Her medeniyetin varlığa ve hakikate anlamlı bir bakışı olmalıdır. Hakikat fikri olmayan bir toplum ve birey, yaşamın amaç ve hikmetini ıskalar; varlığın ve eşyanın hakiki idrakine ulaşamaz.
Her medeniyetin bir tabiat ve insan fikri, erdemli bir toplum hedefine ulaşmak için yüksek bir ahlak anlayışı olmak zorundadır. Bir sanat ve estetik anlayışı; kendi ruhunu yansıtan şiiri, edebiyatı ve mimarisi, olmak zorundadır.
Estetik; ruh yüceliğinin, felsefe ve irfanın yaşam içindeki tezahürüdür. Küpte ne varsa dışarıya da o sızar. İrfanı olmayan, kadim ve sahih bir düşünce geleneğinin ayak izlerini takip etmeyen, tefakkuhu olmayan bir toplumun estetiği ve sanatı da söz konusu olamaz. Filhakika iyi bir niyetle dahi olsa “yapmak” eyleminin yıkıcı sonuçlarını İslam dünyasında yer yer görüyor ve “keşke yapılmasaydı” diyoruz.
Bugün dünyada gayrı meşru egemenlik alanıyla toplumların günlük yaşamlarını, zihin ve duygularını, fikir ve geleceğini işgal eden kültürel paradigmanın başat temsilcisi Amerika’nın pop kültürüdür. Bu kültürün üretim ve dünya pazarlarında satışa sunulması, emperyalist hedeflerin üzerinde hareket ettiği zemini oluşturmaktadır.
Küresel menfaatlerine bu şekilde yer ve alan açıyor, düşünce ve söylem üstünlüğü meydana getiriyor, ekonomik ve siyasal iktidarını pekiştiren bir aparat olarak kullanıyor.
Aynı zamanda Amerikan pop kültürü başlangıçta saydığımız kavramlarda ciddi semantik kaymalara da neden olmuştur. Bizim insan derken, varlık derken, hakikat derken zihnimizde canlanan ile bahsi geçen kültürün anladığı şey asla aynı şey değildir. Hatta taban tabana zıt olduğu durumlar dahi mevcuttur.
Küresel egemenlik adına mevcut durumda siyasi ve askeri olarak, ekonomik ve kültürel olarak dünyanın diğer halklarına karşı üç işgal girişimi ve üç sömürü biçimi içinde olduğunu söyleyebiliriz. Saydığımız üçüncü girişim ise daha çok ilk ikisine meşru bir zemin oluşturma üzerine faaliyet göstermektedir.
- Ekonomik Sömürü ve İşgal
Dünya halkları yapısal olarak incelendiğinde, bugün çağdaş firavunizmin acımasız kolları arasında can çekiştiği apaçık görülecektir. Kapitalizmin oluşturduğu mütrefin tabaka tarafından sistematik bir biçimde mazlum ve mustazafların ekmeği çalınıyor; sömürüye, açlık ve sefalete mahkûm ediliyor. Zira meselenin acı veren tarafı ise sömürülen toplumların büyük ekseriyetinin bugün bu düzene aşık olmalarıdır. Cellatlarını sevmeleridir. Bir gün onlar gibi olmayı hayal etmeleridir.
Kapitalizmin pazarlamadaki en büyük tuzağı, az bir miktar para ile çok şey alınabileceği yanılsamasıdır. Alınan ürün veya hizmet her ne olursa olsun, kapitalizm her zaman büyük patronların kazandığı bir oyundur. Bu nedenle en düşük ve en yüksek kazanç skalasında makas her geçen gün daha fazla açılmaktadır.
Kapitalizm, özenle kurduğu kapanlara birazcık peynir koyarak kitleleri kolaylıkla tuzaklamaktadır. Zengin olmanın sırlarını anlatırken daha çok zenginleşen figürler, başarının sırlarını, kişisel gelişimin püf noktalarını anlatırken bestseller listelerine girerek servetlerini büyüten şahıslar mebzul miktarda mevcuttur. Ve kapitalizmde her şeyin bir etiket fiyatı olma mecburiyeti vardır.
2. Siyasi Sömürü ve Askeri İşgal
Müslüman ülkelerin emperyalist işgallere maruz kaldığını, Afrika kıtasının da yine sonu gelmez iç savaşlar içinde kendi varlığını ve gücünü tükettiğini, emperyalist devletlerin işgal ettikleri topraklarda giriştikleri soykırım derecesinde katliamları, yıkımları ve işledikleri izahtan vareste insanlık suçları gün gibi ortada olan bir realitedir.
Geldikleri gibi gitmiyorlar! İşgal ettikleri ülkelerin şehirlerini yok ediyor, tarih ve kimliklerini yok ediyor, kültür ve ibadet merkezlerini yok ediyor. Afganistan ve Irak son 20 yılda şahit olduğumuz en yakın iki örnektir. Bağdat Müzesi’nden Irak işgali sırasında 600’den fazla tarihi eser çalınmış idi. Evet, haneye giren yavuz hırsız gibi, İslam beldelerini işgal ettiklerinde yağmalıyorlar, yakıyorlar, en değerli buldukları şeyleri çalıp götürüyorlar.
