‘Popüler kültür’ üzerine neler söylenebilir veya yazılabilir sorusu üzerine zihnimde beliren ilk cümle, ‘kadim’ olan kültürün günlük yaşamdan bertaraf edilmesi ve yerine küresel ölçekli daha geçişken bir kültürün ikame edilmesi şeklinde oldu. Ayrıca ‘kadim kültür’ beni kaçınılmaz bir şekilde ‘gelenek’ kavramıya ilişki kurmaya götürdü. Zira kadim olan kültür aslında bir toplumun/milletin tarihsel süreçte elde ettiği ve onun bütün kültürel çehresini şekillendiren nazari ve pratiklerin bütünüdür. Bu bütünlük hususi anlamda o toplumun geleneksel birikimini içermektedir. Dolayısıyla ‘kadim’ olanın bertaraf edilmesi, aynı zamanda ‘geleneksel’ olanın da bertaraf edilmesi anlamına gelmektedir.
İnsanlık tarihi anlatımlarında ilk safhada yeme, içme, barınma, korunma gibi basit ama temel bir takım maddi ihtiyaçlar söz konusu edilir. Ancak tarihin sonraki safhalarında dini hayatın ve düşüncenin gelişimiyle birlikte insan için yeni ihtiyaç katmanları hasıl olurken, insan, günlük yaşamının her alanından durmaksızın gelişme kateder. Bu süreçte insan, ilk olarak bir ferdiyeti ihtiva etse de esasında toplumsal bir yapı içerisinde kendine yer bulur. Özellikle dinin ve düşüncenin sirayetiyle birlikte gerek fert ve gerekse toplum ölçeğinde pratik gelişimlerin yanı sıra bu pratiği anlamlandıran bir dizi nazari olgular (düşünsel, ruhsal, ahlaki, zihinsel, psikolojik gibi) da öne çıkar. Hatta zaman içerisinde pratik/teknik gelişim, nazariyatın/düşüncenin tayin ettiği dünya içerisinde vücut bulur. Vücuda gelen bu birikime ‘kültür’ demek sanırım daha isabetli olacaktır. Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, maddi olanın (giyilecek, yiyilecek, barınacak, oynanacak ve üretilecek diğer araç gereçler) ve manevi olanın (inancın, ahlakın veya düşüncenin) beslediği sosyal ilişkiler, örf-adet, anane, sanat, zanaat gibi olgular kültürel anlamlar taşır.
Kültürün bu şekilde teşekkülüne daha toparlayıcı bir kavramla dile getirmek gerekirse o da ‘gelenek’tir. Gelenek bir bütünü işaret etmesi bakımından, ahlaktan sosyal adalete, sanattan mimariye, ev inşasından şehir inşasına, giyimden yeme-içmeye tüm alanları içerir. Gelenek uzun bir tarihsel süreci barındır.
Geçmiş tecrübesinin ve dahi bilgi birikiminin sonraki nesillere aktarımı anlamına gelebilir. Modernleşme öncesi toplumlarda kültürel etkinlik veya üretim, geleneksel kaideler veya usuller çerçevesinde gerçekleşir. Fakat modernleşmeyle birlikte kültürel üretimin gelenekle olan ilişkisi büyük oranda koptu. Bir sonraki safha olan küreselleşmeyle birlikte ise geleneksel tecrübeyle kültürel anlamda varlık göstermek dünya ölçeğinde daha da güç olmaya başladı.
Dijital ağla çevrili küresel dünyada kültürün üretimi, dağıtımı ve erişimi kolaylaştı. Bu durum önemli bir sonucu doğurdu; egemen veya sermaye gücünün çıkarı doğrultusunda kültürel üretim aynı anda tüm dünyaya ısmarlanır oldu. Özellikle kültürün alınıp satılan bir meta olma durumundan ötürü, bu üretim biçiminin hızlı ve değişken olması da arzu edilen bir durumdur. Örneklemek gerekirse, bir müziğin sanat olma durumundan ziyade çok dinlenir olması; bir yiyeceğin sağlıklı veya faydalı olmasından öte dünyanın her tarafında tüketilir olması; bir giyeceğin veya eşyanın yerel değerlerle ilişkili olmasından daha önemlisi çok satılır olması; bir Tv programının fayda sağlamasından çok kitlesel bir seyirci kapasitesine ulaşması önem arz eder. Popülerlik kazanan kültür dünyası içinde, insanın mensubu olduğu bir toplumda yerel/geleneksel bir zihinle veya kendi iradesiyle düşünmesi, giyinmesi, yemesi-içmesi, konuşması, davranması, dinlemesi, hissetmesi, barınması, siyasi duruş sergilemesi, meslek seçmesi ve icra etmesi güç hale gelmektedir. Sonuç itibariyle popülerlik kazanan bu kültür egemenliği içerisinde geleneksel müktesebatın getirmiş olduğu derin tarihsel tecrübe anlamını yitirmektedir.
