildi. Zira Üstad'ın; "Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? " kavli ile hareket ediyorlardı. Bütün yaratılmışları birer sorumluluk alanı olarak görüp daveti dost düşman demeden ulaştırıyorlardı.
Derin bir iç çekmeyle kaldırdı başını. Bakındı etrafına. İnsan seli, kör ve sağır bir kalabalık. Ne içinden geçirdiklerini duyurabiliyordu onlara ne de hissettiklerini. Birçoğu habersizdi bütün bunlardan. Acıdı birden sonra. Bakışlarını tekrar ayakucuna çevirdi. İçindeki kalabalığa döndü oradan da kalabalık bir salona. İnsanların etrafında toplanıp can kulağıyla konuşmasını beklediği biri. Samimiyeti kimlik bilen kardeşliği her şeyden önceleyen birisi; Malcolm x...
Gayreti ve samimiyeti, onun hidayet defterine yazılmasını sağlamıştı. Bir hac ziyareti sırasında, bütün renkten insanların Allah'a kulluk ettiğini görünce hakiki imana ermişti. Daveti günden güne yayılıyordu. Öyle bir sada ki, ırkçılığın ideolojik bir düşünce olmadığını hastalık sahibi kişilere haykırıyordu. 21 Şubat günü düzenlenen konferansa icabet etmişti. Samimiyeti kuşanıp gelenler, tarihin anlamsız birçok kalabalığına bedeldi. Vuslatın soğuk rüzgarı tenine değmiş "İçimden bir ses diyor ki bugün kesinlikle kürsüye adım atmamalısın. " sözleriyle beş dakika sonraki ölüm senaryosunu hissetmişti.
Ardından kürsüye çıkıp kalabalığa selam verdi. Lakin selamına kurşunlar karşılık vermişti. Vücuduna isabet eden on altı kurşun… Kalabalığı sakinleştirmek adına kaldırdığı şehadet parmağı...
Şehadet bir dönüm noktasıydı. Bütün günahlardan feragat edilen bir kurtuluş reçetesi. Ve şehadet iman etmeyenler için de hidayet vesilesiydi. Hayatlarını okuyup hidayete kavuşanlar için bir ders niteliği taşıyordu şehadet.
23 Şubat'a gitti sonra. Bir cami avlusuna kondu yüreği. Kara kış bütün insanlığa eşit çalarken gencecik bir yiğit, namaz çıkışı hainlerin kurşunlarına hedef olmuş, şehadete ermişti. Bir yiğidin daha saf saf akın etmişti ardına, soyundan olmayıp yolundan olan kardeşleri.
Dönemin karanlık havasında parlayan iman ışığı, kimilerinin gözünü kör etmiş kimilerinin yolunu aydınlatmıştı. Hidayete niyeti olanlar hidayete ermiş, zelil bir yaşamı seçenler ise kaybetmişti. İnsan hangi amelle hareket ederse o amel üzerine göçermiş. Kimisine şehadet cami avlusunda gelir, kimisine dava meydanlarında, kimisine de gençliğin baharında...
Ölüm ise onlardan uzak, gaflet içinde oyalananlara, davayı yüreğinde taşıyamayanlara ve biraz da gürültü çıkartmayanlaraydı. Düşünceleri ağırlaşınca pencere kenarına oturdu. Her Şubat böyleydi. Toprağa düşen her cemre yüreğine hüznün ve sevincin karışık izlerini bırakırdı. Ve en nihayetinde şöyle mırıldanıyordu:
"Allah'ım dünyada şehadetten ve imandan başka bir şeyle bizi çıkarma. Bizi, yolumuzu aydınlatan şehitlerden gafil eyleme.’’
Minnet duydu, şükretti, yad etti...