Dünya siyaset sahnesinde çoğu zaman Hollywood filmlerine ilham veren senaryolara rastlıyoruz. Herhangi bir Avrupa başkentinde bir patlama yaşanıyor ve biz Müslümanlar, “Acaba şimdi hangi İslam ülkesi işgal edilecek?” diye beklemeye başlıyoruz. Elbette vuku bulan hadiseden hemen sonra işledikleri bütün suçlar medya emperyalizminin kanlı elleriyle güzelce örtülüyor. Siyonist İsrail tonlarca bomba ile evleri, hastaneleri, okulları yıkarken; medya emperyalizmi evleri yıkılan, çocukları katledilen Filistin halkını terörist, İsrail’i terör ile mücadele eden meşru bir devlet olarak lanse edebilmektedir.
3. Kültürel İşgal
Popüler kültür, sinemadan edebiyata, eğitimden mimariye, spordan turizme ve dahası yeme içme alışkanlıklarına kadar modern toplumun baskın ve dönüştürücü örgütlenme tarzı ile her yeri kuşatmış bulunuyor. Görünmez kafeslere, zihinsel hapishanelere insanları hapsediyor. Yaşamın her alanına adeta iğne ucu kadar boşluk kalmayacak şekilde temas eden popüler kültür ürünleri, dijital ve reel içeriklerini bakış boşluklarımızdan asla eksik etmiyor.
Popüler kültür eşittir niceliğin mutlak hükümdarlığı… Yetenek ve kabiliyetlerin ikinci planda olduğu, en önemli becerinin köşe kapma becerisi olduğu bir ödüllü yarışmadır popüler kültür...
Sayılabilir, ölçülebilir, piyasa değeri olanların kazandığı ve kazandırdığı global bir pazar tezgahıdır. Popüler kültür, endüstriyel üretimini beğenimize sunmak ve beğenileri dikkate almak yerine, fabrikasyon üretimlerine karşı beğenimizi ele geçirir ve bize başka bir seçenek sunmaz.
Fast food kültürü ile her şeyin tek kullanımlık olduğu pratik ve hızlı tüketimin kutsandığı bir yeme içme alışkanlığı meydana getirilmiştir. Dünyanın her köşesine ambalajı muhteviyatından güçlü aynı hamburger ve aynı kahveyi götürerek tek tip bir tüketim kültürü oluşturur.
Aynı durum moda ve giyim için de geçerlidir. Trend bir kıyafet, dünyanın her noktasında karşılanması imkansız bir talep patlamasına yol açmaktadır. Ve insanların giyinme alışkanlıkları da aynı popüler kültür sirkülasyonu içinde belirlenmektedir.
Sosyal medya fenomenleri bugün ki dijital dünyanın birer kanaat önderi olarak genç kuşaklara sunulmaktadır. Çünkü popüler kültür ikonlarla hareket eder. Sembolik isimlere ihtiyaç duyar. O isimlerden çağdaş putlar yontar ve kapitalist mabetler inşa ederek halkları doğruluk, iyilik, hakikat ve adalet fikrinden uzaklaştırır. Bunu gerçekleştirirken postmodern hurafelerle safi zihinleri mütemadiyen bulandırmayı ihmal etmez.
Popüler kültür, bütün dünyayı aynı kültüre boyama, aynı kalıplar içinde şekillendirme sürecidir. Tek tipçidir, farklılıklara yaşam hakkı tanımaz. Temas kurduğu herkesi ve her şeyi dönüştürme kurgusu içindedir. Binaenaleyh geçen 50 yıllık süre zarfında şehir mimarileri, müzik tarzları, giyim kuşamlar, yeme içme ve eğlence araçları hafife alınamayacak ölçüde Amerikanize olmuş; farklı mekanlar ve farklı milletlerden insanlar birbirine benzemeye başlamıştır.
Kültür sanat dünyasında hakim kültürün değer telakki ettiği bir takım meseleler dışında konuşamazsınız. Bu tür meselelere değinen kişilere karşı hakim kültür oldukça cömert davranmaktadır. Nitekim tanıdığım bir sinemacı, 2018 yılında bir festivale katılırken çekmiş olduğu kısa filmi izletmişti. Müslüman bir ailenin çocuğu olan bu kişi, bölgesel sosyoloji ve sosyo-psikolojiyi dikkate almadan çektiği bu filmde İslam dünyasının bir bölgesini “Müslüman Toplumda Kadın” kavramını ele alarak işlemişti. Parçayı genelleme yanılgısına düşmüştü. Parçayı da masa başında incelemiş, bütünüyle seküler bir zihin yapısıyla perdeye aktarmıştı. Kullandığı imgelerde ciddi kompleksler taşıyan taraflar vardı. Filmi sert bir biçimde eleştirdim. Ve yanılmadığımı katıldığı festivalden ödülle dönünce fark ettim.
Popüler kültür, hakikatin değil illüzyonun, istikametin değil sürat ve hızın, tekamülün değil kişisel hazzın peşinde koşan duraksız bir süvaridir. Şunu da unutmamak gerekir ki, hakikat ile illüzyon arasında ayrım yapmaktan yoksun bir kültür, acılar içinde ölmeye mahkumdur.
