İnsanoğlu hata yapmakla meşhurdur. İlk insandan bu yana hatalar işlenegelmiştir. Kimileri küçük, kimileri büyük; kimileri sadece işleyene zarar iken kimi hatalar ise daha geniş ölçekte bir çevreye zarar verebilmektedir. Bu genel-geçer bir haldir. Yani bütün insanlar ve dahi cinler için geçerli bir şeydir. Bu hatalı halin istisnası ise şüphesiz ki tövbe etmektir. Çünkü hatalardan tövbe etmek, hata işleyenin aslında işlediği hata ile arasında hala bir mesafenin olduğunu belirtmesidir. Hatayı tümüyle benimsemediğini, hatta bu hatadan kurtulmak istediğini göstermesidir. Böylece kişi tövbe ederek işlediği hatadan uzaklaşabildiği kadar uzaklaşabilecektir. Hatta öyle bir tövbe eder ki kişi, hatayı hiç yapmamış, onu hiç işlememiş bir konuma da gelebilmektedir. Aslında ilk insan ve atamız Hz. Adem’i farklı kılan şey de yasaklı ağaçtan meyveyi yemesi değil, işlediği bu hatadan dolayı tövbe etmesidir. Halbuki şeytan aleyhilane, hata sirkülasyonunda debelenip durmaya devam etmiştir.
Dinimiz İslam’ın yüce anlayışına göre tövbe, kula nispet edilince arızi olan günah halini bırakıp asli olan salah haline dönmektir; Allah’a nispet edilince de tali olan gazap bakışından asli olan rahmet bakışına dönmek anlamında kullanılmaktadır. Yani kul tövbe ettiğinde atamız Hz. Âdem gibi geçici olan günah-hata halini terk edip, asıl olan hüviyeti yani salahiyete dönmektedir. Aynı zamanda kul, ettiği tövbesi ile Allah (cc)’ın gazabından emin olmakta ve her şeyi kuşatan rahmetine kucak açmaktadır. Nihayetinde bu tövbe insanoğluna dünya hayatında hayır ve hasenatta ısrar etme kabiliyeti sağlamakta, ahiret hayatında ise Allah (cc)’ın rızasını ve cennetini kazandırmaktadır. Böylece kul günah-hata sirkülasyonunda istisna olmayı başarabilmektedir.
Peki tövbe nasıl edilmektedir? Nasuh bir tövbenin belirtileri nelerdir? Cüneyd-i Bağdadi hazretleri tövbenin üç derecesi vardır demiştir. Bunlar, sırasıyla; kişinin işlediklerine pişmanlık duyup bir daha bunları yapmaması, ikinci olarak Allah’ın yasakladığı şeylerin işlediği hale bir daha gelmemesi ve üçüncü olarak da haksız olan şeyleri ve kişileri şahsından uzaklaştırmasıdır. Nasuh bir tövbe bu üç derecenin tepesine başarılı bir şekilde varabilmekten geçmektedir. Ayrıca tövbenin şu altı şey ile mümkün olduğu söylenmiştir: Geçmişte işlenmiş olan günahlardan pişman olmak ve yerine getirilmemiş farzları iade (kaza) etmek, başkalarına haksızlık ve eziyet etmeyi bırakmak, husumet ve düşmanlığı terk etmek, günah ve kabahatler içerisinde büyüyen nefsi Allah’a itaat içerisinde küçültüp ona hiçliğini kabul ettirmek, itaatsizlik ve günah işlemenin sözde tadını çıkaran nefse, itaat edip günahlardan uzak durmanın acılığını da tattırmak ve gülüşlerin her birine bedel olmak üzere ağlamaktır. (Tefsir-ul Kadi Beydavi, c. 3, s. 515)
Tövbenin revaç bulduğu ve daha çok kişinin istisna kul kapsamına kendini dahil ettiği en önemli zaman dilimi hiç şüphesiz ki Ramazan ayıdır. Ramazan ayı, bir ay gibi bir uzun bir süre diliminin neredeyse tümünün kul tarafından Rabbine adandığı bir aydır. Gündüzlerinde oruç ibadeti vardır; böylece inanmış kul kendini dünyanın her türlü nimetlerinden uzak tutabilmekte ve ihtimal dahilindeki bütün hatalara karşı da arasına ciddi bir mesafe koyabilmekteler. Ramazan ayının gecelerinde ise teravihler başta olmak üzere ağırlıklı bir ibadet hali vardır; böylece kul geceleyin kendisini alıp götürecek hataların çoğundan da muhafaza edebilecektir. Hal böyle olunca, kulun bütün bir yılı, hatta bütün bir ömrü hakkında tefekkür etme ve daha önce işlemiş olduğu hatalarına tövbe etme imkânı da doğmaktadır. Bu yönüyle Ramazan ayı unutulmuş ve geciktirilmiş tövbelerin yapıldığı, istisna insan olabilmenin avantajının en fazla olduğu bir zaman dilimine dönüşmektedir.
Öyle ki Ramazan ayına girip de ondan mahrum kalan kimselere bizzat Cebrail (as) beddua etmiş, Efendimiz (sav) de buna mukabil olarak âmin demiştir. Tirmizi ve Hakim’de geçen hadis-i şerifte nakledildiğine göre Cebrâil -aleyhisselâm-; Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hutbe îrâd ederlerken gelmiş, “Ramazâna yetişip de ondan affedilmeden çıkan kimse; rahmetten uzak olsun!” diye bedduâ eylemiş, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu duâya, “Âmîn!” demişlerdir. (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545). Bu durum tam olarak kulun hata-günah sirkülasyonundan kurtulma fırsatlarının tümünü elinin tersiyle geri çevirmesidir. Elbette ki bu kişi en bedbaht kişiler arasında yer alacaktır. Çünkü elinde gerçek bir istisna olma imkânı varken bunu boşa harcamıştır.
Ramazan ayını tövbe açısından bir daha kıymetli kılan şey ise elbette bu ayın içerisinde Kadir gecesinin bulunmasıdır. Kadir gecesi Rabbimizin ümmet-i Muhammed’e bir ikramı olarak bin aydan daha hayırlı kılınmış bir gecedir. Bu geceyi hakkıyla idrak edebilenler seksen seneden fazla bir süreyi ibadet ile geçirmiş gibi sayılacaklardır. Bu bir ömürden bile fazla bir süredir. Efendimiz Kadir gecesi hakkında, "Kim Kadir gecesini, faziletine inanarak ve alacağı sevabı Allah'tan bekleyerek ibadet ve taatla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır." (Buhari, Kadir, 1) diye buyurmaktadır. Yani geçmişte kul bir hata-günah sirkülasyonu içerisinde kaybolmuş olsa dahi Kadir gecesine tekabül edip, onu hakkı ile ihya ederse Allah’ın izniyle adını istisna kullar arasına yazdırabilecektir.
İçerisinde bulunduğumuz Ramazan ayının gelmiş-geçmiş tüm günahlarımızın affına vesile olması dileği ile Ramazan-ı Şerifleriniz mübarek olsun.
Söz&Kalem Dergisi | Ahmet Çalışkan