Allah'ın indinde tüm kullar takva ve kullukta eşit olmadığı gibi günler de O'nun indinde aynı kıymet ve değere sahip değildir. Cuma günün haftanın sair günlerinden değerli olduğu gibi bayram günleri de diğer günlere kıyasen daha kıymetli ve hayırlıdır.
Cuma gününün diğer günlerden kıymetli oluşu; Hz. Adem'in o gün yaratılması, o gün cennete konulması, yine o gün cennetten çıkarılması ve kıyametin de o günde kopması gibi hikmetlerdendir.
Kurban Bayramını diğer günlerden ayıran en büyük ve önemli husus hiç şüphesiz “İbrahimî itaat ve İsmailî teslimiyet”tir.
İnsanı değerli kılan eylemi ve duruşu olduğu gibi günleri de değerli kılan, o günde yaşanan olaylar ve duruşlardır.
Ayette “Onlara Allah'ın günlerini hatırlat” denilmiştir. Hatırda olunması gereken günler, içinde muazzam olayların yaşandığı günlerdir. Peygamber Efendimiz (sav)’e: “Ey Allah’ın Resulü bugün niye oruçlusun” diye sorulduğunda Peygamberimiz: “Bugün ben doğdum ve bugün Musa (a.s) Firavun’un zulmünden kurtuldu” diye karşılık vermiştir.
Kıymet, Adem'in evladı olmakta değil; Ademî yakarış, İbrahimî itaat, İsmailî teslimiyet ve Muhammedî adanıştadır.
Kuşkusuz adanılacak kapıların en yücesi Yaradanın kapısıdır. O'na adanmak bir hak ediştir, liyakat işidir. Ve O'nun temiz yoluna ancak temizler adar ve adanır.
Kurban Bayramına Arapça’da ”İydu’l Edha” denilir. Edha' mana itibariyle kurban etmek anlamına gelir. Onun için asıl bayram İbrahim'indir, İsmail’in değil.
Asıl bayram kurban sahibinindir, kurban edilenin değil. Kurbanda Allah Tealaya ulaşan kan değil, takvadır. Yoksa “Bir insanı ihya (yaşatan) tüm insanlığı ihya etmiştir” mesajına sahip bir dinin müntesibi insanı katledemez ve etmiyor da.
İbrahim (as) ve İsmail (a.)'ın meselesinde şahsın kurbanı değil, insanın Allah’a karşı tavizsiz bağlılığın imtihanı ve nefs-i emmarenin kurban edilmesi vardır. Asıl kesilen, gönderilen koç değil, nefs-i emmarenin kesilmesi ve kurban edilmesidir.
İşte tam da burda insanın adanmışlığı devreye girer. Kişi adandığı kadar değerli ve kıymetlidir.
Adanmak iki ayaklı dua olmaktır. Üstelik kabul olmuş bir dua olmaktır. Tıpkı İbrahim (a.s) ve ailesi gibi… Rabbimiz “İbrahim ailesi”nin de tıpkı “İmran ailesi” gibi seçildiğini buyuruyor.
Adananlar mı seçiliyor, seçilenler mi adanıyor?
Hz.İbrahim'in Kur'an'da anlatılan Allah’a Halil (dost) olma sürecinden çıkan sonuç o ki, adananlar seçiliyor. Zira adanmak hak etmektir. Hz. İbrahim “Ben Rabbime hicret eden biriyim” dediğinde, adanmıştı. “Ben Rabbime giden biriyim” deyip de, baba ve anasını, akraba ve aşiretini, kavmini ve ülkesini terk ederek hicretin tozlu yoluna koyulduğunda, adanmışlığını ispat etmişti.
İnsanlığa adanmışlık öğreten bir diğer kişi de Hacer annemizdir. Kıyamete kadar hac ibadeti için Mekke’ye gelecek her mü’min, sembolik olarak Hacer annemizin yaptığını yapmak zorundadır. Bu, adanışa Allah’ın verdiği ödüldür.
Hz. İbrahim İsmail’ini adamıştı. Gördüğü bir rüya üzerine onu kurban etmeye kalktı. Rüyayı Yusuf gibi “tabir etmesi” gerekiyordu. O ise rüyayı “tasdik etmeye” (kad saddakte'r-ru'ya) kalktı. İşte orada durduruldu. Allah ona hayvanların adanmasıyla insanların adanması arasındaki büyük farkı ögretmeyi murad etmişti. Hayvanlar kesilerek, insanlar ise kulluk ederek adanırlardı. İsmail’in kurban olmasıyla hayvanın kurban olması arasındaki büyük fark buydu. O dersini almıştı. Biricik İsmail'ini Rabbiyle arasından çeker çekmez, Rabbi onu ikinci kez ödüllendirdi. O ödülün adı “İshak” idi. Bu şekilde ona bir şey daha öğretilmişti: Allah her ne ki istiyor, almak için istemez, vermek için ister.
Allah bizi bu dünyaya adanmak için gönderdi, aldanmak ve aldatmak için değil. Biz, adak olduğumuzu unuttuk ve aldandık. İşte adam olanlar adak olduklarını unutmayıp, adanışın odak noktaları oldular. Adanmak için erkek olmaya gerek yok. Adanışın en yücesini Hz. Meryem gerçekleştirmiştir. Hem adanmış hem adamış. Annesi tarafından adanmış, Allah’a teslim olarak kendini adamıştır. Hepimiz Meryem’in annesi Hanne gibi kızı karnındayken davaya adayacak, Meryem gibi dava saflarındayken kendini adayacak kişiler olmalıyız.
Dava, adanmışlar ve adanacaklarla ayaktadır.
Esasen adamak ve adanmak, nezr ve tebtil'den ibaret değildir.
Neyimizi mi adıyalım?
Nezr, bedenin Allah’a adanmasıdır.
Tebtil, varlığın Allah’a adanmasıdır.
İman, kalbin Allah’a adanmasıdır.
İslam, hayatın Allah’a adanmasıdır.
Cihad, mücadelenin Allah’a adanmasıdır.
Dua, talebin Allah’a adanmasıdır.
Salât, vaktin Allah’a adanmasıdır.
Zekât, infak ve sadaka servetin Allah’a adanmasıdır.
Oruç, istek ve arzuların Allah’a adanmasıdır.
Hac, mesainin Allah’a adanmasıdır.
Şehadet, davranışın Allah’a adanması, yani “örnek şahsiyet olma” misyonudur.
Tebliğ, sözün Allah’a adanmasıdır.
Davet, çağrının Allah’a adanmasıdır.
İsraf, özeleştirinin Allah’a adanmasıdır.
İşte bunlarla Peygamber Efendimizin hayatına baktığımızda karşımıza “Allah’a nasıl adanılır” profili çıkmakta.
Biz adak olmaya aday olduktan sonra asıl hayatta varoluşumuz başlamıştır. Biz asıl yaşamı, adağa aday olmakta görmeli ve o tarzda hayat çizmeliyiz.
İnsanlar kıymetini adandığı idealden alır. İdealimiz ne kadar büyükse, o kadar değerli ve kıymetli bir konumdayızdır. Konumumuz da bakış açımızı, bakış açımız da görüşümüzü belirler ve görüşlerimiz de gönül bağlayacağımız şeyleri belirler.
Selam adananlara olsun.
Ahmet KARADUMAN