Toplumların ve özellikle genç kuşakların büyülü zenginliklerin hayalini kurduğu, aşağılık bir sokak serserisi dahi olsa ünlü olmanın ön kabul olduğu, herkesin dijital dünyada boy gösteren sahte insanlara ve onların masalsı görünen yaşamlarının etkisine kapıldığı bir yer ve zamanda yaşıyoruz.
Böyle bir anlayışın alkol, uyuşturucu ve suç bataklıklarının çoğalmasını tetikleyeceği, toplumsal şiddet ve gerilimi her geçen gün arttıracağı, ahlaki pusulanın yok olacağı kesindir. Bununla birlikte toplumsal düzenin çürümesi ve alt üst olması sonucunu doğuracağı aşikardır.
Sinemada Popüler Kültür Etkisi
Modern dönemin en popüler aktivitelerinin başında gelen sinema, kültürel, düşünsel ve ekonomik emperyalizmin en güçlü araçlarından biridir. Dünya çapında güçlü bir sanat endüstrisi olduğundan kuşku yoktur.
Hollywood ana akım bu anlamda başrolde yer almaktadır. Egemen ideolojinin seküler argümanlarını, siyasi ve toplumsal anlayışlarını seyirciye dayatır. Bunu kimi zaman kör göze parmak sokarcasına yapar, kimi zaman alt metinde fark ettirmeden işler.
Kapitalist sistem eleştirisi yapan bazı bağımsız sinemacılar da bulunmaktadır. İşgal ve cinayetleri eleştiren bir takım filmler de dünya sinemalarında mevcuttur. Fakat ana akım karşısında duracak bir medya iletişimine ve pazar gücüne sahip değildir. Bu nedenle sistem içi kısık bir muhalefet sesi olmaktan ileri gitmemektedir.
Hollywood, 3 temel sütun üzerine kurulu bir dünyadır. Bu sütunlar hız, haz ve şiddettir. İnsanın zayıf noktalarına özenle parmak basar, gücünü ve etkisini özellikle buna borçludur.
Sahte imajlar üzerine kurulu, hayatın gerçekliğinden uzak, insanın hakikatine yabancı, sorduğu soruların cevabını bilmeyen bir düşünsel bakış söz konusudur. İçinde bulunduğunuz anı keyifli hale getirmek dışında bir fonksiyonu bulunmamaktadır.
Fikri altyapısında ırkçı emperyalizm ve sömürgecilik ideolojisinin hakim akıl olduğu, mühim bir metafor olarak bilim kurgu filmlerinde yeni dünyalar keşfetmek, dünyanın başka gezegenler tarafından istilaya uğraması, barbar yabancılar tarafından işgale uğramak, insanlığın kitlesel olarak yok olması ve dünyayı bütün bu şerler karşısında Amerika’lı süper kahramanların kurtarılması gibi içeriklerde Hollywood’un sinema dili içerisinde önemli yer tutmaktadır. Zira sinema tarihi açısından önemli, tür ve tema olarak benzer ve aynı zamanda eleştirel bir dil de kullanan James Cameron’un yönetmenliğini üstlendiği “Avatar” filmi de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Hollywood, hız sütunu ile dikkatleri tek bir merkezde toplar, hikayeden çıkmanıza izin vermez. Haz sütunu ile uyuşturur ve hikayeye bağlar. Ve şiddet sütunu ile de ana fikrini anlatır.
Şiddet Hollywood’un tartışmasız en güçlü tematiğidir. Çünkü şiddet, dostu da düşmanı da hizaya getirme biçimidir. Bir de Hollywood, şiddeti çoğu kez günah çıkarma aracı olarak kullanır. İyi olanların, yani Amerika’lıların kötüleri acımasızca cezalandırması yüzlerce bütçeli filmin ortak fikridir.
Köpeği öldürülen “John Wick” in yüzlerce kötü adamı gözünü kırpmadan öldürmesi, Spielberg’in “Münih” filminde Yahudi sporcuların saldırıya uğraması sonucu kurulan intikam birliğiyle artık her suçu mübah gören politik bir şiddet anlayışı ortaya çıkmaktadır. Beyaz perdenin iyi adamları, kötülerden intikam almak adına milyonlarca ölüme neden olabilmektedir. Filmin sonunda baş karakter henüz yaşıyorsa gerisi çokta önemli değildir. Bu çok büyük ve kirli bir oyundur.
Yaşadığımız yüzyılda sinema üzerinden üretilmekte olan popüler kültür, insanlığa verdikleri ve aldıkları üzerinden konuşulur ise; aldıkları çok daha fazladır. Yani burada da patron kazanmaktadır.
Başlangıçta da söylemiş olduğumuz gibi siyasi, kültürel ve ekonomik sömürü bitmiş değildir. Müslümanlar birleşerek çağdaş Firavunizm karşısına dikilmedikçe, dünya sahnesine güçlü bir şekilde çıkmadıkça da bitecek değildir.
Söz&Kalem Dergisi | Orhan Özsoy