Bu çerçeveden hareketle ‘kadim’ olarak tarif ettiğimiz geleneksel kültürü bertaraf ederek hakim olan popüler kültüre ilişkin hususi bir sorgulama yapmak mümkündür. Hatta bunu bir örnek üzerinden irdeleyerek devam edebiliriz. Bu yazıyı kaleme almaya başladıktan hemen sonraki gün sosyal medyada, bir milyonu aşkın takipçisi olan bir “pop sanatçısı”na rastladım. Bir TV programındaki ses yarışmasına katılmış ve ortaya koyduğu “performansı” sonrasında hızlıca yükselen mezkur “sanatçı”, ülkedeki yoğun bir kitlenin hayranlığına haiz oluyor. Ve bu kitlesel hayranlık çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşiyor. Adına albümler basılıyor, klipler yayınlanıyor, ardı arkası kesilmeyen konserler veriliyor. Tüm bunların arkasında ise bir müzik endüstrisi beliriyor.
Sanatçının burada daha önce bir ‘usta’dan ders almış olmasına gerek yoktur. Ayrıca bir sanatsal gelenekten veya düşünceden beslenmesine de ihtiyaç yoktur. Sesinin iyi olması ve öncesinde birtakım provalar yapmış olması yeterli olmuştur. Nihayetinde kısa bir sürede yoğun bir kitlenin dikkatini çekmiştir. Daha doğru bir ifadeyle popüler kültür tarafından ısmarlanan bu ses, kitle tarafından kabul görmüştür. Ama aynı sanatçının ‘sanat müziği’ ile haşir neşir olan birini etkilemesi düşünülemez. Zira sanatın, muhakkak surette bir düşünce ve gelenek sistemi içerisinde neşet ettiği malumdur.
Pekâlâ burada da bir hususa daha dikkat çekebiliriz. Popüler kültür öncelikle sığ bir toplumsal zemin oluşturmaktadır. Bu toplumsallığın, geçmişi ile bağı kesilmiştir. Söz gelimi eskiler nasıl yer, ne içer, ne dinler, nasıl barınır, ne şekilde yaşar, nasıl davranır gibi, daha da çoğaltabileceğimiz bir dizi sorunun cevabı bilinmez. Buna mukabil neyin yenilip içileceği, hangi müziklerin dinlenileceği veya hangi tv-sinema filmlerinin seyredileceği, nasıl evlerde oturulacağı, toplumsal davranışların ne biçimde şekilleneceği hususlarından popüler kültürün hazır cevapları vardır ve hızlıca sunulur. Bütün bu kültür havuzu aslında yerelde değil, küresel dünyaca ısmarlanır. Popüler kültür “halk kültürü” olarak tarif ediliyor olsa da bu veçheden bakılınca aslında özünden halkın kültürü olmaktan uzaktır. Bu kültür içinde yer almak, kadim olan bilgi ve birikime sırt çevirerek ısmarlama ve hatta menşeinin belirsiz olduğu dünyada yer almak demektir. Popüler kültür, oluşturduğu bu atmosfer içinde kitleyi derinlerden çıkarır. Daha yüzeysel, daha hızlı hareket etmeyi; çevreye, tabiata, insan ve dahi yaratılış kaidelerine ilişkin düşünmeyi, anlamayı, anlamlandırmayı bertaraf eder.
Oysa geleneksel ortamda kültür, geçmişin bilgi birikimi ve tecrübesi üzerine inşa olunarak devam eder. Böylece gelenekle ilişkili olarak kültür üretimi, yerelde, yani usta-çırak ilişkisi ortamında gerçekleşir. Söz gelimi, çırak, ustalık mertebesine erişebilmek için belki yirmi yıl bilfiil çalışmaktaydı. Ve bu süreç taklit ile başlamak suretiyle ustalık döneminde dahi belirli kaideler etrafından devam etmekteydi. Geleneksel ortamda kültür üretiminde bulunabilmek için bu anlamda ciddiyet, çaba ve sabır gerektirmekteydi.
Bu çerçevede popüler kültür, küresel dünyada da ‘var olmak’ veya ‘kendi’ olmak isteyen toplumların belki de en önemli karşıtıdır. Ya da tersi bir ifadeyle, bin dört yüz yıllık İslam geleneğinin ve bu geleneğin ortaya koyduğu ilim irfan, düşünce, ahlak kültür, sanat, mimari ve bilimum gelişmeleri rafa kaldırarak bu coğrafyada var olmaya çalışmak beyhude bir çaba olsa gerektir. Tüm bu akışkan kültüre rağmen gelenekle doğru bir ilişki kurmak; geçmiş bilgi birikiminden ve kültürel zenginlik/derinliklerinden istifade etmek gerekir; şair olma yolunda divan şiirini yeniden okumak, müzisyen olma yolunda klasik musikiyi yeniden dinlemek ve meşk etmek veya diğer tüm sanat alanlarına el atmadan evvel klasik İslam sanatlarını adım adım incelemek gibi…
Söz&Kalem Dergisi | Müslüm Botan